Mahzun sahabe 'Vahşi'

Mahzun  sahabe 'Vahşi'

YAŞAM Haberleri

Vahşi, Uhud'da Hazreti Hamza'yı şehid etmişti. Bu yüzden Resulullah'a doya doya bakamadı, hep mahzundu.

Mescide gelir sütunların arasına gizlenir, Efendimiz'in sohbetini dinler bazen göz ucu ile bakar içli içli ağlardı...

Hazret-i Vahşi denince herkesin aklına "çağrı" filmindeki Hazreti Hamza'yı mızrağı ile şehid eden köle geliyor. O filmde eksik kalan tek kare orası.. Hazreti Vahşi sonra İslamiyet ile şereflendi, sahabe-i kiram efendilerimizden oldu ve onlarla omuz omuza saf tuttu... Elbette mahcuptu, mahzundu. Mescitte sütunların arkasına gizlenir, Resulullah Efendimizi dinlerken ortaya çıkmazdı. Bazen göz ucuyla bakar, Fahr-i âlem'in gül cemalini görünce hıçkırıklarına gem vuramazdı. nbsp;
TAM EMİR BEKLERKEN...
Uhud savaşından sonra sahabenin; "Ya Resulullah Vahşi'ye niçin lanet etmiyorsunuz" dediklerinde buyurdu ki: "Miraç'ta Hamza ile Vahşi'yi kolkola birlikte cennete girerken görmüştüm..." Vahşi Hazreti Hamza'yı şehid ettikten sonra pişman olur.. Medine-i Münevvere'ye gelip Resulullah'ın huzuruna varır... Selam verir... "Efendim ben Vahşi'yim pişmanım" der. Resulullah da; "İman eden pişman olan affolur. Bizim kardeşimiz olur" buyurduktan sonra amcasının Uhud'daki o hali gözlerinin önüne geldi ve ağlamaya başladı. Bütün sahabi kılıçlarını çekti.. Vahşi son nefesini vereceğini zannetti. Derken Cebrail aleyhisselam geldi. Cenabı Hakk'ın Vahşi'yi affettiğini kendisinin de affetmesini emir buyurduğunu iletti. Resulullah öldürmek için emir bekleyen sahabilerine kardeşinizi getirin buyurdu. Resulullah'ın; "Seni görünce amcam gözümün önüne geliyor" sözü üzerine Fahr-i Kainat'a bir daha hiç yaklaşamadı.. nbsp;
nbsp;Mahzun  sahabe 'Vahşi'
Uhud'ta yaşananlardan dolayı hayatı boyunca hep başı önünde, mahzun ve mahcup olan Hazreti Vahşi'nin, Suriye'nin Humus şehrindeki kabri de hüzünlüdür...

