Bütün yollar Roma'ya çıkıyordu! -1-

A -
A +
Milletin egemenliği denilen olgu, yalnızca şekilde mevcuttu ve kâğıt üzerinde idi. Meclis'in duvarında yazılması da bir şey ifade etmiyordu. Tıpkı; 'köylü milletin efendisidir' söylemi gibi, bir yutturmacadan ibaretti.
Bu ne menem egemenlik ki; milletin, en ufak konularda bile esamisi okunmuyordu. Adına 'devrim' denilen tüm yeniliklerin hiçbirisi millete sorulmadığı gibi hemen hepsi dayatıldı. Üstüne üstlük, milletin, asırlardan beri tevarüs ettirdiği değerleri; bir bir ayaklar altına alınıyor ve bunlardan yalnızca bir tanesine (Kur'an okutmaya ve okumaya) tevessül eden; polis ve jandarma takibine uğruyor; dipçikle, işkence ve hapisle ve hatta ölümle bunun bedelini ödüyordu.
Bu ne menem 'efendilik' ki; köylünün, pejmürde kıyafetinden dolayı şehre inmesine müsaade edilmiyordu. Aynı 'efendiler' altı lira yol vergisini ödeyemediğinden; derdest edilip karakollara götürülüyor ve temiz bir sopadan sonra hapislere gönderiliyordu.
'Efendiliğin' boyutuna bakın ki; şehirdeki memur, şekerin kilosunu 5 kuruşa alabilirken; 'efendi'ye (köylü-vatandaş) on liradan paha biçiliyor ve tabiatıyla 'efendi' şekeri ancak rüyasında görebiliyordu. Zira, 'efendi' beş parasız olup meteliğe kurşun sıkıyordu.
Çok övündükleri İnönü'nün devrinde; kaput bezi, ekmek, tuz ve gazyağı 'kibrit-i ahmer' olup, karneye bağlanmıştı...
Yalnızca bir kısmını yukarıda yazdığımız, bu denli zulümler Türk'e reva görülüyordu. Kürtlere sıçan muamelesi yapılıyor ve Dersim'in dağlarında mağaralarda; çoluk-çocuk, kadın yaşlı demeden insanlar zehirli gazlarla telef ediliyordu. Gayr-i müslimlere ise, 'varlık vergisi' adı altında, insafsızca baskılar uygulanıyor; malının hepsini satmakla bile borcunu ödeyemeyen vatandaşlarımız, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerden alınıp, Erzurum Aşkale'ye sürgün ediliyor ve orada esir muamelesine tabi tutulup; taş kırdırılıyor ve yol inşaatlarında çalıştırılıyorlardı.
Sahte 'demokrasi' tarihimizde ise, ipin ucu 'Süleyman'a teslim ediliyor ve kendisi başbakan olarak konutta; kaloriferler yanmadığından palto ile oturuyor ve soran gazeteciye de pişkince; 'mazot vardı da ben mi içtim?!' diyebiliyordu.
Aynı Süleyman, 70'li yıllarda, diğerinin kasket ve gömlek; kendisinin sadece fötr giymekle farklı olduğu Ecevit'le hükümetçilik oyununda köşe kapmaca oynuyor ve milletçe yağın, mazotun, şekerin, akünün ve envai çeşit emtianın yokluğu çekilip karaborsası yaşanıyordu.
Dikkat edilirse; A partisi, B partisi veya şu veya bu parti veya onların liderleri fark etmiyor; hangisinin peşinden gidilirse gidilsin; bütün yollar Roma'ya çıkıyordu!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.