Sevgi çağlayanı -5-

A -
A +

Hocası (maddi ve manevi nübüvvet ışıklarının hamili, müftü Seyyid Ahmed Mekki Efendi'nin teşhis ve ifadeleriyle; "latif, benzeri bulunmayan, belki de ileride bir benzeri yazılamayacak olan kitabın [Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye] yazarı, zamanımızın bir tanesi") Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin en sevdiği, biricik talebesi idi Enver Ağabey.

Hocasının biricik kızı Dilvin Hanımefendiyle izdivaç yapıp, onların hane-i sadetlerine yerleşti ve; Enver Ağabey için imtihanların en çetini (her an huzurlarında olmak!) böylece başlamıştı!
Cağaloğlu'ndaki gazetedeki ofisinde; baş başa kaldığımız bir günde, anlatmıştı:
"İ.Ü. Fen Fakültesinin Biyoloji Bölümü'nde asistan olarak akademisyenlik görevimi, başarı ile sürdürürken, doktora çalışmalarıma hız verdim ve tam bitirecekken; evde, yemek esnasında, Hocamız (bilmiyormuş gibi yaparak): 'Siz, mektepte ne yapıyorsunuz?' diye sordu. Allah'ın izniyle bir ay sonra doktora imtihanım olduğunu ve tezimi bitirdiğimi arz ettim. 'Pekiii!' buyurdular; 'size bir şey söylersek, bizi dinler misiniz?' dediler. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Çünkü, ben her şeyimi terk ederek, kendilerine iltica etmiştim! Ondan başka dayanağım, tutamağım yoktu ki; huzurlarında, rüzgârın titrettiği söğüt yaprağı gibi idim. Nasıl olur da kendilerini dinlemem?!! Efendim! Tabii dedim; elbette dinlerim, dedim. 'Mesela' dedi; 'görevinizden istifa et dersek, istifa eder misiniz?!' buyurdu. Tabii, elbette ederim, dedim. 'Peki öyleyse; istifa edin de; görelim bakalım; nasıl bir şeymiş bu istifa?!' dedi. Ertesi günü gittim; Bölüm Başkanım'ın karşı gelmesi ve istifa dilekçemi yırtıp atmasına rağmen; tekrar istifa dilekçesi yazıp, fakülte sekreterliğine bıraktım. Odama gittim, çekmecelerimi boşalttım, ceketimi alıp çıktım.
Akşam, evde yine sofradayız; 'ne yaptınız' diye sordular; her şeyi anlattım, ilişiğimi kestiğimi ve artık üniversiteye gitmeyeceğimi söyledim. İnanası gelmiyormuş gibi yaparak: 'Allah! Allah! Demek istifa ettiniz; inşallah öyledir!' buyurdu.
Ertesi günü, birlikte Draman-Eminönü otobüsüne bindik; arka sıralardaki ikili koltuğa oturduk. Kendileri cam kenarında idi. Bir zaman sonra; iki eliyle başımı sıkıp ve sertçe sola doğru kıvırarak: 'bazilikayı andıran, şu binayı ve mektebi kalbinden çıkar!' diye bağırdı. Öyle ki, otobüstekiler; ne oluyor diye bize döndüler. Ellerini gözlerimden çektiklerinde, baktım ki, Laleli'deyiz ve bizim fakültenin önünden geçmekteyiz. O anda değil binayı-mektebi, her şeyi; kendimi bile unuttum! O zaman anladım ki, şekli istifa, gerçek istifa değilmiş. Kalp, bütünüyle boşalmayınca, başka şeyle doldurulmazmış! Merhamete bakın; hem kendileri, istifanın gerçeğini yaptırıyorlar ve hem de; boşalttıkları o kalbi, dünyaya zıt sevgi ile dolduruyorlar!
Ve, Enver Ağabey'e öğütleri: Zamanımızın ve bütün zamanların en üstün silahı, güler yüz-tatlı dildir. Çatık kaş, Cehennemin; güler yüz, Cennet'in habercisidir! İslamiyet, şefkat ve merhamet dinidir. Siz, İslamiyet'i öyle yaşayın ki, size gelenler, sizin yüzünüzden Cehennem'lik olmasın!.."
Hücrelerinin her zerresi ile; mübarek Hocasına 'peki!' diyen ve böylece her şeye kavuşan sevgili Enver Ağabey; mümtaz şahsiyeti ile 'sevgi çağlayanı' olmuş ve o çağlayandan bir yudum içen de, kana kana içen de kurtuldu; ne mutlu!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.