Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu

Düzenleyen:
Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu

MAGAZİN Haberleri

Piyanist, besteci, yazar, şair Anjelika Akbar. “O gün bayramımdır” diyor bu ülkeye ayak bastığı ilk gün için. İsmine besteler yaptığı İstanbul’u ise, “Venedik ve Roma, İstanbul’un yanında birer gölge gibidir” sözleriyle anıyor...

'Türkiye’ye geldiğim gün benim için bayramdır' diyor piyanist, besteci, şair, yazar Anjelika Akbar...
Müziğe dair yetenekleri ve kariyerinin yanı sıra, Müslümanlığa yaklaşımı, insan sevgisi ile hayran olunası bir deha...
“Dünya’nın en güzel şehirleri olarak kabul edilen Venedik ve Roma, İstanbul’un yanında zayıf birer gölge gibidir” cümlesini söylerken gözlerindeki ışığı görüp de İstanbul sevdasına hayran olmamak mümkün değil. Bu nedenle onu daha iyi tanımak ve sizlerle buluşturmak istedim. Türkiye’ye UNESCO temsilcisi olarak gelip bir daha dönemeyen, Türkiye’deki insanlara sevgisiyle Müslümanlığı seçip ardından tasavvufa yönelen Anjelika Akbar’ın bu müthiş yolculuğunun en azından bir bölümünü, sorularıma verdiği müthiş cevaplarla öğrenmek isterseniz, buyurun:

- Türkiye’ye 26 yıl önce geldiniz ve bir daha da dönmediniz. Kalmanızı sağlayan en önemli şey neydi?
Aşk... İstanbul’a ilk geldiğimde âşık oldum bu şehre, ülkeye. 4 Aralık’tı tarih. Tek kelime Türkçe bilmiyordum. İnsanlarla tamamen gönül dili ile iletişim kuruyordum. Bir yeri güzel yapan insanlardır. Ben de o insanlar sayesinde Türkiye’yi sevdim. UNESCO üyesi olarak, eski eşimle buraya henüz SSCB dağılmadan önce geldim. Geçici olduğunu düşünüyordum ama kalbim burada kalmam gerektiğini söyledi. Ailem önce çok şaşırdı ama sonra hepsi birer Türkiye âşığı oldu. Ailemin birçok bireyi Avrupa ve Amerika’ya yerleşti. Beni de çekmeye çalıştılar ama benim kalbim artık Türkiye’ye aitti.
- İlk gününüze dair ne hatırlıyorsunuz?
Yağmurlu, serin bir aralık günüydü. Martıların çığlıkları, vapur sesleri, deniz kokusu, gülümseyen gözler... Bana güzel bir müzik gibi gelen ama o anda hiç anlamadığım Türkçe.
- İstanbul’un en çok nesini, neresini seviyor, nasıl ifade ediyorsunuz?
İstanbul... Karşıtlar Birliği kavramını bence en güzel ifade eden şehirdir yeryüzünde... Ayvazovski’nin de dediği gibi, “Dünya’nın en güzel şehirleri olarak kabul edilen Venedik ve Roma, İstanbul’un yanında zayıf birer gölge gibidir...” Ben İstanbul’da bu çeşitliği ve uyumsuz, biçimsiz gibi duran öğelerin uyumunu seviyorum... Milyonlarca insanı içinde taşımak bir şehir için zor bir görevdir. Ve bunca yorgunluğa rağmen İstanbul yine de her şeyi ile şaşırtıcı, taze, çağırıcı. İstanbul bir müzik eseridir...
- Müziği sadece iş olarak görmüyorsunuz. Tuşlara dokunduğunuzda neler oluyor?
Haklısınız. Müzik sanırım dünya ile kurduğum bir bağ. Besteleri yaparken hissettiklerimi müzik diline tercüme ediyorum... Hırsı, kaygısı olmadan, öylece, aktığı gibi. Ve en önemlisi, müzik bir titreşim, bir frekanstır. Tıpkı içimizdeki atomlar gibi... Yani evrendeki her şey titreştiği gibi, insanın yapısında ve de müziğin doğasında titreşim ve ritim mevcut, ve her şey onlarla vücut buluyor. Belki o yüzden insanı en çok etkileyen sanat dalı müziktir. Kendimizi tanıma ve tanımlama imkânı buluyoruz müzikte...
-  Yazar, piyanist, besteci, şair... En çok hangisi sizsiniz?
Ben öncelikle piyano ile bütünleşmiş, onu çok iyi tanıyan bir besteciyim!.. Piyanistliğimin tek farkı şu: ellerimde on parmak yerine on kalbim var; tuşlara onlarla basıyorum!..
Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu
Anjelika Akbar’ın oğullarıyla çektirdiği ve en sevdiği fotoğraflardan biri.

