Azerbaycanlı siyasetçi İlyas İsmayilov'dan Kudüs açıklaması

Düzenleyen:
Azerbaycanlı siyasetçi İlyas İsmayilov'dan Kudüs açıklaması

GÜNDEM Haberleri

Azerbaycanlı siyasetçi İsmayilov, Kudüs sorunu ile ilgili görüşlerini dile getirdi. Konuşmasında Karabağ sorununa da dikkat çeken İsmayilov, "Karabağ meselesiyle Kudüs sorununu eşleştirmek yanlış." dedi.

Azerbaycan Adalet Partisi Genel Başkanı, Hukuk ilimleri Doktoru İlyas İsmayilov, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs kararı sonrası yükselen tansiyonu değerlendirdi. Olaylara karşı Azerbaycan'ın tutumunu yorumlayan İsmayilov, Karabağ meselesiyle Kudüs sorununu eşleştirmenin yanlış olduğunu ifade ederken, "Hem tarihsel olarak, hem uluslararası hukuk bakımından Karabağ, Azerbaycan'ın egemenlik hakları içerisine giren bir mekan ve BM tarafından tanınan devlet arazimizin bir parçası. Kudüs için ise aynı sözleri söylemek imkansızdır. Aksine, Kudüs'ün ilhakı, Karabağ sorununun çözümünde bizim aleyhimize bir örnek oluşturabilir. Bu açıdan, Azerbaycan makamları tarafından atılan adımlar devlet çıkarlarımızla uyumludur." dedi.

İşte İsmayilov'un açıklamaları;

Sayın İlyas Hoca, bugün dünya devletlerince en çok tartışılan konuların biri Kudüs'tür. ABD Başkanı Trump'ın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma anlamına gelen kararı, Müslüman uluslar tarafından kınanıyor. Azerbaycan Cumhurbaşkanı da, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çağırısyla düzenlenen İİT`in olağanüstü toplantısına katıldı. Tabii ki, uluslararası Yahudi lobilerine karşı gitmek ciddi riskler almak demek. Sizce, Karabağ sorunu olan bir ülkenin bu riski alması ne kadar doğru? 

Tabii ki, dış politika alanında atılan her adım bazı riskler içerir. Özellikle, bölücülük sorunlarıyla karşı karşıya kalan bir devletin bu gibi konularda somut fikirler ifade etmesi kolay değildir. Bununla birlikte, hiç bir devletin tarafsız kalamayacağı bazı konular var. Tramp'ın Kudüs hakkındaki kararı da böyle konulardan biri. Öncelikle, Azerbaycan, ahalisinin ekseriyesi İslam kültürünün bir parçası olarak, Kudüs'ün uluslararası hukuka aykırı ilhakına kendi münasebetini bildirmeliydi, ki bildirdi.

İkincisi, toplantı çağrısında bulunan ülke Türkiye idi ve Azerbaycan stratejik müttefikini meydanda yalnız bırakamazdı.

Üçüncüsü, her ülkenin dış politika sahasında sahip olduğu coğrafya şartlarından doğan uluslararası ortak çıkarları olur. Bizim de içinde bulunduğumuz tüm bölgesel ve büyük güçler Kudüs'le ilgili nerdeyse aynı tutum içerisindeler. Hem Türkiye, hem Rusya hem de İran, Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınmasına şiddetle karşı çıkıyor. Azerbaycan da coğrafi ve ulusal-kültürel menfaatleri üzerinden kendi tutumunu sergilemeli idi.

Dahası, Trump`ın kararı kanuna o kadar aykırı ki, uzun süre ABD ile aynı askeri ittifakta ve jeostratejik hedeflerde birleşen Avrupa ülkeleri bile, ona karşı çıkıyorlar. Bunun sonucu olarak Brüksel ziyareti sırasında İsrail Başbakanı Avrupa Birliği'nden istediği bir destek alamadı. Bu durumda Bakü'nün Küdus kararına tarafsız kalması doğru olamazdı. Sanırım, Azerbaycan yetkilileri bu adımı yüz ölçüp biçtikten sonra atmış ve  Türkiye'nin çağrısına müsbet cevap vermiştir.

