Left
Lamba

HAYIRLI RAMAZANLAR

__:__:__
Lamba
Right

Egemen Bağış yazdı: EVET! Bundan böyle söz milletin olacak

Düzenleyen:
Egemen Bağış yazdı: EVET! Bundan böyle söz milletin olacak

GÜNDEM Haberleri

Egemen Bağış, bugünkü makalesinde "Türkiye, 1923'ten bu yana en önemli atılımlarından birini gerçekleştirme arifesinde. "Güzel günler göreceğiz..." EVET o güzel günler çok yakın." ifadelerini kullandı.

Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 1923’ten bu yana en önemli atılımlarından birini gerçekleştirmenin arifesindedir. 16 Nisan Referandumu ile birlikte Türkiye son 15 yılda yakalamış olduğu büyük yükselişin önündeki en önemli engeli de kaldırmış olacak.
Yıllar boyunca Türkiye’de istikrarsızlığın en büyük nedeni olan çok başlı yönetim anlayışı, Türkiye’nin büyük devlet olma yolunda ilerlemesinin önünde engel olmuştur. Ne zaman büyüme yönünde hamle yapacak olsa devlet mekanizmaları içine yerleşmiş odaklar bunu engelliyordu. Bu odaklar, her devirde olduğu etkilerini korumaya yönelik son çırpınışlarını yapıyorlar. Referandumdan EVET çıkmasıyla bundan sonra bu tür yapılanmalar artık devlet mekanizmaları içinde yer bulamayacak.
Hatırlayın! AK Parti iktidara geldiği ilk yıllarda devlet kurumları kuruluş amacı doğrultusunda yapması gereken çoğu faaliyeti yapmıyordu yapamıyordu. Yeni yolların yapılması bırakın mevcut yolların bakımı bile düzgün yapılamıyordu. Yeni okullar hastaneler yapılmıyordu. Mahkemelerde dava dosyaları birikmişti. Devletin vatandaşına sunmak zorunda olduğu temel işlevleri yerine getiremiyordu.
AK Partinin bürokratik oligarşi ile mücadelesinin son hamlesi de halkımızın EVET oyları ile desteklenecektir.
 
Darbenin her türlüsünü yaşayan bu millet hiçbir zaman dirayetini kaybetmedi
 
Türkiye’nin en önemli ilerlemelerini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk döneminde ve Tek Parti İktidarının olduğu dönemlerde gerçekleştirmesi de tesadüf değildir. Rahmetli Adnan Menderes ve rahmetli Turgut Özal dönemlerinde yapılanları Türkiye’de hiç kimsenin yadsıyacağına inanmıyorum. Her iki önemli liderin de dimağlarındaki gerçekleştirmek istedikleri her şeyi layıkıyla yapamadıklarını, başka bir deyişle bunların yaptırılmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın lideri olduğu ve şahsen içerisinde bir nefer olarak görev almaktan büyük onur ve mutluluk duyduğum Adalet ve Kalkınma Partisi ismiyle kurduğumuz siyasi hareket 15'inci yılındayken açık ara farkla Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en icraatçı partisi oldu. AK Parti döneminde hem ekonomi, hem demokrasi hem de insan hakları konusunda kalıcı ilerlemeler kaydettik.
Yapılan icraatları hizmetler ve reformlar alanında iki başlıkta ele alabiliriz. Hâlihazırda var olan ve o güne kadar yeterince çalıştırılmayan devlet kurumları ve mekanizmaların harekete geçirilmesiyle hizmetler konusunda çok ciddi engellerle karşılaşılmadı. Öte yandan, kamuyla ve sistemle ilgili yapısal değişiklikler yapılırken ise başta muhalefet partileri olmak üzere, her türlü bürokratik oligarşi, Türkiye’nin kronik sorunlarının devamını isteyen bir kısım medya, kamuda her kuruma sızmış olan FETÖ ve burada daha saymadığımız birçok yapının mantık sınırlarını bile zorlayan dirençleri yüzünü gösterdi.
Türkiye’yi ileriye götürecek, kendisini yavaşlatacak olan zincirleri kıracak, daha demokratik, bölgesinde lider ve dünyada söz sahibi olacak bir ülke olmasına yol açacak reformlar, yasa değişiklikleri sürekli ve gerilimi had safhaya tırmandıracak şekilde engellenmeye çalışıldı.
Bütün istikrar dönemleri olduğu gibi Türkiye’nin büyümesini engellemek isteyen güçler siyaset ve bürokrasi kademelerinde her sefer destekçiler buldu. Başarılamadığı takdirde süreçleri uzatmakla yetindiler. TBMM’de anayasa değişikliği madde madde oylanırken de aynı gerilimi gördük. Bu gerilimi manipülasyon yaparak kullanan karşıt güçler en baştan beri reformlara bir şekilde çelme takmaya çalıştı. Yoksa Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi çok daha önceleri gündemimizde olacaktı.
Bu bürokratik oligarşi, hukuk sistemindeki yandaşlarıyla birlikte gücünü milletin sözünden alan iktidarlara karşı olan bu şiddetli tahammülsüzlüğü de her seferinde ülkede her zaman gücünü hissettirmiş olan ordunun meşru siyasal iktidara demokratik olmayan yollardan müdahalesine davet çıkarıyordu.
Türkiye’nin bir daha hiçbir zaman, tarihinde olduğu kadar, güçlü olmasını istemeyen iç ve dış güçler koalisyon dönemlerinde de devletteki odakları kullanmaktan ziyade çoğu zaman bizzat halkı birbirine kışkırtma yoluna gitmişlerdi.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat tarihlerinde yaşananlar, meşru hükûmetlerin önü, özellikle bürokratik oligarşi odakların direncinin yetmediği zamanlarda, birer bariyer olarak kullanıldı.
Bu şekilde demokratik seçimlerle oluşan yasama organı ne kadar çaba sarf etse de, yürütme ve yargı hatta ordunun içine sızmış odaklar her seferinde, gelişmenin ve büyümenin önüne barajlar gerildi.
Dönemine göre, milletin değerlerini küçümseyen ve karar alma gücünü yok sayan bazı ekonomik iş çevreleri ve kendine ‘aydın’ diyen bir kesim de bu darbeleri gizliden veya açıkça destek oldular.
 