MIZRAĞI BU KEZ KÜFFARA SALLADI
Vahşi (radıyallahü anh) "Yemame'de yalancı peygamber Museyleme'yi öldürürsem ancak o zaman Resulullah Efendimizin yüzünü görebilirim" diyordu. İkrime (radiyallahü anh) komutasındaki İslam ordusuna katılıp Yemame'ye geldi. Yalancı ve kibirli Museyleme kale duvarına çıkmış, "Bana hiçbir silah tesir etmez, çünkü ben Peygamberim" diye askerlerine sesleniyordu. Hazreti Vahşi Hazret-i Hamza'yı şehid ettiği mızrağı ile nişan aldı. "Bismillahi Ya Allah" diyerek tüm gücüyle fırlattı. nbsp;
Ağzı köpüklü Museyleme ne olduğunu anlayamadı, güya zırhlıydı ama mızrak göğsünden girdi, sırtından çıktı. nbsp;
Vahşi radıyallahu anh bağırıyordu. O'nu gördüm O'nu gördüm. Sordular: "Kimi gördün ey Vahşi" nbsp;
-Resulullah Efendimiz'i Hazreti Hamza ile birlikteydiler, tebessüm ettiler bana! nbsp;
HAZRET-İ SEVBAN'LA YAN YANA
Hazreti Vahşi daha sonra Şam'a 170 km. mesafedeki Humus'a yerleşiyor. Yıllarca dini yayarak burada vefat ediyor. Kabri'nin Humus'ta daracık sokaklardan geçtikten sonra küçük bir caminin içinde olduğunu görmüştüm... Küçük, dar ve 4-5 kişinin sığabileceği bir türbe idi. Türbe'de Hazreti Peygamberdin aşığı onsuz bir saniye bile yapamayan azatlı kölesi Hazreti Sevban (radıyallahü anh) ile beraber yatıyorlardı.. Hani Hazreti Vahşi hep mahzundu ya.. İnanır mısınız kabri de öyledi.. Bir mahzunluk vardı... İnsanın içini yakan... nbsp;İNAN ARVAS
nbsp;Mahzun  sahabe 'Vahşi'
SEYYAHLARIN KALEMİNDEN...
Dinî kaidelere riayet ederler
"İstanbul'da arabi ayların dokuzuncusu olan ve Müslümanların oruç tuttukları Ramazan ayında bulunduğum için her akşam yazmaya değer bir sahne gördüm. Bütün Ramazan boyunca Türklere güneşin doğuşuyla batışı arasında yemek yemek, su içmek, tütün içmek, yasaktır. Hemen herkes bütün gece boyunca bol bol yiyip içer ama güneş görünür görünmez, dini kaideye riayet ederler ve kimse bunu alenen ihlâl etmez. nbsp;Güneş dağların arkasında yarı yarıyadan fazla kaybolunca nevalelerini büyük bir zevk ve heyecanla hazırlamaya başlarlar. İnce bir ışık kavisinden başka bir şey görünmeyince, top patlar ve aynı aynı anda binlerce evde, kahvelerde, dükkanlarda sabırla bekleyen Müslümanlar ilk lokmalarıyla oruçlarını açarlar." nbsp;
Edmondo De Amicis -1874
Costantinopoli" adlı eserinden...
nbsp;Mahzun  sahabe 'Vahşi'
Hünkâr halkın arasında gezerdi
Padişahların tebdil, yani kıyafet değiştirerek bilhassa Ramazan ayında İstanbul sokaklarında turladıkları bilinirdi. Hünkâr kimi zaman Beşiktaş sarayından İstanbul tarafına geçerdi, Kapalıçarşı'da Kalpakçılarbaşı'nda bir tuhafiyeci dükkanında yahut Beyazıt'ta Mürekkepçiler kapısındaki tütüncü dükkanında oturarak gelip geçeni görür, bazen camilere girer, dolaşırdı. Hafızları ve vaaz dinleyenleri dinler ve bazen de kendisi kâtip kılığında tanınmayacak derecede kıyafetini değiştirerek halkın arasına karışırdı.
Bütün bu geziler keyfi olmayıp, nbsp;padişah neşrettiği tenbihnâmelerin eksiksiz yerine getirilip getirilmediğini de görme imkânı bulurdu. Öyle ki; fırınlarındaki ekmeğin gramajını, esnafın narh fiyatlarına uyup uymadığını bu tedbil gezileri sayesinde teftiş ederdi. Tabi her padişahın kendine göre bir kılık değiştirme adabı vardı. Kimisi asker kılığında halkın arasına çıkar, kimisi şehir şehir dolaşan bir derviş görünümü verirdi kendine. Bazısı sıradan bir esnaf, bazısı cemiyet içinde hürmet gösterilen alimlerin elbisesini giyip öyle dolaşırdı. nbsp;
Kanuni Sultan Süleyman sipahi kılığında, Sultan İkinci Ahmed, Mevlevi şeyhi kılığında, Sultan Dördüncü Murad derviş kıyafetinde, Sultan İkinci Abdülhamid ise Mekke emirlerinin kıyafeti olan şerif kıyafetiyle tebdil gezilerine çıkardı. Üçüncü Mustafa, sarayda görevli silahlı muhafızların yani hasekilerin kıyafetlerini tercih eder. İkinci Osman ise biraz daha mütevâzi olan bostancı kılığına bürünürdü. nbsp;
Dördüncü Murad, ikinci Mahmud, üçüncü Selim, Fatih Sultan Mehmed, birinci ve ikinci Abdulhamid, üçüncü Mustafa ve ikinci Osman tedbil gezileriyle meşhur padişahlardandır.
Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.

