Bir garip yolcuyum sanat yolunda

Bir garip yolcuyum sanat yolunda

KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Hattat Mahmud Şahin ders verebilmek için her hafta 1.500 km yol yapıyor. Dünyayı 15 kere dolandı, tura devam ediyor.

İRFAN ÖZFATURA

Hattat Mahmud Şahin güçlü bir sanatkâr, üstelik muhabbet ehli. Bu yüzden cümlelerin sonuna “dedi, belirtti, vurguladı, altını çizdi” ibarelerini eklemeyeceğiz. Direkt vereceğiz, teypten çıktığı gibi…
Almanya’da doğdum büyüdüm, vatan hasretinden olacak Türk filmlerini seyrederdim çocukluk yıllarımda. Battal Gaziler, Kara Muratlar... Kaçırdığın varsa sor anlatayım sana. Filmlerdeki hançerler, kılıçlar çok ilgimi çekiyordu, çiziyordum. Resme karşı meylim vardı zira. Hatta Çanakkale ile ilgili bir yarışmaya katılmış ödül almıştım.
Sonra canlı resmi çizmenin dinen mahzurlu olduğunu öğrendim ve bıraktım. Ama fırçamı atmadım, hat eserlerini taklide kalkıştım el yordamıyla. Eski imsakiyelerdeki tezhipleri kesip yapıştırıyordum kenarına. Babam “ooo maşallah maşallah” deyip gayret veriyordu bana.
Doğrusu, bu sanatın bittiğini sanıyordum, taa ki bir arkadaşım “Beyaz Saray’da hat malzemeleri satılıyor, haberin var mı” deyinceye kadar. Derhal Bayezid’e koştum, sordum soruşturdum İbrahim Subaşı hocanın dükkânını buldum. Benden hemen evvel bir kız girdi “hat malzemeleri” istedi.
‘Affedersiniz’ dedim ‘ne yapacaksınız bunları?’
-Şeyy ben, hat dersi alıyorum da.
-Kimden?
-Cafer Ağa Medresesinde Hattat Aydın
Ergün’den. Şimdi oraya gidiyorum, sizi de götürebilirim.
“Aynısından bana da” deyip malzemeleri sardırdım, düştüm ardına. Yolda sordum “kurs ne zaman başladı?”
-Bu üçüncü hafta.
-Ne kadar sürecek peki?
-Üç ay.
İçimden ben zaten yabancısı değilim diyorum, bir iki de ders aldım mı çözerim evelallah.
Neyse başladık, Rika (el yazısı) yazıyoruz. Öde-vimi yaptım, geldim, kaldım, bir daha yaptım yine kaldım. Ki bu en basiti daha.
Bir gün sordum “hocam ben üç hafta geç başladım, üç haftadır da kalıyorum, bu gidişle rika bile bitmeyecek, diğer 14 yazıyı nasıl öğreneceğiz bir buçuk ayda…
Nasıl güldü anlatamam, katıla katıla. Meğer hat dipsiz bir kuyu imiş, “ben 10 senedir çalışıyorum” dedi “iki çeşit yazabiliyorum daha. Önümüzdeki kursa da  yazılacaksın, bir sonraki kursa da. İcazet mi? Belki, yıllar sonra.”  
Şok! Sonraki hafta üç kişi kaldık kursta.

ASKERE TESKERE
93 yılında Hüseyin Kutlu hocamı buldum. Allah razı olsun emek verdi, ufuk açtı bana.  
Tam hızımı almış gidiyorum, bu sefer askerlik çıkmasın mı karşıma. Fasıla istemiyorum, kopacağım yoksa.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin bir sözü var: “Bir gün yazmasam ben anlarım, iki gün yazmasam erbabı anlar, üç gün yazmasam cümle âlem anlar.”
Ceyhun diye bir arkadaşım vardı, askerliğini kapalı cezaevinde yaptı, çul çaput konan bir odaya vermişler, oturmuş, hat yazmış rahatlıkla.
Ya Rabbi beni de öyle bir yere… Sevdiklerinin hatırına… Acemiliğimi Kütahya’da yaptım, imkânım vardı ama iltimasa tevessül etmedim. Beni Balıkesir 9. Hava Üssüne yolladılar.
Albay tek tek çağırdı, soruyor “sivilde ne yapardın?”
-İnşaat işleri efendim, bilhassa doğrama. (Önünde yazıyor zaten, konuşturup tavrımıza bakıyor.)
-Evlisin, çocukların var. Bir de geleneksel Türk sanatları yazıyor burada. Ne gibi mesela?
28 Şubat günleri ‘hat, tezhip, ebru, minyatür’ diye geveledim âdeta...
O ara yaver eğildi “hanımefendi” diye bir şeyler mırıldandı kulağına.
Neyse yolladılar ulaştırmaya. İlkokul mezunları el kaldırsın! Ortaokul? Lise? Üniversite terk denince bir tek benim elim havada.
-Rapido bilir misin, bilgisayar, dosyalama?
Neticede olduk yazıcı, oturduk klavye başına.