Anayasa değişikliği rejim değişikliği değildir
 
Referanduma sunulan Anayasa Değişikliği, Rahmetli Özal’ın, Demirel’in ve daha birçok siyasetçi ve siyaset bilimcinin üzerinde etraflıca kafa yorduğu ve önerdiği bir hükûmet yapısı değişikliğidir. Halkın zihnini bulandırmaya çalıştıkları gibi rejimsel bir değişiklik değildir.
Türkiye Cumhuriyeti laik, sosyal bir hukuk devletidir ve öyle kalacaktır. Yapılan değişiklik hükûmet sistemi değişikliğidir. Yürütmedeki iki başlılığı kaldıracak (Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu) ve halka karşı tek sorumlu halkın seçtiği Cumhurbaşkanı olacak ve parlamento dışından kabineye atadığı bakanlar ile yürütme yetkisi kendisinde olacaktır. Halkın büyük çoğunluğun desteğini alamayan, milletin değerlerini benimsemeyen biri artık devlet etkinin dizginlerini asla ele geçiremeyecek. Yasama yetkisi ise Meclis'te olacaktır. Cumhurbaşkanı ise yasa teklif etme yetkisine sahip olmayacaktır. Yani eski sistemde olduğu gibi yürütme yasa yapıcıların içinden seçilmeyecektir. Yasa yapıcılar yani milletvekillerinin oluşturduğu Yüce Meclisimiz yasa yapmada tek yetkili olacaktır. Bu da gösteriyor ki yasama ve yürütme birbirinden tamamen ayrılarak kuvvetler ayrılığı ilkesi daha da belirgin olacaktır.
Cumhurbaşkanı da, Meclis de genel seçimlerle belirlenecektir. Tüm güçlü ülkelerin istikrarı yapısal bir güven altına alarak koruyan ülkeler olmaları tesadüf değildir. Parlamentonun devre dışı kaldığı ve diktatörlük geliyor iddiaları asılsızdır. Zira Cumhurbaşkanı parlamentonun koyduğu kanunlar içerisinde görevini ifa edecek, onayladığı bütçe ile icraatlarını yapacak, seçimle gelecek ve seçimle de gidecektir. Halkımızın da şahit olduğu üzere o kadar çok hükûmet kurulup düştü ki ülkemiz istikrara hasret yıllar geçirdi. Bu millet bunu hak etmiyor!
Cumhurbaşkanlığı Sistemi koalisyon ihtimalini de ortadan kaldırarak istikrarın önünü açacaktır. Yasama ve yürütme arasında oluşabilecek bir gerilim hâlinde seçime gitmek sorunun çözümüdür. Bu da halkın takdirine başvurmaktır, bir nevi halk denetleyicidir. Halkın bu kadar belirleyici olduğu bir yürütme ve yasama yapısı daha demokratik olacaktır. Bu süreç millî iradeyi kuvvetlendirecektir.
Tarihimiz ve dinamiklerimiz bizim ülke olarak zaman kaybetmeden zirveye doğru yol almayı teşvik ediyor. Vesayetçi yapılar, iç ve dış güçlerin çalışmaları, ekonomik krizler bu ülkenin her zaman ayak bağı olmuştur.
Milletimiz, başına gelen askerî-sivil, klasik-modern ve hatta post modern her türlü darbe ve kalkışmalara göğüs germiş ve her zaman dirayetini muhafaza etmiştir. Halkımız, bu sefer de Türkiye aleyhine içeride ve dışarıda yoğun çaba sarf eden bu güçlere en güzel cevabı 16 Nisan’da sandık başında EVET diyerek verecektir.
 