Öte yandan, Karabağ meselesiyle Kudüs sorununu eşleştirmek de yanlış. Hem tarihsel olarak, hem uluslararası hukuk bakımından Karabağ, Azerbaycan'ın egemenlik hakları içerisine giren bir mekan ve BM tarafından tanınan devlet arazimizin bir parçası. Kudüs için ise aynı sözleri söylemek imkansızdır. Aksine, Kudüs'ün ilhakı, Karabağ sorununun çözümünde bizim aleyhimize bir örnek oluşturabilir. Bu açıdan, Azerbaycan makamları tarafından atılan adımlar devlet çıkarlarımızla uyumludur.

İsrail neden Kudüs'e hak iddia edemez?

Bu sorunun iki boyutu var. Boyutlardan biri tarihsel, diğeri yasal faktörlerle ilgilidir. İsrail tarihsel olarak Kudüs'ün kendi sehirleri olduğunu söylüyor. Her şeyden önce, konuya bu yaklaşım dünyayı sonsuz savaşlara götürebilir. Herhangi bir arazinin kime mahsusluğunu, onun herhangi eski tarihte kime ait olması gibi amiller belirlemez. Hazırda o topraklarında kim yaşarsa, ülke de onundur. Tarih yaşanmış bir vakadır. Uluslararası hukuk, yaşanmışları değil, yaşananları ele alır, değerlendirir. Aksi takdirde, yaşanmış tarihine esasen Kudüs'ün İsrail'e ait olduğunu iddia eden ABD vatandaşları, aynı mantıkla, şu anda yaşadıkları ülkelerini eski Amerika halkı olan Hindulara devredip Avrupa'ya dönmeliler. Uluslararası hukuk ilkelerinin henüz belirlenmediği dönemde yaşanmışlara göre bir toplumu suçlamak, ya da ondan intikam almak meşru olamaz ve hiçbir kanunla yorumlanamaz. En azından ona göre ki, uluslararası hukuk felsefesinde eski tarihleri yargılamak gibi bir gelenek yoktur. Geçmişin araştırılması tarihin bir görevidir, hukukun değil.

Öte yandan, tarihi kaynaklar da İsrail ve ABD tezlerini çürütüyor. Siyonizm'in iddialarına göre, Kudüs'ü, onların sözleriyle Yeruşalim`i yahudiler oluşturdu ve bu nedenle de İsrail`in olmalı. Tarih ise tamamen farklı gerçekleri ortaya koymakta. Tarihi kaynaklar Kudüs'ün M.Ö. 2. binyılda Yehus halkı tarafından yapıldığını söylemekte. Yahudiler ise 1000 yıl sonra peygamber Davut'un komutanlığı altında bu şehri işgal ettiler. O zamana kadar Yahudiler Mezopotamya'da yaşayan göçebe bir halkdı. Sığırlarını otlata otlata Kudüs'ün sınırına kadar geldiler ve Mısır imparatorluğunun zayıflamasından faydalanarak bu şehri ele geçirdiler. O tarihte Kudüs sakinlerinin Kenan'a sürülmeleri ve Yehus'un bir sami halkı olduğu bildirilir. Kenan Dağları şimdi Lübnan topraklarında ve burada yaşayan insanlar sami halk olan Araplardır. Bu mantıkla Kudüs'ü Araplar kurdular.

Davud peygamberin bu şehri almasıyla tarihte ilk ve tek büyük Yahudi imparatorluğu kurulur ve onun oğlu Süleyman peygamberin döneminde en muhteşem dönemini yaşıyor. Peygamber Süleyman'ın ölümünden sonra, bu imparatorluk adaletsizlik ve sarayiçi savaşlar sonucunda yavaş yavaş zayıflıyor. Nihayet, Milattan  önce 586 yılında Babiller tarafından tutulur, nüfusunun büyük kısmı imha edilir, sağ kalanlar esir alınır ve köle olarak Babilistana sürülür. Kudüs, bir daha Pers hükümdarı Kir tarafından MÖ 538'de Babiller`den geri alınır ve oraya Yahudiler yerleştirilir. Daha sonra, Makedonyalı İskender, onun ölümünden sonra Mısır hükümdarı I Ptolomey tarafından işgal olunan bu şehir, MS 70'te ise Roma ordusu tarafından ele geçirilir. MS 325 yılında Roma İmparatoru Konstantin kente Yeruselim adını yeniden geri verir ve Hıristiyanlığın merkezini ilan eder. 7. yüzyıla kadar sık sık çeşitli hükümdarlar tarafından işgal edilen Kudüs 638 yılında islam halifesi Ömer bin Hattab tarafından alınır ve böylece, şehir 3 semavi dinin merkezi haline gelir.

