Neden geldik İstanbul'a?

Neden geldik İstanbul'a?

YAŞAM Haberleri

Yıllardır İstanbul’da oturup da deniz görmeyen, balık ekmek yemeyen var daha. Şehrin sıkıntısını çekiyorsunuz, sefasını da sürün ara sıra.

Eskiden kenar semtlerde beş on dükkân olurdu. Kahve, kasap, fırın, manav, berber, bakkal. Cadde üzerinde kuruyemişçi, bonmarşe, tuhafiye, billuriye, kırtasiye, şarküteri, mobilya. Pastane, postane, taksi durağı, birkaç da banka.
Aralarda kaportacı, oto elektrikçi, çıkma lastikçi, radyo tamircisi, bisiklet kiralayanlar...
Üst baş almak için Fatih’e, Bakırköy’e gidilir ya da inilirdi Üsküdar’a. Olmadı Kadıköy’e, Aksaray’a.
Ama İstanbul denince Eminönü gelirdi akla. Biraz Tahtakale, Mercan, azıcık Sirkeci, Galata…
Şimdi her semtte mağazalar var. Ceket, pantolon mu istediniz buyurun, kot mont şu tarafta… Gelinlikçiler, mantocular, eşarpçılar sıra sıra…
Peki uskur, halat, çapa… Ot minder, fırın küreği, yaba?
Mümkün mü. Onları Eminönü’nde bulursun anca.
Eminönü’nde yok yok, lüks fitili, ocak iğnesi, kumaş boyası, daktilo şeridi, makrame ipi, muyuki, pasta kâğıdı, katır boncuğu, zebercet, pusula, çalar saat, kınnap, urgan, kahve değirmeni, baskül, kantar, hasır, branda, terazi, lastik aklınıza ne geliyorsa.
Geçen biri “metres terliği” dedi, adam pat diye çıkarıp koydu tezgâha. Yüksek topuklu pisi pisili bir alamet, ökçeler tahta, yürürken tak tuk ses çıkaracak gibi geldi bana. Gerekli gereksiz ama var. Var abi burası Mahmutpaşa.
Yaani. Nerede bulabilirim denilen şeyin bulunduğu yere “Eminönü” diyebilirsiniz pekâlâ.
Neden geldik İstanbul'a?
BİR ZAMANLAR
Efendim Bizans döneminde denize açılan iki kapı biliyoruz. Biri “Neorin” (Bahçe Kapı) diğeri “Porta Drungari” (Odun Kapısı). Şehrin nabzı buralarda atıyor. Sahil biraz daha içeride, şöyle ki Babıali Yokuşu direkt kıyıdan başlıyor.
Cüruf, moloz, gaita derken bir ara liman doluyor. İmparator temizletiyor ve iş alıyor başına. Çıkan balçık, vebayı tetikliyor bu defa.
Eminönü ayakların çok dolandığı bir mevki, hâliyle tacirlerin dikkatini çekiyor. Cenevizliler ve Pisalılar imtiyaz koparıp, kendi iskelelerini kuruyorlar. Yahudiler de “Porta Judeca” (Çıfıt Kapısı) civarında kümeleniyor.
O yıllarda Haliç ağzı zincirli. Öyle her isteyen limana giremiyor, muhafızlar kuş uçurmuyor.

DERSAADET
Osmanlı şehri ele geçiriyor ama yapıyı bozmuyor. Eminönü yine ticaret merkezi, tacirler ihtisap iskelesine yanaşıyor, malını saydırıyor, evrakını alan kaldırıyor ambara.
Gümrük emininden gayri, pencik ve derya emini de vazifesinin başında.
Semtte denizciler ağırlıkta, tayfa toplamak isteyen davul vurdurtup, tellal bağırtıyor ortalıkta.
Sandallar, peremeler, yelkenliler, kubbeler, minareler, şekerciler, şerbetçiler… Rengârenk bir dünya. Seyyahları bayıltan manzara.
Biraz yukarıda ekabir sarayları. Derken Çiğalazade Sinan (Cağaloğlu) oturaklı bir hamam yaptırıyor.

Neden geldik İstanbul'a?

ESKİ TEMEL YENİ CAMİ
 Alevler şehrin korkulu rüyası. Nitekim Yahudi mahallesi de bir gecede kül oluyor (1569). Yangın yeri 30 yıl kadar metruk kalıyor. III. Mehmet’in annesi Safiye Sultan buraya bir cami yaptırmak istiyor, mal sahipleri bulunuyor gönülleri yapılıyor. Mimar Davut Ağa işe hızlı başlasa da hastalanıyor, bayrağı Mimar Dalgıç Mehmed devralıyor. Lâkin vefatlar definler derken inşaat akim kalıyor.
IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan da bir cami yaptırmaya niyetli, sağda solda yer bakıyor. Birileri ona yarım kalmış inşaatı hatırlatıyorlar, münasip buluyor.
Ser Mimar-ı Hassa Mustafa Ağa hızla bitiriyor (1663).
Neden geldik İstanbul'a?
HİDAYET ALLAH’TAN

Kuyucu Murat Paşa Külliyesi, Odabaşı Camii, Kalenderhane, Zeynep Sultan… Bir de Hidayet Camii var kıyıda.
Devir II. Mahmud devri. Civar kayıkçıların kürekçilerin elinde, çoğu bi mekân, kafalarına göre yaşıyorlar. Afyon mafyon da var zulalarında.
- N’apsak, bunları dağıtsak mı acaba?
Bir gönül ehli “Hayır sultanım” diyor, “Bir cami yaptıralım, tatlı dilli hocalar koyalım. Hidayetlerine vesile oluruz inşallah.”  
Sultan söz dinliyor ve hakikaten nezih bir cemaat teşekkül ediyor zamanla.