AK Parti döneminde darbe girişimleri hep başarısız oldu
 
Bu tip girişimlerin başarısız olduğu belki de tek dönem Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü iradesiyle taçlandırdığı ve liderlik ettiği, sözünü ve gücünü milletten alan AK Parti iktidarları süresinde yaşandı.
Kaostan ve devletin acizliğinden güç alan bürokratik oligarşi, son 15 yılda çeşitli dönemlerde ‘kılık değiştirerek’ her seferinde güçlü millî iradeyi engellemeye çalışmış ancak her sandık fırsatında milletin dirayetli direnişiyle âdeta farklı, yeni ve daha büyük bir depresyona girmiştir.
Bu direnişin en güçlü örneğini 15 Temmuz gecesi hep birlikte yaşadık. Milletin meşru iktidarını ortadan kaldırmaya kalkışan gizliden vatanın tüm kurumlarını yıllar boyunca ele geçirmeye çalışan FETÖ tarafından tezgâhlanan son darbe girişimi de milletin büyük direnişi ve Cumhurbaşkanımızın büyük önderliği sayesinde bertaraf edildi.
Aslında 15 Temmuz gecesi asıl hedef, darbe yapmaktan çok, Türkiye’de bir kargaşa; mümkünse bir iç savaş çıkartmak ve o kargaşa ortamında bu milleti birbirine kırdırmaktı. Orta Doğu’da haritaları değiştirmek isteyenler Suriye ve Irak’ı parçalarken Türkiye’yi de istikrarsızlaştırarak, buna seyirci kalmaya zorlamaktı. Allah’ın hesabı, bunların tuzaklarının üzerine galip geldi yine.
Türk milletinin şanlı tarihine kara leke olarak geçen bugün ülkemiz aleyhine çalışan iç ve dış güçlerin ne kadar farklı yöntemleri araç olarak kullandıkları ne kadar beklenmedik kesimleri maşa olarak kullandıklarının da bir ispatıdır. Son 60 yılda yoğunlukla yaşadığımız ve bu yıllarda gittikçe artan terör belası da bu düşüncenin en açık yansımasıdır.
 
