Unutulmaz bir hekim Dr. Mesut Ülbe

A -
A +
2000'li yılların başlarıydı. Telaşla çıkmışım binadan, nasıl işim var anlatamam, görüşmeler, sunumlar filan... Kadim dost Halid Abay'a rastladım "gel bi hasta ziyareti yapalım" demesin mi o anda.
Uydum. Bir mümin yürü gidelim dedi mi "nereye" bile sorulmaz.
İhlas Yuva Sitesi'nde bir kapı çaldı. Bizi genç bir hekim karşıladı, MS hastasıymış, dolaşıyor ama tekerlekli sandalye ile anca. Nasıl güler yüzlü, nasıl kibar, enerji nakil hattı gibi neşe dağıtıyor etrafa.
Daha ilk tanışmamızda kanım kaynadı. O günden sonra her Cuma Mesut Ağabeyi ziyaret ettim, rutine bağladım adeta.
Bizi karşısında görünce çok mutlu olurdu, sevincini saklayamaz. Önceleri "avunsun garip" diyordum ama sonra anladım ki benim ona olan ihtiyacım daha fazla.
Biz gaflet denizinde kulaç atıyorduk, o mana deryalarında.  Biz nimetlerin şükründen acizdik, o derdini seviyor, sabrediyordu hastalığına.
Eyüp aleyhisselamın imtihanı 7 yıl, yedi ay, 7 gün, 7 saat sürmüş.
Mesut ağabey de "hele bir yedi yıl olsun bakalım" derdi, Allah kerim sonrasına.
Cenab-ı Haktan gelene büyük bir teslimiyetle boyun eğer, tesbihlerini,  zikirlerini aksatmaz. 
Ah bir de yakınlarına da yük olmasa...
DERDİ VEREN DERMANINI DA
Sağdan soldan eş dost gelir, ona değişik tavsiyelerde bulunurlar. Mesut ağabey iyi bir hekimdir, hastalığın seyrini bilir. Ama hısım akrabayı kırmaz, kıramaz. Hiç unutmam, birileri arı ile gelmiş, cımbızla hayvancağızı tutup Mesut ağabeyi sokturttular. Bu deneme kısa sürdü Mesut Ağabey arıcıklara kıyamadı zira.
Bu tür hastalıklarda aileye de hayli yük düşüyor ki fedakar kardeşi Emre'nin hizmetleri unutulmaz. Emrecik ağabeyine gözü gibi baktı, mutlaka yoruldu ama bunu hissettirmedi ona.  Musalla başında "sana bakmaya seve seve devam ederdim ağabeyciğim"  dedi ki annesi, ablası da ona keza.
Babası rahmetli İbrahim amca, mütevekkil bir insandı, hoş geldin dedikten sonra çekilir, biz Mesut ağabeyle sohbet ederdik, rahatça.
Bizim Cuma ziyaretleri mutad oldu zamanla. Saati saatine, dakikası dakikasına...
Kısaca haftayı özetlerdim ona, sanat, hitap, kitap, politika, atlarım daldan dala.
Mesut Ağabey kendisini zor yarınların beklediğini bilir ama şikayet etmezdi,  "niye ben" demedi asla.
Dr. Mesut, rahmetli Enver Ören Ağabeye aşk derecesinde bağlı idi. Bazen Enver Ağabeyin sohbetlerini aktarırdım ona. Bizzat kendisinden dinliyormuş gibi boynunu büker, gözleri dolar, bilirim tek kalınca ağlayacaktı doya doya...
Dervişler, 40 gün inzivaya çekilirmiş, Mesut ağabeyimizin inzivası 10 yıl sürdü dile kolay. Ruhu temizlenmiş berraklaşmıştı, bizim gülüp geçtiğimiz hadiseler onu ağlatabiliyordu pekala...
Eve kapanmış bir genç düşünün, fikir, şükür, istiğfar, dua... Hastalıkta da bir nimet, eğer o zaviyeden bakılırsa.
MESUT OLURSUN İNŞAALLAH
Eniştesi İsmail İncialan'ın düğünündeler, henüz hastalık filan yok ortada. Enver Ağabey Mesut ağabeye dua ediyor: "Mesut olursun inşallah!"
Ve o amansız hastalık... Dert yağıyor adeta. 
Saadet bu mu?
Enver Ağabey "O öyle bir makama talib, oldu ki" buyuruyor, "bedelini ödüyor dünyada". 
Kardeşi bir gün soruyor, "abi sen hangi makama talip olmuştun sahi?"
- Ah ben, zavallı ben. Velilerin kapısında Kıtmir olsam, ne isterim daha."
Bilen söylemez, söyleyen bilmezmiş, sırrı eminine verirmiş Allahü teala. 
Tekerlekli sandalye, kanepe, yatak, karyola... Derken düştü mü ayarlı hasta yatağına. Eli kolu derken dili de ağırlaştı, zikri kalbine indirmişti son zamanlarında.  Kesik bir ritmle soluk alıp veriyordu. Al lah! Al lah! Al lah!
Bilgisayara çok hakimdi, sadece göz hareketleri ile komuta edilen bir 
program edinmişti. Sanal alemde dolanıyor gençlere nasihat veriyordu icabında. Allahü teâlânın lütfu ihsanı ile iki Uzakdoğulunun hidayetine vesile olmuş ve çok sevinmişti buna.