HER ESER SONRASI DUYGULARINI PAYLAŞIYOR
- Konserlerinizde her eserin ardından duygularınızı paylaşıyor, izleyicinizle konuşuyorsunuz. Size özel bir ritüel gibi.
Evet, bunun hoş bir hikâyesi var. Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın ilk kurucu öğretim üyesi olduğum zamandı. Rektörümüzün isteğiyle bütün fakültelerde öğrencilere konser veriyordum. Bir çoğu klasik müzik ile daha önce hiç tanışmamıştı. Hatta çekiniyor, korkuyorlardı. Ben de durumu fark edince, aralarda küçük yorumlar yapmaya başladım her eser öncesinde. Klasik müziğin bir başka iletişim dili olduğunu, ve ortak paydanın duygular olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Bestecinin o eseri yaparken nelerden etkilendiğini, neler anlatıyor olabileceğini anlatmaya çalışıyordum. Kendi eserlerimde ise bestelerimin ilham kaynağını anlatıyordum. İnsanlar bunu çok sevdi. Ben de öyle konuşarak konser vermeyi çok sevdim. Oysa aldığım sıkı akademik eğitimde elbette böyle bir şey yoktu. Müzisyen sahneye çıkar, eserleri çalar, gider.
Ben buna 23 sene önce başladım ve hâlâ devam ediyorum. Hatta az konuştuğum bazı konserlere dinleyiciler soruyor, niye bu sefer az anlattım diye...
Son yıllarda görüyorum ki, birçok müzisyen açıklamalı konserler vermeye başladı. Mesela Türkiye’de bunu yıllardır Cem Mansur harika bir şekilde yapıyor. Yurt dışında da örnekler var. Demek ki ihtiyaç duyuluyor buna.
Zaten konserde ben kendimi sahnede değil, evde gibi hissediyorum. Dinleyiciler ise benim ev misafirlerim. Bunu yaşadığım gibi, gelenlere de öyle rahat bir atmosfer sunmak istiyorum. 
-  İki evladınız var. İlişkileriniz nasıl?
Büyük oğlum Yürek, İstanbullu olmamla yaşıt, 26 yaşında. Timur 9’unda. Aslında küçük oğlum “Anne sen benden küçüksün” diyor zaman zaman. İlişkimiz böyle işte...
- Müslüman olmanızı tetikleyen şey neydi?
SSCB’de din unsuru yoktu. Ben çocukluğumdan beri ezoterik felsefe ile yoğruldum. Babam felsefe profesörü, ve aynı zamanda orkestra şefi idi. Müzik, felsefe, edebiyat, daha sonra da maneviyat hayatımın ana başlıkları idi. Türkiye’de eski eşimle birlikte yerleşmeye karar verdiğimizde aslında gelişen şeyler benim dışımdaydı. Öyle hissediyordum. Bir anda kendimi müftülükte buldum.
- O anda ilk ne hissettiniz?
İslam ile tanışmaya başladığım zaman birçok konuya farklı bakmaya başladım. Şu anda tek söyleyebildiğim şey, o yolda mesela anladım ki, ben müzik için doğmadım... Hayır, müzik benim için müthiş bir iletişim aracı ve yol arkadaşı. Ama ben aslında insan olmaya geldim, hepimiz gibi...
- Felsefeye ilginizi biliyorum. Bu çerçeveden, dünya barışına bakışınız nasıl?
Savaşlar ve çatışmalar her zaman vardı ve her yerde...Çünkü bizim içimizde olan nefsin bazı basamakları bu nitelikleri taşıyor. Ne zaman ki içimizdeki barışı yaşamaya başlarsak, o zaman dış dünyada da barış olacak. Ve bir şey değiştirmek istiyorsak, kendimize yönelip, o işlevi kendimiz ile başlamamız lazım. Sürekli aynaya bakıp şunu bunu beğenmeyip değiştirmeye çalışmak mantıklı değil, çünkü beğenmediğimiz ta kendimiz oluyoruz.
- Kitaplar, albümler, yüzlerce beste... Kısa ve uzun vadede neler yapmak istiyorsunuz?
İnsan olmak istiyorum... Hem kısa, hem uzun vadede... Gerisi gelir...
Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu
Anjelika Akbar kimdir?
400’den fazla bestesi olan Anjelika Akbar, Kazakistan’da müzisyen ve felsefeci bir baba ile müzisyen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 2,5 yaşında nota biliyor, piyano çalabiliyordu. 4 yaşında mutlak kulak yeteneği fark edildi ve Moskova Devlet Konservatuvarı’ndaki harika çocukların okuduğu okula kabul edildi, en iyi öğrenciler arasında oldu. 11 yıl süren eğitiminin ardından Rusya’da “En İyi Genç Besteci” seçildi. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarında Doktora aldı, Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarının ilk kurucu öğretim üyesi oldu. 1993 yılında Türk vatandaşı oldu. 12 albümü, 3 kitabı olan Akbar’ın ‘Üç Cemre Üç Aşk’ adlı bestesi, 2013 yılında Devlet Opera ve Balesi sanatçıları tarafından sahneye konuldu.
Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu
‘Nataşa’ algısını bile esprili anlattı
Anjelika Akbar, duygularını sadece notalara dökmemiş. Yaşadıklarını, özlemlerini, meraklarını, masal dünyasını kitaplara da aktarmış bir isim. Türkiye sevgisini, “İçimdeki Türkiyem” kitabıyla anlatmış. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen iyi niyet ve olumlu düşüncelerini kaybetmeyen Akbar, ilk oğlunun hamilelik sürecindeyken başladığı ve 20 yıllık süreç içinde devlet memuru olduğu, bazı zamanlarda “Nataşa” olarak algılandığı Türkiye serüvenini, esprili dille bu kitapta paylaşmış... Ardından Rusya’da yazdığı, aslında hayal dünyasına yolculuğu anlatan “Uçan Köpek Baaşa’ yı Türkçe’ye çevirdi.  
Babalar ve Kızları hep babasının küçük kızı olarak kalanların bir araya gelmesi. İç acıtan, tebessüm ettiren, hüzünlendiren baba-kız hikâyeleri var bu kitapta. “Cumhuriyetin ilk yıllarından, sefalet içindeki Anadolu kasabalarına, darbelerden kahrolası 12 Eylül’e kadar... “Bu kitaptan sonra babanızı, kızınızı, kendinizi daha iyi anlayacaksınız” diyor Akbar...