Türkiye kurudukça sulanan; büyüdükçe budanan bir ağaç değildir
 
Son bir ayda özellikle vatandaşlarımızın çoğunlukla yaşadığı ülkeler tarafından ülkemize yönelik takınılan tavırlara bakınız. Kimse Türkiye’yi artık çekemiyor. Türkiye'nin bu kadar hızlı büyümesi, kendi bölgesinde artık sözü dinlenen bir aktör olması başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bazı kesimleri rahatsız ediyor. Yurt dışında özellikle Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımızın, AK Parti'ye bu kadar fazla teveccüh göstermeleri de rahatsızlıklarını bir kat daha artırdı.
Dikkat edilecek olunursa, Avrupa Birliği’ne, daha çok tek başına ayakta duramayacak durumda olan ülkeler üyeliğe kabul edilmiştir. Avrupa Birliği güçsüz devletlerle nasıl baş edileceğini iyi biliyor. Bunun için mekanizmalar geliştirmiş. Ancak karşısına güçlü, büyük ve muktedir bir aday çıkınca ne yapacağını bilemedi. Bugünlerde düştükleri iç çekişmeler işte bunun bir göstergesidir.
Avrupa aslında hiçbir zaman bizim iyiliğimizi istememiştir, tarihsel açıdan yaklaşıldığında bizi hep çantada keklik bir müttefik görmek istemişlerdir. Kurudukça sulanan; ama büyüdükçe de budanan bir ağaca benzetmek istemişlerdir. Ne olsun ne ölsün istemişlerdir.
Avrupa Birliği’nin müzakere mekanizmaları, sadece siyasetçiler seviyesinde çalışmıyor. Aynı zamanda bir ülkenin bürokratik oligarşiyi ve hatta toplumun her kesimini de kullanıyor.
Türkiye, son 15 yılda kişi başına düşen millî gelirini 3 kat artırdı, çok daha güçlü bir ülke oldu. IMF'ye olan borcunu ödedi, IMF'ye borç vermek için müzakerelere başladı. Türkiye özetle 'One Minute' demeye başladı. Artık çantada keklik bir müttefik olmadığımızı görünce de, Türkiye’de fitneye fesada davetiye çıkaran mevcut yapıyı korumayı amaç edindiler.
Türkiye’nin en büyük ihtiyacı kalıcı istikrardır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti 94 yıllık bir devlet olmasına rağmen 65. hükûmet tarafından yönetiliyor. Yani bizim hükûmetlerimizin ortalama ömrü 1 yıl 4 ay civarında. Bu sürede hiçbir hükûmet ciddi bir proje ortaya koyamaz. Atatürk'ün kurduğu sistem eğer bozulmamış olsaydı, 5 yıllık hükûmetler görev yapmış olsaydı, 65. hükûmete gelmek 325 yıl sürerdi. Bizde ne zaman koalisyon varsa hem ekonomimiz gerilemiştir hem terör artmıştır.
 
Çocuklarımız Türkiye’de artık terör ve darbe görmeyecek!
 
Türkiye Cumhuriyeti için artık 15 Temmuz ile birlikte “darbeler dönemi” de bitmiştir. Şüphesiz ki Türkiye’nin bu istikrar atmosferinden, küresel ekonomideki güçlenişinden ve Dünya devletleri arasındaki büyümesinden rahatsız olanlar hamlelerine devam gedecektir. Ama 16 Nisan’dan sonra Türkiye’nin oyunu 'EVET’ten yana kullanmasıyla bu hamleler artık eskisi kadar ülkenin istikrarına bir engel teşkil etmeyecektir.
EVET! Türkiye büyük bir dönemecin eşindedir. Türk milleti 16 Nisan’da sandık başına giderek Türkiye’nin geleceğini oylayacak. Çocuklarımız Türkiye’de artık ne terör ne darbe görmeyecek!
Kısır döngülerin, kavgaların, müdahalelerin, darbelerin, kalkışmaların, ekonomik ve siyasal krizlerin ülkesi olmaya artık tahammül etmeyeceğiz.
Bize Gezi'yle, Kobani'yle, 17-25 Aralık'la, Rus uçağını düşürmekle, Rus Büyükelçisine suikastla yapamadıklarını, bu sistemi korurlarsa farklı birtakım girişimlerle yapabileceklerini ümit eden acımasız bir akıl var. Referandumla bu aşağılık aklın devleti ahtapot gibi saran tüm kolları kesilecek. FETÖ gibi oluşumların artık ne bürokrasiyi ne yargıyı ne de orduyu ele geçirmesine hiçbir zaman izin verilmeyecek.
İktidarların ancak milletin iradesiyle belirlenebileceği, risklere karşı hızlı ve isabetli kararların alınabileceği, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün yolunu çizdiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşması adına daha büyük adımlar atabileceği bir ülke isteyenler referandumda EVET diyecektir.
Referanduma saatler kaldı. Bu anlar bürokratik oligarşi için zor geçecektir. Bu kişiler, yürütmede, yargıda ve siyasette ellerinde bulundurdukları ayrıcalıkları kaybetmek istemeyeceklerdir. Kimlerin aleyhte kampanya yaptığına bakarsanız zaten olay net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Fakat son olarak 15 Temmuz gecesi olduğu gibi geçmişte birçok zorlukların üstesinden gelen milletimiz burada da doğru karar vererek Türkiye’nin önünü açacaktır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana elde edilen tüm olumlu kazanımlar ardı ardına yenileri eklenecektir.
Nazım Hikmet’in de dediği gibi “Güzel günler göreceğiz” ve EVET o güzel günler çok yakın.
Düzenleyen:  - GÜNDEM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...