Her güne bir dua

Teravih duası
Teravih namazına başlamadan, namaz aralarında ve teravih sonunda okunan tesbîhler ve duâlar şunlardır: nbsp;
Teravihe başlamadan önce:
Sübhâne zil-mülki vel-melekût. Sübhâne zil-ızzeti vel-azameti vel cemâli vel-celâli vel-ceberût. Sübhân-el melikil mevcûd. Sübhân-el melik-il ma'bûd. Sübhân-el melikil hayy-illezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun, kuddûsun, Rabbünâ ve Rabb-ül melâiketi ver-rûh. Merhaba, merhaba, merhaba, yâ şehre Ramazan. Merhaba, merhaba, merhabâ yâ şehr-el bereketi vel-gufrân. Merhaba, merhaba, merhaba yâ şehr-et tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur'an. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bâtınühû yâ men lâ ilâhe illâ hû. Allahümme salli alâ Muhammed. (Ramazan-ı şerifin onbeşinden sonra, 'Merhaba' yazılı olan yerler 'Elveda' diye okunur.) nbsp;
Teravih aralarında:
Teravih aralarında, her dört rekatin sonunda okunacak duâ: (Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ.) nbsp;
Teravih namazı tamamlandıktan sonra okunacak duâ: nbsp;
Yâ hannân, yâ mennân, yâ deyyân, yâ bürhân, Yâ zel-fadlı vel-ihsân, nerc-ül afve vel-gufrân, Vec'al-nâ min utekâi şehr-i Ramazan bi-hürmet-il Kur'an. nbsp;
nbsp;Mahzun  sahabe 'Vahşi'

ERZURUM MUTFAĞINDAN
KADAYIF DOLMASI

Malzemeler:
gt; 1/2 kg tel kadayıf
gt; 1 su bardağı iri kıyılmış ceviz
gt; 1 fincan süt
gt; 4 yumurta
gt; 3 bardak şeker
gt; 2 bardak su
gt; 1/4 limon suyu
gt; Kızartmak için 1 su bardağı sıvı yağ

Yapılışı:
Şeker, su ve limon suyu kaynatılıp şurup soğumaya bırakılır. Kadayıftan bir miktar alınıp tabağın üzerine ince bir tabaka halinde kare şeklinde didiklenerek yayılır. Arasına dolma içi koyar gibi 1 çorba kaşığı ceviz içi koyulup sarılır. Yumurta ve süt çırpılır. Sarılmış kadayıflar iyice yumurtalı karışıma bulanır. Kızgın yağda altın sarısı renk alıncaya kadar kızartılır. Sıcak sıcak soğuk şurubun içine atılır ve servis yapılır.

Hayal tiyatrosu
Şefkat-2
O benim babam değil....
Sevgili eşinin yüzünde o ana kadar hiç görmediği, fark etmediği yıpranmışlık izleri feryat ediyorlardı sanki... Ciğeri yandı...
Daha önce bu soyut izleri niye göremediğinin ızdırabıyla birbirine karıştı duyguları... Bu tiril tiril tene aşıkken, nasıl da sezememişti ardındaki hüzünleri...
Eşinin az önceki yüzü ile şimdiki yüzü arasında uçurumlar vardı adeta... Sanki bir güzellik maskesi inmişti hayat arkadaşının yüzünden ve ardından hüzünle dolu bir ömür ortaya çıkmıştı...
Duyguları karmakarışık; titrek, hakim olmaya çalıştığı sesiyle soruverdi biraz durulmasını bekledikten sonra...
- Canım... Ne oldu... Niye bu endişe... Neler yaşadın sen... nbsp;
Kızcağız burnunu küçük bir çocuk gibi çeke çeke, yaş dolu gözleriyle bakmaya çalıştı eşine... Sonra yine kaçırdı bakışlarını ondan...
- Gel sultanım, gel otur şöyle, sakin ol ne olur...
Koltuğa oturdular... Hanımını bırakmıyordu... Ona olan aşkının, düşkünlüğünün, sıcaklığını bütün gücüyle ona vermeye çalışıyordu... Kelimeler yardımına yetişemiyordu zira...
Büyük bir aşk beslemişti O'na şu saate, şu saniyelere kadar ama ilk defa başka bir duygu daha sarmıştı benliğini...
Şefkat...
Hangisinin daha çok olduğunu bilemedi o anda... Aşkı mı yoksa şefkati mi daha fazlaydı... Bilemedi...
Kızcağız zorlukla konuşmaya başladı... Sır perdesi aralanmak üzereydi...
- Babam, diyebildi sadece...
- Evet baban...
- O benim babam değil...
(devam edecek)
Ömer Çetin Engin
omer.cetin@tg.com.tr nbsp;
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...