Batılı başa bela!

Düzenleyen:
Batılı başa bela!

YAŞAM Haberleri

Hint Okyanusu’nda bir ada düşünün, insanlar balık tutsun, tarım yapsın, mutlu mes'ud yaşasın. Avrupalı rahat bırakır mı hiç? İlla gelip çökecek gırtlağına. Zengibar bağımsızlığına kavuştuğuna sevinemeden “kızıl” işgale uğrar. Komünistler, medreseleri kapatır, âlimleri sustururlar

İrfan Özfatura
İrfan.ozfatura@tg.com.tr

Zengibar açık hava müzesi gibi, Batılıların “Stone Town” (Taş Şehir) dedikleri geniş alan, zarif konakları ve işlemeli kapıları ile dikkat çekiyor. 
Banmara Mescidinin minaresi ait olduğu camiden bile yaşlı, "kaç yıllık?" diye soruyorum “ohooo” deyip ellerini sallıyorlar. 
“Kizimkazi” eski bir İslâm merkezi. Camisi Hicri 500'lerden kalma. Banileri yanı başında yatıyor, Fatiha alıyorlar hâlâ. Mihrabı, minberi çok sanatlı ve olduğu gibi duruyor. Dile kolay 910 yıllık bir mescittesiniz, insan heyecanlanıyor. Ondan da eskileri  varmış ama dayanamamışlar zamana.
Müslümanların Zengibar’a Emevî Halifesi Abdülmelik bin Mervân devrinde (685) geldiğini biliyoruz. Demek ki mazileri 13 asırdan fazla. 
VASKO DA GAMALIHAÇ!
Bize kâşif diye tanıtılan katil Vasko, 1499’da Zengibar’ı gözüne kestiriyor. Krala neler anlatıyorsa anlatıyor, Portekiz donanması gelip taciz ediyor. 1528’de Nuno da Cunho saldırıyor ama kalıcı olamıyor. 1530 yılında Rui Lourenço Ravasco adayı ablukaya alıyor. Bir çok cami ve medreseyi yıkıp, haraca bağlıyor. 
O sıra Osmanlı'nın başı yine İran ile belada. Onlarla uğraşmaktan kurtulup da el uzatamıyor dostlara. 
16. yy'da Portekizli Joao Homere, Zengibar’ı kesin olarak işgal ediyor. Ama bir kültür dayatamıyor, aksine kendileri Arap harfleriyle okuyup yazmaya başlıyor. 
Akabinde Hindistan yolunu emniyete almak isteyen İngilizler musallat oluyor (1896).  Bakın İngilizler sömürü çarkının devamı için neden medet umuyorlar biliyor musunuz? 
"Demokrasi’den!" 
Bir fırka (parti) Hintlilere kurduruyorlar, bir parti Şirazilere, bir parti de Araplara. Seçim sath-ı mailinde gerilim yükseliyor.
Neticede iktidara ticaretle meşgul olan Araplar geliyor, ekseriyette olan Afro Şiraziler ayaklanıyor. Demek demokrasi fazilet falan değil, ırki saplantıları su yüzüne çıkarıyor. 

