İhtiyar delikanlı: Bir paşa, bir sopa

İhtiyar delikanlı: Bir paşa, bir sopa

YAŞAM Haberleri

Sandallarla Çırağan’a çıkan 500 militan sarayı ele geçirmiş, V. Murad’ı ite kaka götürmektedirler Mesudiye Zırhlısı’na. İşte tam da o sırada...

İrfan Özfatura

Çorumlu Hasan “Hacı Mustafa” adlı bir kılıç ustasının oğludur. Zaten boylu bosludur, demir dövdükçe omuzları genişler, elleri yaba gibi olur âdeta. Kardeşleri Ömer ve Osman da iri kıyımdır ancak güç gerektiren işlerde Hasan’ı çağırırlar.
Askerlik için İstanbul’a giden Hasan komutanlarının gözüne girer, onu hususi bir eğitimden geçirir ve muhafız birliğine alırlar.
Rus savaşı kızışınca Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa komutasında Kırım’a koşar. Bir gece kukuletalarını çekmiş üç gölgenin sine sine yaklaştıklarını fark eder, adamların üstüne çullanır bir anda. Bunlardan ikisi rahip kılığına girmiş militan, biri de Rus kaymakamdır. Becerebilseler cephaneyi uçuracaklar.
Eğer bu iş kaymakama kadar düştüyse çaresiz olmalıdırlar, birliklerimiz saldırıya geçer ve kazanır. “Gözleve zaferi” o kadar mühimdir ki Çar Nikola yeise kapılır, canına kıyar (1855).
Ruslar sıkışa sıkışa Azak’a çekilir, içdenizi Karadeniz’e açan Kerç boğazının ehemmiyeti artar. Düşman Anapa Limanını boşaltır ancak sarp bir tepe üzerine kurdukları topçu bataryası çok can yakar. Ne pahasına olursa olsun susturulmalıdır. Gönüllü istendiğinde Çorumlu Hasan sağına soluna bakmadan öne çıkar. Fırsatını bulup subayı süngüler, diğerlerinin üzerine kurşun sıkar ve batarya susar.
Hadiseyi dürbünü ile izleyen İngiliz komutan İstanbul’a yolladığı mektupta ondan sitayişle bahsedecek Abdülmecid Han da “çavuş” yapacaktır.

KAL TEZKERE
Vatan borcunu ödeyen Hasan Çavuş üstlerinin “Orduda kal” teklifini makul karşılar. Serasker Rıza Paşa onu çok sever ve yaşlıca bir Saraylı ile (Hazinedar Usta) ile evlendirir, surre alayı ile ikisini hacca yollar. Hicaz yolunda o kadar işe yarar ki, İstanbul’a ayak basan hatırlılar taltifini arzularlar. Sultan da onu mülazım-ı sani (teğmen) yapar.
Hacı Hasan bir süre Balıkesir civarında yuvalanan şakilerle uğraşır, havaliyi haraca bağlayan Çamaşırcı Raşit’in çetesini yakalar. Eşkıyanın sindiği mağaralarda hesapsız para çıkar, kaçırılan kızcağızlar kurtarılırlar.
Abdülaziz Han’ın da böyle sadık ve gayretli adamlara ihtiyacı vardır, onu payitahta çağırır. Beşiktaş Karakol Amiri yapar ki, Çırağan ve Feriye Sarayları da mıntıkadadır.
Hasan evlendiğinde hanımı 55’indedir, aradan geçen yıllar belini bükmüş saçlarını ağartmıştır. Hasan’a iyi bakmaktadır hala, akşam yorgunluktan uyuya kalsa bebek gibi pışpışlayıp uzatır yatağına. Abdülaziz Han bir gün çağırtır ve “seni baş göz edeceğim Hasan” der, “İtiraz istemiyorum”.
- Ama efendim ben hanımımdan ayrılmak istemiyorum.
- Ayrılmanı isteyen kim, sadece bir yardımcı alacağız ona. Zaten Hacı Hanım’ın arzusu da bu yönde, kendisi açtı bana.
İtiraz ne mümkün, İncirköylü Hasanpaşa konağında çalışan Hatice Gülnaz adlı bir Çerkez kızıyla nikahını kıyarlar. Hacı hanım, Gülnaz’ı kızı gibi bağrına basar, o da yaşlı hanıma hizmet için can atar. Gül gibi geçinip giderler, hır gür çıkmaz.

