02.02.2003 - 01:00 | Son Güncelleme: 02.02.2003 - 01:00
Dün, çok daha kolaydı
1991 senesine; o günün atmosferine yeniden döndük. Bu kez, aktörler ve şartlar değişik ama; mizansen ve hedef aynı: Saddam ve Irak Petrolleri!.. Türkiye açısından 1991in şartları çok daha iyiydi. Bir kere, her şeyden önce ülkenin başında Turgut Özal gibi bir deha vardı. ABD Başkanıyla saat başı telefonla görüşen; Orta-Doğu gibi çetrefilli bir coğrafyada fikirlerine baş vurulan ve dünya politikasında ağırlığı olan gerçek bir liderdi Özal.
1991 senesine; o günün atmosferine yeniden döndük. Bu kez, aktörler ve şartlar değişik ama; mizansen ve hedef aynı: Saddam ve Irak Petrolleri!..
Türkiye açısından 1991in şartları çok daha iyiydi. Bir kere, her şeyden önce ülkenin başında Turgut Özal gibi bir deha vardı. ABD Başkanıyla saat başı telefonla görüşen; Orta-Doğu gibi çetrefilli bir coğrafyada fikirlerine baş vurulan ve dünya politikasında ağırlığı olan gerçek bir liderdi Özal.
Onun kıymetini biz bilemedik ama, başta Orta-Asya Türk Cumhuriyetleri olmak üzere; dışarısı çok iyi biliyordu. Merhum Özal; o gün neler istemişti de bizler ona karşı gelmiş ve onu maceracı olarak suçlamıştık? Kendi hükümeti bile onu anlayamadı ve dinlemedi! Keza; asker de ona diretti ve hatta en üst düzeydeki komutan istifa etti!
Geçen bu 10-12 sene zarfında gelişen bütün olaylar Özalı haklı çıkardı. Onun karşısında yer alan çeşitli zevatı, zaman zaman televizyon ekranlarında görüyor ve günah çıkarmalarına şahit oluyoruz! Bunlardan bazıları ise, Özalı anlayamamanın ezikliği ile hâlâ ateş püskürüyorlar. Akıllarınca Türkiyeyi ve Türk insanını koruduklarına inanıyorlar!
O günün şartlarına bakın; Saddam, ahmaklık yapmış ve komşu bir ülkeyi işgal etmiş. BM bütünüyle Saddamın karşısına dikilmiş ve bir koalisyon oluşturulmuş. Bunlardan 28 ülke fiilen Iraka savaş açmış. Önce havadan dövdükleri Iraka güneyden girdiler. O arada; bize de kuzeyden girmemiz için adeta yalvardılar.
Halbuki; bütün bu devletlerden önce Irak, bizim için bir çıban başı idi. Terör örgütü orada yerleşip palazlanmıştı. Irakın kendisi bile, terör örgütü PKKnın ve diğer Kürt gruplarının yerleşip palazlandığı Kuzey Iraka müdahale edemiyordu.
O günkü, son derece elverişli şartlarda müdahale edebilseydik; evvel emirde PKKyı kendi ininde boğmuş olacaktık. Kuzey Iraktaki Kürt bölgeleri bizim denetimimiz ve gözetimimiz altında bulunacaktı. Bırakın Musul-Kerkük petrollerinden pay almayı; bu kadarı bile bizim için kafi değil mi idi? Bizim kontrolümüz dışında kalan bu bölgeden, ülkemize sızan teröristlere karşı verdiğimiz savaşın faturasını bir kıyaslayın bakılım!
Girmeli miydik, girmemeli miydik?
Bakınız; o gün, meşru şartlarda ve koalisyon ülkeleriyle birlikte yapabileceğimiz bir işi, bugün çok daha na-müsait şartlarda ve yalnızca ABD ve İngiltere ile birlikte yapmak zorunda kalıyoruz! Yapmak zorundayız diyoruz, çünkü; aktif ya da pasif bu savaşın ister istemez içindeyiz!
Aktif olarak girmediğimiz takdirde; şimdiden son modern ABD silahları ile donatılmış Kuzey Iraktaki Kürt grupları; hele bir de Saddamı devirmenin zaferiyle, karşımıza dikilip bağımsızlık ilan ederse ne olacaktır?
Bu durumu, daha önce savaş sebebi ilan edeceğimizi duyurmuştuk!
O vakit kiminle savaşacağız?! Kürtlerle mi; Musul ve Kerkük petrollerini kontrol altına alacak olan ABD ve İngiltere ile mi?! Dikkat edin; gelişebilecek şartlar bizi, müttefiklerimizle karşı karşıya getirebilir?
Savaş sonrası Irakın toprak bütünlüğünü kimse garanti etmiyor!
Aman dikkat!!!