YAĞMURDAN KAÇARKEN

1963 yılında bağımsız oluyorlar. Bir bayrak ve marş edinince başları göğe eriyor. Ancak Batılı emperyalistlerin boşalttığı alanı Sovyetler dolduruveriyor (1964). 
Zengibar, Komünistlerin elinde karanlık günler yaşıyor, medreseler kapatılıyor, âlimler susturuluyor, mütedeyyin insanlar bunaltılıyor. 
Hükûmet binlerce hektar araziye el koyuyor, yandaşlarına dağıtıyor. Kızılların önderliğinde yapılan kıyım (1965) unutulacak bir hadise değil. Arap asıllıların evleri, köyleri yakılıyor, dükkânları yağmalanıyor. 20 bin kardeşimiz satırlarla, palalarla katlediliyor, ki bunlar iş bilen insanlar, eksiklikleri hissediliyor hâlâ. 
Derken Başkan Ubeyd Kerûmî, Sosyalist Tanganyika ile birleşiyor. Yeni devletin adı "Tanzanya" oluyor. Burada ki “Tan” Tanganika’yı, “Zan” ise Zanzibar’ı işaret ediyor.  
Marksistler bir derde çare olamıyorlar, memleket her geçen gün kötüye gidiyor. Neticede siliniyorlar, millet adlarını bile anmaz oluyor. 
İNGİLİZ GÖZ BOYUYOR
Batılı kafile başkanları, turistleri önce Anglikan kilisesine götürüyor. Ve bir İngiliz propagandasıdır başlıyor.  
Meğer Zengibar’ı niçin işgal etmişler, biliyor musunuz? Köle ticaretine mani olmak için!..
İnsanın "yapma ya, köle ticareti sizden sorulur” diyesi geliyor. Müslümanların öyle baş edilmez arazileri, kalabalık atölyeleri yok ki, köleyi napsınlar? 
Ama Batılı öyle mi ya? Metro inşaatlarında, maden ocaklarında, şeker kamışı, muz, kahve plantasyonlarında karın tokluğuna çalıştıracak sefil arıyor. Bunun da iki yolu var. Ya mangırı sayarsın avucuna ya da vurursun zincire, dipçik zoruyla... 
O yıllarda yabancı gemicilerin Emir ile anlaşmaları bulunuyor, deniz kabarınca sakinleşinceye kadar adada kalıyorlar. Peki esir tacirleri de konaklamış olabilir mi? Yok desek yalan olur, vakıa. 
İngilizler, garipleri tepe tepe kullanmakla kalmıyor, askere alıyor, dikiyorlar namluların karşısına. 
Çanakkale’de Hintlinin, Cezayirlinin, Zuavenin işi ne? Hadi koçum diyorlar, sürüyorlar ateşe...  
BİR BALIK ALAYIM MI?
Zengibar balık zengini bir ada. İskeleye yanaşan teknelerde İstanbul'da göremediğimiz orkinoslar, kılıçlar...  Kral balıkları, baraküdalar, mercanlar, zarganalar, iri iri barbunlar… Balık bol ve öbek hesabı satılıyor. Yapıyorsun minik bir tepe "ne verecez usta?" Üç aşağı beş yukarı, anlaşıyorsun sonunda. 
Çin atasözü ne demiş “balık verme, tutmayı öğret.” 
Pişirmeyi de öğretseler iyi olacak ayrıca. Güzelim balıkları yağda kızartıp alıyorlar kenara, ne mangal biliyorlar, ne buğulama. Hâlbuki yanına marul, limon koysalar, üstüne bi dilim tahin helva... Kim bilir belki de uğraşmaya değer bulmuyorlar, onlar için sıradan bir gıda. 
Akşamları sahildeki meydan (Hadika Forodzhani) açık hava lokantasına dönüyor, duman altı oluyorsunuz âdeta. 
Köfte bilinen bir şey değil, şiş, döner, fırın kebap ha keza. Daha çok hamur kızartıyor, pizza hazırlıyorlar tavada… 
“Sambuseh” bildiğiniz muska böreği, bir de sacda kavurdukları hamur var, “çapat” diyorlar ona! 
Pirinci hem yetiştiriyor hem de severek yiyorlar. Bilhassa ince uzun olanlar (jasmine) hoşça kokuyor. 
Ev yemeklerinde Arap, Hint tesiri hissediliyor. Biryan (etli pilav) bizim damak zevkimize de uyuyor.  
Umman işi halaviyatı saymazsanız tatlı kültürleri zayıf. Sanırım meyve bolluğundan ihtiyaç duyulmuyor. 
ALTINI ÜSTÜNE GETİRDİK
Arap sahilinde (Mangapwani) bir mercan mağarasına götürüyorlar. Ben diyeyim 300, siz deyin 500 metre. Dehliz uzayıp gidiyor uzaklara. Mağarayı keçisini kaybeden bir çocuk bulmuş. İçinde serin sulu bir gölü var, sal hortumu beş köyü beslesin sana.  
Azıcık heyecanlanayım derseniz derinlere gidin ve ancak bir insanın sığabileceği delikten çıkın dışarıya. Kuyu gibi oyuktan tırmanıyorsunuz, çalılar içinden bitiveriyorsunuz âdeta. 
Burası Hamid Salim adlı bir Arap’ın arazisi. “Gelen, geçen gezsin” diyor, ücret de istemiyor. 
Bir mağaraya da turkuaz renkli sahilleri ve zıp zıp zıplayan yunusları ile tanınan Kizimkazi’de rast geliyoruz. Mağara içinde yine bir göl, kenarında bir kabartı, sanki oturmuş su dolduruyor. Köylülerin anlattıklarına bakılırsa o haset bir kadınmış, kuması Hacer'i sıkıştırınca taş olmuş güya!
Yaaa bak görün de ibret alın, kocanız ikinci evlenirse sesinizi çıkarmayın tamam mı? 
Yoksa!.. 

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...