KARA TREN KATAR KATAR
Rumeli Demir Yolu şehre varmış. İyi de nasıl ulaştırmalı limana?
İki yolu var: Biri sahil saraylarından caymak, diğeri evleri çarşıları yara yara istimlak.
Abdülaziz Han “geçsin de isterse sırtımdan geçsin” diyor ve güzelim yalılarını bağışlıyor. Bir tek Sepetçiler Kasrı kalıyor kenarda.
İstasyon Sirkeci’yi de parlatıyor, derken Şirket-i Hayriye vapurları halat bağlıyor.
Abdülhamid Han ise zikrolunan muhite Gülhane Parkı, Vakıfhan, Büyük Postane ve bir sürü mektep hediye ediyor. O yıllarda Sadaret Makamı da (Başbakanlık) burada, ayrıca mekân oluyor matbuata.

YAKIN, YIKIN, SATIN!
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Batı hayranlığı gözümüzü kör ediyor. Özenti idareciler Osmanlı silüetini silmeye kalkıyor, baltalar kubbelere vuruluyor. Camiler, medreseler, sebiller, çeşmeler peş peşe yıkılıyor. Bu hazımsızlık yüzünden ortalık betona bürünüyor. Hasılı Fransız mimar Prost işgal ordusunun yapamadığını yapıyor. Yağ İskelesinde yağ, Bal Emininde bal, Unkapanı’nda un kalmıyor. Kediler beyhude bekliyor Balık Pazarı’nda.
Eşraf çekilince ortalık ucuz otellere, nakliyecilere kalıyor. Harem ve Topkapı garajları açılıncaya kadar otobüsler buradan yolcu alıyor. Kaldırımlar yazıhane, kâhyalar adam çeviriyor.  
Menderesli yıllarda açılan sahil yolu, trafiği nispeten rahatlatsa da artık şehir kabına sığmıyor. Arabalı kime yetişsin, kamyon kuyrukları Zeytinburnu’na uzanıyor.

TAŞI TOPRAĞI ARSA
Her gün yüzlerce gurbetçi şehre koşuyor, sırtlarında dürülmüş yataklar, örülmüş sepetler, tahta bavullar.
Henüz Haydarpaşa’nın merdivenlerinden inerken İstanbul’a vuruluyorlar.
İlk gece Köprü altındaki sabahçı kahvelerine ilişiyor, yarım saatte bir dayatılan çayın otel parasını geçtiğini görünce uyanıyorlar. Hatta fazla uyanıyor, işgal edilmiş arazilerden bir evlek arsa uyduruyor. Borç harç briketten bir gecekondu çakıyor, parayı buldukça kat çıkıyor.
Bilahare hemşerilerini de çağıracak, yayıla yayıla servet sahibi olacaklar. Nasıl olsa bir iktidar imar affına gidecek, öbürü tapu dağıtacak.  

ATMIŞLIKLAR HATIRLAR
25 yıl evvel Eminönü keşmekeşti. At arabaları, kasetçiler, tombalacılar, karpuz dilimleyenler, hıyar soyanlar, ne alırsan bi liracılar.
Vatandaş! Bir leke ilacı alana, bir tarak bedava. Yanında ayrıca…
İnsan tartanlar, gaz dolduranlar. Tükrük köfteciler, arnavut ciğerciler, lahmacun saranlar, ayılana gazoz, bayılana limonata.
Üsküdar iskelesinin önünden kalkan otobüs ikinci vitesi göremeden sebze haline saplanır. Gün olur yüz metre, yüz dakikanıza patlar. Deniz, patlıcan biber dolu, kirletmek kabzımalların kazanılmış hakkı, tepe tepe kullanırlar.
Neden geldik İstanbul'a?
KIZ SEN İSTANBUL’UN
Neyse... İstanbul’da İstanbul’suz kalanlara seslenecektim güya. “İnin bi Eminönün’e, balık ekmek yiyin” diyecektim, “turşu suyu için, mısır, kestane, salep, boza...”
Eğer yıllardır akide şekeri almıyor, kişniş çiğnemiyor, güllü lokum sardırmıyor, demirhindi yudumlamıyorsan...
Mısır çarşısında kuru kahve, kuru meyve, kuruyemiş tarttırmıyor, sucuk, pastırma hevenkleri arasında dolanmıyorsan.
Amatör de olsa fotoğraf çekmiyor, olta tutmuyor, vapura binmiyor, simit bile atmıyorsan martılara.
Ve lodoslarda sahile koşmuyor, yosun kokulu rüzgârı doldurmuyorsan mintanına.
Zaten olan olmuş, ben daaa ne diyim sana.

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...