Musul masal gibiydi

Düzenleyen:
Musul masal gibiydi

DÜNYA Haberleri

Yâkut el-Hamevî’ye göre Musul yeryüzünün en büyük üç şehrinden biriydi. Onu “Irak’ın kapısı, Horasan’ın anahtarı, Azerbaycan güzergâhı” diye tarif etmişti.

İrfan Özfatura
Diyarbakır, Hasankeyf, Tikrit, Samarra, Bağdat, Medayin, Aziziye, Numaniye, Kut, Basra, Hurremşehr, Abadan ve diğerleri...  
Bunların alayı da tespih gibi diziliyor Dicle kıyıcığına. 
Nehir ve şehir. Yakışıyor. 
Mezopotamya (Beyt Nehreyn) medeniyetlere maya çalan bir coğrafya. Tarih desen onda, mimari desen onda, damak tadı zaten onda. Hurmalıklar, bereketli sofralar, güleç insanlar ne istersiniz daha?
Dilerseniz bugün size Musul’dan bahsedeyim biraz. Şirinliğinden, güzelliğinden… 
Kanlı dumanlı görüntüleri ekrana düşecek nasıl olsa. Canım Halep viran oldu gitti, dua edelim de kardeşi aynı akıbeti yaşamaya. 
İNSANLIK TARİHİ GİBİ
Musul adı, Arapça vusul (kavuşmak) ile mevsil (kavşak) kelimelerinden geliyor. 
Çok eski bir kent… Ne kadar eski diye sorarsanız şunu diyebiliriz; Şit aleyhisselamın makamı (kabrini bilmiyoruz) bulunuyor burada.  
Evet biz de Âdem oğluyuz ama Şit aleyhisselam Hazreti Âdem’in öz oğlu ve bizzat Havva Validemizden doğuyor. Alnında parlayan nur Server-i Kâinatı (sallallahü aleyhi ve sellem) işaret ediyor. 
Osmanlı Valisi Mustafa Paşa, sanatlı bir cami yaptırıyor adı geçen mekâna. 
Biliyorsunuz, Efendimiz Taif’te tebliğ yaparken alaya alınıyor, hakarete uğruyor, taşlanıyor. Habibullah bir kuytuya çöküp kaldığında sevimli bir köle geliyor, üzüm ikram ediyor. Efendimiz ismini soruyorlar. 
-Utbe ve Şeybe’nin kölesi Addas. 
-Nerelisin? 
-Nineveliyim. 
-Yunus aleyhisselamın memleketinden imişsiniz. 
- Siz Nebi Yunus’u nereden biliyorsunuz? Onu buralarda kimse tanımaz.
-Yunus kardeşimdir. O da benim gibi bir resul idi.   
Addas “bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olamaz” diyor, iman ediyor.
Musul’da Nineve harabelerine kuş bakışı bakan bir tepede Yunus aleyhisselamın makamı vardı, Saddam zamanında tepe taraça taraça işlenip çiçeklendirilmiş ve külliye çıkarılmıştı ortaya. 
Musul’da yaşayan nebilerden biri de Circis aleyhisselam. Putperest kral, mübareği susturmak için zulme başvuruyor ama muvaffak olamayınca onu ve ona inananları şehit ediyor. 
Bu üç kabir ya da makam da ziyaret ediliyor, Fatihalarla yâd ediliyordu. “Du” diyorum çünkü selefi DAEŞ militanları tarafından bombalanıp yıkıldılar. Saygısızlar, yanlarındaki mescitlere bile acımadılar ki, mimari hususiyetleri olan binalardı onlar. 
ASURLARDAN, OSMANLIYA
Ders kitaplarında Asur’u işledik malum. İşte o güçlü  imparatorluğunun merkezi Musul. Düşünün zamanında Mısır, Suriye, Anadolu ve İran’da ferman okutuyor. 
Musul bilahare Sasanilerle Bizans arasında gelip gidiyor. 
Rebî bin Efkel el-Anzî komutasındaki Müslümanlar tarafından fethedildiğinde hicri 16 daha.  
Hazreti Ömer, Utbe bin Ferhad’ı vali tayin ediyor. Müminlerin ilk işi şehre bir cami yapmak oluyor.
Osman (radıyallahu anh) Hazreti Arfece bin Herseme’yi vali olarak gönderiyor, Ezd, Kinde, Tay, Abdülkays kabilelerine mensup 4 bin Müslümanı da Musul’a iskân ediyor. Musul, Emevi Halifesi II. Mervân zamanında gelişiyor, genişliyor, kabuğunu kırıyor. 
Abbasiler Devrinde resmen eyalet merkezi... Azerbaycan sınırına kadar uzanan topraklar ondan soruluyor. 
Hamdânîler, Ukaylîler, Büveyhîler, Mervânîler derken Selçukluların eline geçiyor (1056). 
Havali huzur içinde yaşarken haçlı uğruları sökün ediyor. Onlara ilk darbeyi Muhammed Tapar’ın Musul valisi Mevdûd bin Altuntegin vuruyor. 
Musul Emiri İmâdüddin Zengî ayrı bir devlet kursa da ayrı baş çekmiyor, Kudüs davasında Selâhaddin Eyyûbi’nin yanında duruyor. Birlikten rahmet doğuyor, haçlılar kum gibi kalabalık gelseler de Hittîn’de perişan oluyorlar. 