Kudüs'ün 3000 yıllık tarihine göz attığımızda, bu uzun ömrün yarısı üç manevi dine aynı zamanda manevi bir merkez olarak geçmiş. Kudüs, Yahudilerin ve Hıristiyanların yanı sıra Müslümanlar için de bir dini merkez. Şimdi herhangi bir süper güçün kalkıp da yüzyıllarca oturuşmuş bir geleneği değişirmeye çalışması rahat hazmedilecek mesele değildir ve dinlerarası çatışmayı kışkırtmaya hizmet eder.

Kudüs`ün yüzyıllarca 3 semavi dinin merkezi olduğunu diyorsunuz. O zaman mevcut sorunun temelleri ne zaman atıldı?

Tarih boyunca, Kudüs farklı dinler arasında bir problem kaynağı olmuş. Kentin Müslümanlarca fethi Kudüs'te uzun zaman süregelen istikrar oluşturda da, sorunu daha karmaşık hale getirmiştir. Kudüs sorunu, aslında üç göksel din arasındaki hoşgörü eksikliğinden kaynaklanmakta. Sorunun kökü en eski dinin, daha yeni inancın kutsal olduğuna inanmaması ve yalnızca kendi kitabının Yaratıcı tarafından gönderildiğini düşünmesinden doğar. Bu anlamda 7. yüzyıla kadar Kudüs Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki kırılma noktası idiyse, 7. yüzyıldan sonra islam da bu ihtilafın tarafına çevrildi. İslam`ı, hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar kabul edemediklerinden zaman zaman aynı hedefte birleşiyorlar. 

Kudüs'ü Müslümanlardan geri alma girişimi, ilk önce haçlı seferleriyle başladı. 1099'da, I Haçlı seferinde Kudüs işgal edildi ve bütün Müslüman nüfus kılıçtan geçirildi. 1187`de şehir Mısır padişah Salahaddin Eyyubi tarafından geri alındı. Kudüs'teki Kıyamet Tapınağı hariç, tüm kiliseler camiye dönüştürüldü. 1229 yılında II. Friedrich`in işgali ile Kudüs Hristiyanlara geri döner, ancak bu zafer de uzun sürmez. Şehir, Harazmler tarafından 1244'te yeniden fethedildi, 1517-1917 yılları arasında ise Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içerisine girdi ve tarihinin en rahat zamanını yaşadı. Dört asırlık Osmanlı İmparatorluğu himayesinde Kudüs kendi refah dönemine ayak bastı. Osmanlılar bu şehri bu üç dinin gerçek merkezi yaptı.

Tarihe yakından bakarsak, tüm haç yürüyüşlerinin Kudüs uğrunda yapıldığını görebiliriz. Günümüzün Kudüs’ünün sorunu da, Haç yürüşlerinin bir sonraki safhası. Sadece, şimdiki aşamaya Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlar değil, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere timsalında Protestan Hıristiyanlar rehberlik ederler. Protestanlık, Yahudiliğe yakın dini cereyan  olarak bilinir. Hatta Protestanlar arasında evanjelist denen bir zümre var ki, bu eğilimin temsilcilerine "Hıristiyan Siyonistler" denir. Evanjelistlerin fikrince, İsa peygamber, Kıyamet Tapınağı'nda dirilecek. Bundan sonra dünya egemenliği Yahudilerin eline geçecek. Onlar bu düşüncelerini Kutsal Kitaplarındaki “Yeni Ahit” adlı hissesinde yer alan bir ihkamdan alırlar. Bilindiği gibi Yeni Ahit, Tevrat'ın bir başka adıdır. Tevrat`a göre, İsa peygamber Kıyamet Tapınağı'nda zuhur edecek. Ondan önce ise Yahudiler Kudüs'te toplanmalılar.

ABD`de büyük politik ve ekonomik gücü olan evanjelikler, özellikle 1917'den beri bu politikayı sürdürüyorlar. Bilindiği üzere, Kudüs 1917'de Britanya tarafından işgal edildi. Modern Kudüs sorununun Evanjelik temelleri de aynı tarihte atıldı.