Notalarda İstanbul ve su var
İstanbul sevgisini notalarla anlatmış Anjelika. Bir aşk hikâyesini anlatan “Beni Unutma” filmi için bestelediği 35 parçanın 19’unu aynı isimli albümünde toplamış. 12 albümden biride Likafoni. “Anlamı ne” derseniz, şöyle: ‘Lika’, Anjelika’nın çocukken ismi sorulduğunda verdiği cevap. ‘Foni’ ise sesler manasına geliyor ve Likafoni’yi oluşturuyor. 
Bu ülkeye sevgisini anlattığı “İçimdeki Türkiyem” albümünde Anadolu esintilerinden rüyalara kadar Türkiye’ye özel her duygu var. Hatta Köy Enstitüleri bile...
Su albümünü ise videolarından izlemenizi tavsiye ediyorum. “Su... Yaşamın sırlarından biri. Formu yok, rengi yok; saf, temiz, hayat dolu” diye anlatıyor bu albümü Anjelika. Her bestesi ise temiz ve saf sevgiyi anlatıyor. ‘Bir’den Bir’e CD’sini de tek başınıza dinlemenizi tavsiye ediyor.
Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu
Suikasta kurban giden Karlov, önce ‘İNSAN’dı
Anjelika Akbar, geçtiğimiz günlerde bir suikasta kurban giden Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov için ağlıyor hâlâ. Kendisiyle 2 yıl önce Ankara’da büyükelçilik binasında tanışmış. Ardından  Ayvazovski’nin İstanbul’u adlı proje üzerinde çalışmaya başlamışlar. Uçak krizinden önceki dönem. Karlov bu projenin Türk-Rus ilişkilerini yeni boyut kazandıracağına olan inançla, müthiş bir strateji üzerinde çalışıyormuş. 500 eserin Moskova, St-Petersburg, Kazan gibi birçok yerde sergilenmesi için telefonlar etmiş, yazılar yazmış. Projenin İstanbul prömiyerinde de önemli bir misafir olarak katılacağına söz vermiş. “Haberi aldığımda yıkıldım” diyen Akbar, duygularını şöyle döküyor cümlelere: Kendi dedemi kaybettiğimde olduğu gibi sarsıldım. Kaç gün geçti, kalbimdeki acı dinmedi. 
Anjelika Akbar: İstanbul'a gelişim bayramım oldu
Hazırlayan: Canan ERASLAN

 

 

 

 

 

 

Düzenleyen:  - MAGAZİN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...