Depremin değil... Devletin altında kaldık

Düzenleyen:
Depremin değil... Devletin altında kaldık

GÜNDEM Haberleri

Koca başbakan bir darbeli matkap veremiyordu halkına.... Millet naaşları kendi yıkıyor, namazını kendi kılıyor, kendi defnediyordu mezara. Niye beklesin ki, devlet gelmeyecekti nasıl olsa...

İrfan Özfatura - 17 Ağustos depreminin üzerinden 18 yıl geçti. Yani o yıl doğanlar şimdi lise son sınıfta. 
Unutmadık! Unutmayacağız! Unutturmayacağız. Bal gibi de unuttuk işte. Yoksa o ilintiyle nasıl yaşar insan? 
Hatırlarsınız ilk sene teyakkuzdaydık, otomobilini satan minibüs almış, hâli vakti olanlar bir kulübe çaktırmıştı kenara. En azından bir kriz çantası hazırlamış koymuştuk koridora. O çanta kim bilir nerede şimdi, hoş bulsak n’olcak? Sargı bezleri çürümüş, tentürdiyotlar kurumuştur ihtimal. 
Cenin pozisyonu nasıl oluyordu sahi, masanın altına mı yatacaktık sallantı başlayınca?

BALIK BAŞTAN...
Başlangıçta yaraların tez sarılacağını ümit ediyordum taa ki felaketin üçüncü günü İzmit’in İstanbul çıkışında devrin Başbakanı Bülent Ecevit’i izleyinceye kadar. Gözü yaşlı baba yalvarıyordu ‘Evladımın sesi geliyor, iş makinesinden vazgeçtim, bir darbeli matkap verin bana”
Alamadı, girdiler koluna uzaklaştırdılar. Eğer bir başbakan bu kadar acizse işimiz vardı. Çok insan kalırdı molozların altında. Resmî rakamlara göre 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti, ben inanmıyorum, kesinlikle daha yukarılarda...
Ulaşım ve haberleşme kesilmişti, kimsenin kimseden haberi yok, bildiğin kargaşa.
Depremin değil... Devletin altında kaldık
İzmitli Emine Kaçar annelik refleksi ile yavrularının üstüne kapanmıştı, kendisi enkazdan kurtarılmış, yavruları kalmıştı bedeni altında. 
ÇADIR TİYATROSU
Kızılay depoları çöplüğe dönmüştü. Yığınla malzeme vardı ama yaramıyordu vatandaşa. Ağzı laf yapanlar üç çadırı birden götürüyor, sessizler dertlerine yanıyorlardı kenarda.
Zaten çadırlar fi tarihinden kalma. Geriyorsun ya halatı kopuyor, ya yırtılıyor branda. 
O günlerin Kızılay Başkanı Kemal Demir 78 yaşındaydı, Ankara Oteli’nin süitinde kalıyor, verdiği balolar ve biriktirdiği tapularla tanınıyordu kamuoyunda. Eski bir CHP milletvekiliydi, İnönü ve Melen hükûmetlerinde Sağlık Bakanlığı yapmıştı ayrıca. Yazacak çok şey vardı da, üstüne gitmiyorduk Hilal-i ahmerin hatırına. Nitekim o gün İzmit’e ulaşamayan Kızılay, bu gün Somali’ye uzanıyor rahatlıkla. 

DOĞUSUYLA BATISIYLA
Ancak millet üstüne düşeni fazlasıyla yaptı, arabasına ekmek, su ve gıda dolduran koştu felaketzedelerin yanına. Bu gücü de organize edemedik, iç mahalleler acından kıvranırken, ekmek dağları yükseldi yol boylarında. Demek ki, depremde devleti yok sayacaksın, o hengamede amiri memuru kendi derdine yanıyor zira. Devlet o kadar yoktu ki defin kâğıdı bile veremiyordu vatandaşa. Buz pateni pistine dizilenler kaç gün yattılar bilemiyorum ama cesetler kokmaya başlamıştı sokak aralarında. Millet naaşları kendi yıkıyor, namazını kendi kılıyor, kendi defnediyordu mezara. Niye beklesin ki devlet gelmeyecekti nasıl olsa...
Depremin değil... Devletin altında kaldık
BİR MUSİBET 