Bu süreç İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra daha da hızlandı. 1947'de Yahudilerin Filistin topraklarına getirilmesi başlandı. Bir yıl sonra Kudüs'ün batısı Ürdün'ten alındı. Böylece, Arap ve İsrail arasında yaranan gerginlik, tarihte “Altıgünlük savaş” adıyla bilinen Yahudi zaferiyle sonuçlandı. Kudüs'ün doğu kesimi de o yıllarda İsrail tarafından işgal edildi. 1917`den bu yana süregele tarihe dönüp baktığımızda garip bir zaman çizelgesi ile karşı karşıya kalırız. Kudüs'ün ilk işgalinden 50 yıl sonra şehir tamamen Yahudilerin kontrolü altına girdi. Ve 100 yıl sonra, ABD şehri İsrail'in başkenti olarak tanıdı. Sanki her şey eski SSCB'deki 5 yıllık planlar gibi disiplinli bir biçimde gerçekleşiyor. Sadece 5 yıllıkların yerini 50 yıllıklar tutmuş.

İlginçtir. Neden bu süreç uluslararası hukuka uygunlaştırılmıyor? Zira ABD'nin tüm niyetlerini Birleşmiş Milletler`de meşrulaştırabilmesi zor olmasa gerek. Kudüs sorununun uluslararası hukuktaki rolü ne?

Çağımızda arazilerin ilhakı düşündüğünüz kadar da kolay değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, dünyanın büyük güçleri küresel trajedilere yol açan çatışmaları önlemek için Birleşmiş Milletler`i kurdular. BM, küresel ilişkileri düzenleyen uluslararası yasalar çıkardı. Bu kanunlarda, ülkelerin egemenliği değiştirilemez ilkeler olarak tanındı. Yahudiler uluslararası yasaların tespitinden sonra İsrail'e yerleştirildiğiden ve ilhak politikalarını meşrulaştıramadılar.

Dahası, Kudüs sorunu sadece Yahudilerle Müslümanlar arasında yaşanan bir çatışma değildir. Hristiyanlar da bu konuda farklı bir konumda duruyorlar. Hıristiyanlığın ana mabedi Kıyamet Tapınağı'dır. Kıyamet Tapınağı`nı tarihen çeşitli Hıristiyan mezhepleri tarafından kontrol etmekteler. Onlar ise ya Katolik, ya da Ortodoks akımlardır. Kudüs ise Protestanların desteğiyle Yahudileştiriliyor. Ortodoks ve Katoliklerin bazıları ise, Protestanlardan farklı olarak Yahudilere İsa peygamberin katili gibi bakıyorlar. Hıristiyan devletler arasındaki bu farklı konumlar, evanjelizmin amacını ve Kudüs'ün ilhakının meşrulaştırma çabalarını engeller. Katolik Avrupası ve Ortodoks Rusya'sının Trump'ın nihai kararına farklı yaklaşımının başlıca nedenlerinden biri de budur.

Kudüs'ün uluslararası hukuktaki yerine gelince, bilindiği gibi, 1980'de İsrail Kudüs'ü başkent ilan etti ve parlamento da dahil birçok hükümet kurumlarını bu kente taşıdı devretti. BM Güvenlik Konseyi ise bu kararı onaylamadı. 478. kararıyla Kudüs'ü Filistin ve İsrail'in ortak bir şehri ilan etti. Daha önce de İsrail'in bu meseleyle bağlı çıkardığı bir çok kararlar BM tarafından engellenmiştir.

Bütün bunlara rağmen, Kudüs'ün Yahudileştirilmesi dünyada hangı sorunlara yol açabilir?

Farklı ülkelerdeki toprakların bu şekilde ilhak edilmesi, öncelikle uluslararası kanunları ve Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere bu kanunları hayata geçiren kurumları olumsuz etkiler. Küresel barış ve istikrara gölge düşürür. Şu anda uluslararası hukuk yalnızca ABD tarafından da ihlal edilmiyor. Bazı devletlerin komşularının topraklarını ilhak etmeleri olağan bir duruma dönüşmüş. Bunlardan biri de Karabağ`ın Ermenistan tarafından işgalidir. Bu tür sorunlar yavaş yavaş dünyayı büyük savaşlara sürüklüyor. Zira hukunun bittiyi yerde savaşlar başlar. Kudüs meselesi ise, gelecekte ortaya çıkabilecek küresel savaşların tabiatını belirleyebilir. Ne yazık ki, dünya Amerika Birleşik Devletleri tarafından en tehlikeli savaşa - küresel dini çatışmalara sürüklenmektedir. Bu süreci üç semavi dininin birleşim noktası olan Kudüs`ten başlatılması ise daha da tehlikelidir. Bilindiği gibi, Kudüs, Arapça "kutsal yer" anlamına gelir. Müslümanlar kutsadıkları için bu şehre bu adı yakıştırmışlar. Yahudiler ona Yeruşalim diyorlar. Yeruşalim (Yeruselim) semitik dillerde "barış şehri" demek. Ne yazık ki, geçen yüzyılın başlarında bu şehir İngilizler tarafından ele geçirildi ve Yahudilere verilmeye çalışıldığı andan Kudüs`te  barış da huzur da yıkıldı. Burayı barış kenti olarak görmek isteyenler şehri sonu görünmeyen bir savaşa sürükleyirler. Bu devam ederse, Kudüs hiçbir zaman bir Yeruselim`e, yani barış kentine dünüşmeyecek. Özellikle, diğer dinlere hoşgörüyle yaklaşan, Hıristiyanlığın yanı sıra Yahudiliğin peygamberini de kendi peyğamberi olarak kutsayan Müslimanların sıkıştırılması dinlerarası diyalogdaki temel bağlantı telinin koparılması demektir. Fikirlerime Kudüs`te yaşanan ve İslami hoşgörüyü yansıtan bir kaç örnekle devam etmek isterdim. 