VAZİFESİYLE EVLİ
Hacı Hasan vazifesiyle evlidir aslında. Makamını mekânı yapar. Bütün gün semti dolanır, gece sabaha kadar sokaklarda.
Şehzade Abdülhamid, Kudrettepe Köşkü’nde oturmaktadır. Bir gece atla Balmumcu Çiftliği üzerinde giderken bizim ki karşısına çıkar.
- Yassah hemşe(h)rim geri bas!
- Tanımadın mı? Ben, veliaht Abdülhamid!
- Ben veliaht filan tanımam, padişahın emri var.
- Anlamadın galiba?
- Lütfen hemşe(h)rim, hadi uza, uzatma!
Ulu Hakan onu bir kenara yazar, eğer bir gün padişah olursa böyle adamlara ihtiyacı olacaktır zira.
İmparatorluk kâğıt paraya geçince kalpazanlara gün doğar, Hacı Hasan bunları izler dipler ve Yeniköy’deki inlerini basar. Beynelmilel (uluslararası) bir şebeke çöker, çuvallarla para...
Hasan’ı önce alaybeyi (albay), derken mirliva (tuğgeneral) yaparlar.

NASIL DA ALDANMIŞIM
Kindarlığı ile tanınan Harbiye Nazırı Hüseyin Avni Paşa, Abdülaziz Han’ı katletmeyi kafasına koymuştur, tek korkusu Hacı Hasan’dır, onu oyalamayı başarır cinayet esnasında.
Bilahare oyuna getirildiğini anlar ama meğer ki geçmiş ola... Sırf bu yüzden kendini suçlar, sıkıntıdan yüzünü gözünü yolar hatta.
İhtilalciler onu İstanbul’dan uzaklaştırırlar. Kahramanımız Filibe’de Bulgar komitacıları dağıtır, Sırp cephesinde (Aleksinac Zaferi) mühim rol oynar. Osmanlı Rus Harbi çıkınca Kafkaslara koşar. Bir şarapnel parçası gelmesin mi başına? Revirde kalır aylarca.  
Abdülhamid Han tahta oturur ama ateşten bir gömlek giydiğinin farkındadır. Devleti ele geçiren paşalara güvenmez ama güçlerini de bilir, açıktan takışmaz. Sağında solunda ne idiği belirsiz tipler dolanmakta. Aklına yıllar evvel yolunu kesen zabit gelir, Ferik (korgeneral) rütbesi ile Beşiktaş Emniyet Amiri yapar. Şimdi buraya bir nokta koyalım yine döneceğiz mevzuya.
İhtiyar delikanlı: Bir paşa, bir sopa

TAHSİLSİZ VAİZ
Aksaray’da bir mührecinin (kâğıt parlatıcı) oğlu olan Ali Suavi İstanbul çocuğudur ama okumaz. Medrese tahsili olmadığı hâlde hitabetini kullanıp vaizliğe kalkar.
Sami Paşa, Maarif nazırı iken onu muallim imtihanına sokar, arkalayıp Bursa Rüştiyesine yollar. Ancak ne konuştuysa halkın tepkisini toplar. Pek yaptıkları şey değildir ama onu şehirde barındırmazlar.
Paşa da alır Filibe’ye yollar, ticaret mahkemesi reisliğine (hangi hukuk eğitimi varsa) getirir, bilahare tahrire memuru (hafiye) yapar.
Evet çok okur ama daldan dala geçer fikri oturmaz. Siyasete meraklıdır, o günlerde Abdülhamid Han düşmanlığı modadır, o da katılır kalabalığa.

LE MUKHBİR, THE MUKHBİR
İstanbul’a dönen Suavi, bir taraftan Şehzade Camiinde kürsüye çıkar bir yandan Philip Efendinin gazetesinde yazar. Devlet aleyhindeki makalelerinden ötürü Kastamonu’da ikamete mecbur edilir, M. Fazıl Paşa onu Paris’e kaçırtır. Burada Muhbir’i çıkarır ve hamisinin avukatlığını yapar.
Ancak anarşiye çanak tutunca Fransızlar gazeteyi kapatırlar. O da İngiltere’ye geçer “Le Mukhbir”, “The Mukhbir” olur, atışa devam. Sadrazam Ali Paşa’nın katline fetva veren bir yazı yazınca ortalık karışır, kendisi kaçar, arkadaşlarını okka altına atar. Namık Kemal felaket kızar, açar ağzını yumar gözünü, ağır ifadeler, şimdi yazmayayım buraya.