Moğol istilası, Memluk direnişi, İlhanlılar, Celâyirliler, sonra Timur oğulları, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevîler… 
Ve Musul, Yavuz Sultan Selim Devrinde (1517) Osmanlının eline geçiyor. Diyarıbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa ve Cizre Hâkimi Bedir Bey’in desteğiyle (Nisan 1517) alınıyor. İran saldırıları süregidince, güçlü surlarla (10 km) çevriliyor ve hendeklere Dicle’den su veriliyor. 
SEYYAHLARIN DİLİNDEN
Musul, renkli bir şehir; bu yüzden seyahatnamelerde geniş yer buluyor. 
Mesela ibn Havkal, bahçelerin ve meyvelerin bolluğundan bahis açıyor; Makdisî, latif havasını, temiz sularını ve mimarisini anlatıyor. Bilhassa Zübeyde Nehri kıyısındaki Murabbaa Kalesi’nden, kapalı çarşılarından, Kasrü’l-halîfe Sarayı’ndan söz açıyor. 
Musul’u öve öve bitiremeyenlerden biri de ibnü’l-Fakîh. Burada yaşayanların sıhhatli olacağından dem vuruyor. 
İbn Cübeyr “Dicle kıyısındaki Mücahidüddin Camii’nden daha büyük ve güzel bir cami görmedim. Tezyinat ve nakışlarıyla eşsizdir” derken ibn Battûta çarşılarını anlatıp esnafın dürüstlüğünden, halkın ahlak ve faziletinden söz ediyor. 
Evliya Çelebi ise, Hüsrev Paşa’nın kaleyi sil baştan tamir ettirdiğini, Musul’da 1.700 muhafız bulunduğunu yazıyor.
RENKAHENK
16. yüzyılda şehirde 16 kapalı çarşı, 33 han, yüzlerce dükkân, kervansaray, darphane, tabakhane, boyahane ve macunhaneler bulunuyor. Ticaretin hızla geliştiğini şuradan anlıyoruz; 1540’larda 330 bin akçe gümrük vergisi toplanırken, 1570’de bu rakam 650 bine çıkıyor. 
Musul, kervancıların uğrak yeri. Yaklaşık 1.500 deve, 600 katır “yük ve eşya” taşıyor. Kervanınız için muhafız mı aradınız? 150 cengâver emrinize amade bekliyor.
Peki ne alıp satıyor? 
Şehir öncelikle tekstil merkezi, çarşaf, havlu, kuşak, perdelik yapıyor. Kilimden seccadeye, abadan çuhaya her aradığınız bulunuyor. Ama o adını ince hafif “muslin”lerle duyuruyor. Boyamada da çok ustalar, zaten ticarette ilk kalemi mazı (kumaşı yeşile boyayan bir çam türü) alıyor. 
Hindistan’a Arap atı; Avrupa’ya meşe palamudu, deri, yapağı, tiftik, pamuk; Trabzon’a dokuma; Mardin ve Diyarbakır’a yün ile ipek; Şam’a hayvan satıyor. Bağdat’a tahıl ve tahta yolluyor. 
ULEMA, FÜZELA, ÜDEBA
Ecdat, Musul’a çil çil kubbeler serpiyor. Camiu’l-atik, Camiu’n-Nuri, Camiu’l-Mücahidî, Mescidü’l-Hallâl, Mescid-i İbrahim el-Cerrahi, Mescidü’r-Rahmani, Mescid-i Eminüddin Yakut, Mescid-i Mansur el-Hallac, Mescidü’t-Türkmani öncü mimarileri ve zevkli tezyinatı ile dikkat çekiyor.  
1890 yılında şehirde 129 cami ve mescit bulunuyor. Civarın gençleri okumaya geliyor, Nizamiye, Atabekiyye, Atika, Kemaliyye, Zeyniyye, İzziyye, Nuriyye, Yusufiyye, Kahiriyye, Alâiyye, Mücahidiyye ve Muhaciriyye Medreselerinde ilim ve edep ile donanıyorlar. 
Muhaddis Abdülaziz bin Hayyan, Ömer bin Bedr, Ebû Bekir Sevab bin Yezid, Muâfâ bin İmran, Ebû Ya‘lâ el-Mevsılî, Fakih Abdullah bin Mahmud, Abdürrahim bin Muhammed, Abdullah bin Hubeyk Feth el-Mevsılî devrin önde gelen âlimleri.
Ayrıca astronomi, tıp, kimya gibi dallarda temayüz eden isimler yetişiyor.
Cebir, hendese ve feza alimi Ali bin Ahmed el-İmrani, göz hekimi Ammar bin Ali, dil bilimci ibn Cinnî, ibn Danyal, ibn Ebû Asrûn, Tarihçi Yezid bin Muhammed el-Ezdî, kıraat âlimi Muhammed Şu‘le el- Mevsılî  gibi… “Mevsılî” Musullu demek oluyor. 
Bugün, Baba Gürgür mevkiinde bulunan neft yataklarından, Batılıların Musul’a nasıl sarktıklarından, İngilizlerin hukuksuz işgallerinden, Lozan’da İsmet Paşa’nın acemiliğinden, Ankara’nın ilgisizliğinden de söz açacaktık ama sığmadı sayfaya. 
Onları da anlatalım bir sonraki yazıya. 

 

Düzenleyen:  - DÜNYA
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...