İslam Halifesi Ömer Hattab Kudüs`ü fethetdiği zaman Hıristiyanların Kıyamet Kilisesine uğrar. Kilisenin papazı onu büyük saygı ile karşılar. Kısa bir konuşmanın ardından Ömer Hattab, öğle namazı kılmak üzere kiliseyi terk etmek ister. Papaz ona namazı kilisede de kılabileceğini söyler. Halife, bu öneriyi kabul etmez. Burada namaz kılarsa, bunun Müslümanlar arasında bir geleneğe çevrileceğinden ve zamanla kilisenin camiye dönüşebileceğinden ihtiyatlandığını bildirir. Böylece, kiliseden kenarda namaz kılmaya karar verir. Müslümanların bu hassasiyeti sayesinde, Kudüs, adına uygun olarak, üç semavi dinin merkezi ve barış şehri haline gelir. Müslümanlar bu şehre hakim olduktan sonra Kudüs Yahudilerin de ziyaretine açılır. Özellikle Sultan Süleyman döneminde Kudüs`ün kalkındığı her bir kimseye bellidir. Tarihin bir başka çağında Kıyamet Kilisesini ziyaret esnasında dört farklı Hıristiyan mezhep arasında ciddi tartışmalar yaşandığı barede belgeler var. Osmanlı döneminde yaşanan bu olaylar sırasında çok sayıda Hıristiyanlar birbirini katliam yapmışlar ve Kudüs`ün "barışçıl şehir” imajına gölge düşürmüşler. Sonunda Osmanlı Sultanı olaylara müdahale eder Hıristiyan mezhepleri diyaloga çağırır. Hıristiyanlar birkaç gün süren tartışmalardan sonra adalet onarılsın diye kilisenin anahtarını gönüllü olarak bir müslimana  verirler. Bugüne kadar sözkonusu anahtar Müslüman ailesindendir. Bu gerçek, Müslümanların Kudüs'e adalet ve barış getirdiğinin en açık örneğidir. Ne yazık ki, Siyonistler Kudüs'ü benimseyerek bu barışı ortadan kaldırmak istiyorlar ve hedeflerinde sadece Müslümanlar da değil. Aynı şekilde, Kudüs'te yaşayan Hıristiyanlar da bu Siyonizm politikasından nasiplerini alacaklar.

Kudüs'ün Siyonizm tarafından ilhak edilmesi, Ortadoğu'da ve dünyada ciddi olaylara yol açabilir ve bu tehdidin ipucu, geçen yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi, 1990 yılında ünlü ABD stratejistlerinden biri olan Samuel Huntington'un Medeniyet Teorisi ortaya atılmıştır. SSCB'nin çöküşünden sonra ortaya çıkan bu teoriye göre, gelevekteki dünya savaşlarının ana sebebi ekonomik ve siyasi değil, dini olacaktır. Huntington ayrıca dini savaşların tarihi olarak 21. yüzyılın başına işaret ediyordi. İlginçtir, Amerika Birleşik Devletleri tarafından gerçekleştirilmeğe çalışılan suni dini savaşların başlaması da şimdiye tesadüf eder - 21. yüzyılın başlarına. Bu savaşların yalnızca Müslüman-Yahudi çatışmasında kalmayıp aynı zamanda Hıristiyan dünyasını da kapsayacağını düşünüyorum. Kudüs'ün bir kırılma noktası olarak seçilmesi, bu anlamda tesadüfi değil.

Düzenleyen:  - GÜNDEM
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...