İJDİHAT İKHTİLAL
 Ali Suavi’nin alkışlanmaktan hoşlanan yapısı Avrupalıların dikkatini çeker, onun hırsından yararlanmaya kalkarlar. “Müctehit” ilan ederler hatta.
Keşke “ben kiiim, ictihat kim” diyebilseydi. Bırakın kolları ile birlikte 80 ilimde mütehassıs olmayı, doğru dürüst tedristen geçmemiştir daha.  
Londra’da Mary adlı bir İngiliz’le evlenen Ali Suavi’nin yer yer vatanperverliği tutar. Abdülhamid Han sırf bu yüzden onu affeder, hatta Galatasaray Sultanisine müdür yapar. Mektepte disiplin sağlayamayınca müfettişler devreye girer, vazifeden alırlar. Bilmiyoruz, belki de bu yüzden hasım olur Sultan’a.

ARANAN MAŞA
Avrupalılar her hamlelerine karşılık veren Abdülhamid Han’ı tehlikeli bulurlar. Onlara kukla bir sultan ve ısmarlama bir meclis lazımdır, bu yüzden Rum, Rus ve İngiliz militanları kadın kılığına gererek Çırağan’a sızar, V. Murat’ı kaçırmaya kalkarlar. Onu hakkı gasbedilen bir padişah olarak tanıtacaklardır akılları sıra. Ancak Ulu Hakan’ın kurduğu haber alma teşkilatı işe yarar, casuslar suçüstü yakalanırlar.
İşin can sıkıcı yanı tertibin içinden anlı şanlı (!) paşalar çıkar.
Operasyon başarısızlıkla neticelense de V. Murat’ı getirmekte kararlıdırlar, masonlar aracılığı ile Mustafa Fazıl Paşa’ya ulaşır, Ali Suavi’yi sürerler meydana.
Hazret (!) Rusların kapıya dayandığı karışık günlerde muhacirleri ardına takar. Beş yüz maceracıyla Çırağan sarayını basar, muhafızların silahlarına el koyar. Camı çerçeveyi kırar, bağırıp çağırarak V. Murad’ı sultan yapmaya kalkarlar.
Mesudiye zırhlısı az ötede demirlidir, V. Murad güverteye basar basmaz topları ateşleyip cülus ilan edecek, Abdülhamid Han’dan kurtulacaktırlar kolayca. Ancak V. Murad bu tertibe alet olmaz. Ali Suavi terbiyesini bozar “eğer sen rızanla padişah olmazsan biz seni cebren padişah yapmasını biliriz” der, tabancasını sırtına dayar.

DEĞNEK DEĞİL DARBESAVAR
O sırada Hasan Paşa tıraş olmaktadır, Çırağan’da fevkaladelik hissedince koltuktan fırlar, saray kapıcılarından Zeybek Mehmed’in elindeki değneği kaptığı gibi kalabalığa dalar. V. Murad’ı rızası hilafına sürükleyen Nişli Salih’i Balkan cephesinden tanımaktadır, hiç güvenmez ona. Yanındaki kâtip kılıklı (Ali Suavi) silahını doğrultunca, sopayı kafalarında paralar. İkisi de mevt olurlar.
Hasan Paşa koşturup gelen muhafızlara ateş emri verir ama çocuklar V. Murad’ın isabet almasından korkarlar. İş yine başa düşer, emaneti çıkarır, ilk safı biçer atar. Darbeciler panikle kaçışır, sandallara doluşamadan yakalanırlar.
İşte ihtilalin kırıldığı nokta.
Ne dersiniz Ömer Halisdemir gelmedi mi aklınıza?

ŞEYHÜLİSLAM OLACAKMIŞ
Abdülhamid Han hadiseyi hadiseyi sükûnetle karşılar, kaputunu giyer, revolverini alıp Çırağan’a koşar.
Suavi’nin İngiliz eşi evrak namına ne varsa yakmış ve kendisini bekleyen gemiyle alel acele yurt dışına kaçmıştır. Eğer doğruysa İhtilalci yazarın cebinden “Hakan-ı sabık Murad Efendi’nin ilcası takdirinde şeyhülislamlık makamının Ali Suavi’ye tevcihi tarafımızdan tekeffül edilmiştir” yazan bir kâğıt çıkar. Altında anlı şanlı paşaların imzaları, kime güvensin biçare Sultan.
Bunları da bağışlayacaktır ayrıca.
Gazeteler bir süre Ali Suavi’yi ihanetle suçlar, ne İngiliz casusluğunu ne de Rus uşaklığını koyarlar. Abdülhamid devri bitince fabrika ayarlarına dönecek, destanlaştıracaktırlar o başka.

 

Düzenleyen:  - YAŞAM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...