SENİ KARARGÂHTAN...
Çok geçmedi sivil giyimli bir çocuk geldi. ‘Mahmud Şahin! Seni karargâhtan istiyorlar.’
Gittim “Hanımefendi görüşecek” dediler, “çekidüzen ver, üstüne başına.” Yaver beni aldı, şehir içinde bir binaya. Zili çaldı, kapı açıldı. Aaa baktım müsenna bir Muhammed ismi şerifi duruyor duvarda. Meğer Hanımefendi (Nedret Hanım) üs komutanının eşiymiş. Kendisi de müzehhibe imiş, Ahmet Yakuboğlu’ndan resim dersleri almış ayrıca.
Postallara eğildim “yok evladım çıkarma.”
Girdim sanat galerisi gibi. Hatlar, tezhipler sıra sıra.
-Sen hattı kimden öğrendin?
-Hüseyin Kutlu’nun talebesiyim.
-Aaa sahi mi? Şu masa senin öyleyse. Söyle, ne gerekiyorsa alsınlar.
15 ay boyunca yazdım, İstanbul’a yolladım, tashihleri yapıldı. Hanımefendinin önüne her hafta kucak kucak hat bıraktım. “Ama evladım sen niye kendini yıpratıyorsun bu kadar?”
Demek ki niyetimizi halis tutsak, Allahü teâlâ ne kapılar açacak!

İLİM AYAĞA GİTMEZ FAKAT...
Her hafta İzmit’e gidip dönüyorum, sonra Bursa-Eskişehir- Kütahya. 300 kişiyi İstanbul’a çağırmaktansa sineye çekeceğiz. Allah razı olsun hanım hiç itiraz etmedi, çocuklar ona keza.
Gerçi talebelerimden de ders verecek seviyeye gelenler var ama yeni başlayanlar ilgi istiyor.
Bana “Sanki ne yapıyorsun ki” diyenler de var “oturup bakacak değil misin hatlara?”
Ben de gel diyorum birlikte gidelim. Gece yolculukları, yarım uykular, sabahçı kahveleri, kirli garajlar, donduran ayazlar, şaşan öğünler, guruldayan karınlar. Sergi salonlarının dizaynına bile biz bakıyoruz, belediyeler şarkıcılara sundukları imkânları bize açmıyor. Hâlbuki bugün sahneye çıkanlar 20 yıl sonra unutulacak. Hafız Osman 5 asır evvel yazmış, bütün dünya hayran.
Geçen bir Kur’ân-ı kerim getirdiler, 220 yıllık. Çantaya koymadan evvel, poşete sardım. Olur ki yağmur filan yağar, Allah muhafaza.
Bursa Irgandı Köprüsü üzerinde Bab-ı Nun’da ders veriyorum. Bir turist kafilesi göründü. Rehber izin istedi, “izleyebilirler mi hocam?”
-Tabii buyursunlar.
Grup Amerikalı imiş, nasıl gürültücü, nasıl saygısızlar. Rehber de pişman oldu ama ne desin adam. Benim Karadenizli damarım kabardı. Dedim ki söylediklerimi tercüme eder misin şunlara.
“Bakın beyler! Şimdi size devletinizin tarihinden eski bir şey göstereceğim!” Açtım çantayı, Kur’ân-ı kerimi çıkardım. “Bakın bu Mushaf 220 yıllık, Amerika’da olsa yeri direkt Metropolitan Müzesi. Camların arkasından görürsünüz anca. Dört tarafında kameralar, alarm tertibatları filan. Ama Türkiye’de sıradan bir insanın çantasında. Bizim için 250 sene tarih değil ki, 500 yıllıklar var daha.”

BEN DİYEN BİTER
Talebelerimden beni şaşırtacak kadar ilerleyenler de oldu, kaybolup gidenler de. Bazıları çok kabiliyetli ama sabredemiyor, bazıları da “ben oldum” sanıyor.
Ben diyen biter, bu iş kibri kaldırmaz.
Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebat. Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.
Ay çiçeği kafasını bükecek ki taneler toprağa düşsün. Boyun eğmezse neşvünema edemez bir daha. Geçen Fuat Hoca yeni kalem açmış, hokkaya bandırıyor bir vav çekiyor, tek kelime ile harika. Arkadaşı alıyor, bakıyor, yalıyor. Böyle garip bir hareketi niye yaptı? Mahvolacağını biliyor oysa. “Ne yazmışım ama” dersen bi aksilik bekle. Ya mürekkep damlayacaktır, ya da kazaya gelecektir murakkada...

KIYMETİNİ BİLSEK
Cihan harbi yıllarında Alman subaylarını Sultanahmet Camii’nde gezdiriyorlar. Çıkış kapısında Ali Haydar Efendi’nin “El kasibu habibullah” yazısı var “Allah çalışıp kazananları sever” mânâsında.
Dükkânda olsa tamam da, hani burada? Herhâlde bir yerden buldular getirip astılar diye düşünüyordum, meğer öyle değilmiş. İbadetini yaptın mı? Yaptın. Şimdi çık, helalinden kazan.
Alman bakıyor bakıyor “bu çok sade bir yazı” diyor, “ama sanki içine çekiyor.”
Bir Türk Picasso’dan ders almak istiyor. “Gidip hat çalışsana” diyor, “ne varsa onda.”
Çocuk “baba” diyor, “buradan bir amca bana bakıyor” O günahsız görür, zira hilye-i şerifin karşısında duruyor. Mânâ çizgiyi aşıyor, sizi başka âlemlere taşıyor.
Bir gün Hüseyin Hoca dedi ki “Efendimizin evine geldiğini düşün. Ne gösterirdin ona?”
Portmanto, konsol, yemek odası takımı, koltuklar. Peki “Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil’âlemîn(e)” ayetine mazhar olan Habibullah’ın nesi vardı? Hurma lifi yatak, tahta bardak, toprak çanak.
Buzdolabı, bulaşık makinesi, robotlar. Bizimki mütedeyyin evi güya. Söyleyin şimdi yürüme bandını nasıl anlatırsın Server-i kâinata.
Girişe bir levha koydum. “Gârik-i bahr-i isyânım, dahîlek yâ Resûlallah!”  İsyan denizine gark olmuşum, yine de sığınıyorum sana!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...