Peki 17 Ağustos bize bir şey öğretmedi mi? Öğretmez olur mu? Bir kere zemin etüdü diye bir tabiri soktu kafamıza. Kartal, Pendik merkez üsse daha yakındı ama yıkım nerede oldu? Taaa Avcılar’da!
İzmit Alikâhya’da gözle görülür bir şey yoktu, lakin 50 km uzaktaki Adapazarı, Hiroşima’ya dön-müştü âdeta. 
Eee mısır tarlasında apartmanlar yükselirse olacağı buydu, taban araziler sıvılaşıyordu sıkışınca. Mobilya mağazası, oto galeri açmak için kolonlar kesilmişti, binalar muallakta.
Devlet daireleri de perişandı, deniz kumunu evirip çevirip dökmüşler kalıba. 
Depremin değil... Devletin altında kaldık
BİN NASİHATTEN...
Yıkıntılar arasında dolanırken ayağımızın altındaki betonlar oğuluyordu, iki parçayı tokuştur un ufak oluyordu anında. Demirler kıpkırmızı pas, tırnağınızla dokunun, kabuk kabuk kalkıyor. Şimdi bu metal müsveddesi bilmem kaç bin tonluk binayı nasıl ayakta tutacak? 
Binası yıkılan tek müteahhit Veli Göçer değildi ama bilet ona kesildi, zamanında reklam alamayanlar yüklendiler adama. 
Yalova Yüksel Sitesi’nde 316, Ceylankent’te 98, İzmit Ubay Apartmanı’nda da 58 kişi öldü ona bakılırsa. Şimdi  kazık çakıyor, hazır beton kullanıyorlar, demirler nervürlü oldu, mıh gibi yapışıyor. 

...MI ACABA?
Bu arada komplo teorileri düştü basına. HAARP projesini duyduk ilk defa.
O gece Gölcük’te ABD’li ve İsraillilerin olduğu vakıa. Gazeteler Türk subaylarının yaklaştırılmadığı bir denizaltıdan söz ediyorlardı ayrıca. Saat 3 sularında görülen o ateş topu neydi? Yoksa Tesla usulüyle enerji mi aktarılmıştı bir taraflara. 
Sağlık Bakanı Osman Durmuş, ABD hastane gemilerini kabul etmemişti. Bir bildiği vardı mutlaka. 
Japonya’daki Kobe zelzelesinde de benzer gariplikler oldu, aynı şeyler konuşuldu orada da. Yaptılar yapmadılar bilemeyiz ama bu da “bir savaş çeşidi” sonuçta. 
O günlerde digital makine internet yaygın değildi daha. Osman Sağırlı ile deprem bölgesinde geceliyor, diaları kapıp koşuyorduk İstanbul’a. 
Arabada yattığımız hâlde tedirgindik hani biri sağına soluna dönecek olsa salavat getiriyorduk korkuyla.
O gece Adapazarı’ndayız ışık yok, binaların camları dökülmüş, kuru kafalara benziyorlar âdeta. Ceset kokusu, karga çığlığı, ağıtlar... Nasıl bir kasvet, Rabb’im yaşatmasın bir daha.
Gölcükte bir adam “Hanımın kolu sıkışmıştı” dedi, “Beton altında. Yardım getiririm diye sağa sola koştum heyhat! O kolu keserdim şimdiki aklım olsa!” 
Depremin değil... Devletin altında kaldık
Evlerin akordiyon gibi üst üste yığıldığı bölgede devlet yoktu. Vatandaş kazma kürekle ‘Bir can bulurum’ umuduyla çalıştı..
Elini taşın altına...
Kayseri’den külüstür bir otobüsle gelen üç ihtiyarla tanışmıştım. Adapazarı Yeni Cami karşısını mekân tutmuşlardı. Kendi aralarında ne yapabiliriz diye düşünmüş “En azından patates doğrarız” demişler “Soğan kavurur, salça salar, sıcak bir aş çıkarırız insanlara.” Kazanlarını kurup işe başlamışlar. Mahalleli gelip ellerinden bıçakları almış “Bırak amca, biz soyarız”, birileri yağ, pirinç getirmiş “Pilav da yapalım yanına!” Sebze, meyve bırakan derken 15 bin kişiye, evet 15 bin kişiye yemek verir hâle gelmişler kısa zamanda… 
Yalova’dan biri anlatıyor “Çatı katında oturuyordum, bir şeyler çöktü ama anlamadım o karanlıkta. Terastan atladım, sakatlanmayı bekliyorum aaa baktım yürüyorum sokakta.” Teras zemini öper mi? Gofrete dönen evleri görünce hak verdim, olabilirdi pekâlâ. 
Gölcük’te İstanbul Büyükşehir’in yemek kuyruğunda birini gösterdiler, garibim bükmüş boynunu çorba bekliyor sırada. Meğer şehrin en gözde binası onunmuş, oğluna “Boş ver üniversite imtihanını” diyormuş “Yollarız gidersin Amerika’ya!” 

HÂLBUKİ OYSA
Her sallantıdan sonra konuşulur, yazılır. Yok atlar huzursuz oldu da, köpekler uludu filan... Bunlar boş değil. Bir yerden gaz çıkmaya başlaması, göl sularının çekilmesi, yükselmesi, ısınması, hava kabarcıkları, kükürtsü kokular... Gökteki renklenmeler, zemindeki uğultular... Böcek davranışları da önemli ayrıca. 
Çinliler bunun üstüne çok çalışıyor, hatta bazı şehirleri erkenden uyardılar.
Türkiye’de yıllardır karıncaları izleyerek isabetli tahminler yapan Kadir Sütçü adlı bir araştırmacı var, bir dinlemeli bakalım, neler anlatıyor acaba?

 

Düzenleyen:  - GÜNDEM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...