 

 

SÜPER SÜPER!
Yaklaşık 30 yıldır tanıdığım Mesut Ağabeyin en bariz özelliği kul hakkından çok korkması ve bu hususta aşırı titiz davranmasıydı. Hatta sırf bu yüzden hekimliği bırakmayı düşünüyordu. Hastaya konacak yanlış bir teşhis, verilecek hatalı bir ilaç onun için kâbustu adeta. Hiç kimseye kızdığını, üzdüğünü, arkasından konuştuğunu duymadım. 15 yıldır çektiği hastalığın son 10 yılı hayli sıkıntılı geçmesine rağmen "öf" demedi bir defa. Düşünün gırtlak delik, ağız çalışmıyor, buruna takılan bir hortum ile günde 3-4 tüp sıvı mama veriliyor, vücutta et kalmamış, kemikler fırlamış dışarıya, yaralar derinleşmiş, hususi bantlarla kapatılabiliyor anca... Sorarsın "Mesut Ağabey nasılsın?" 
Gülümser "Süper!"
Hastalıkla ilgili tek kelime yok, sadece süper. Biz ona değil o bize acır üzülmememiz için değişik mevzular bulur, hedef saptırırdı ustalıkla. Gaslinden sonra baktım yüzü bembeyaz. Nasıl nurlu anlatamam. Bizlere de şefaat eder İnşallah.  
İsmail İncialan (eniştesi) 
 

UNUTULMAZ BİR HEKİM...
Dr. Mesut Ülbe 1961 yılında Bursa, Karacabey'de doğar. İlk ve orta tahsilini Bandırma'da yapar, Balıkesir'de liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesini kazanır ve kayıpsız mezun olur.  İhlas Holding'de müessese hekimliğini yürüttüğü günlerde MS'e  yakalanır. Elden ayaktan düşünceye kadar hasta kabul eden Mesut Ağabey, unutulmaz intibalar bırakır.  

 

 
ÇARESİZ HASTALAR İÇİN SİSTEM GELİŞTİRDİ
GÖZLERİYLE KONUŞURDU
90'lı seneler. Gözlerim hakkında istişare edecek hekim arıyorum o sıra. Mesut Ağabey ile karşılaştım. 
Koluma girdi, odasına gittik, sabırla dinledi. "Bu mevzuda ihtisas yapsaydım suallerine cevap veremezdim" dedi, "ama neyse ki hürüm. Pratisyenliğin güzelliği de bu işte!" 
Ben tavsiyelerine uydum ve rahatladım. Çok okurdu, bir gün enzimlerden bahis açtı,  bizim için yabancı bir alandı ama ilgimizi çekmeyi başardı. "Sadece şu mevzu bile insanın iman etmesi için yeter" demişti hiç unutmam.
Hastalarını dost edinirdi ki ben de onlardan biriydim sonunda. MS hastalığının seyrini biliyor, muhtemel safhaları bekliyordu sabırla. 1999 yılı yıpratıcı geçmişti, tabip arkadaşları "üç ay ya yaşar, ya yaşamaz" diyorlardı, her an, her şey olabilirdi bu saatten sonra.
Mesut Ağabey "Dünya mümine zindan! Üç günlük hayat öyle de geçecek, böyle de" derdi umursamadan.
3 ay geçti. 5 ay geçti. 5 yıl... 
Vee 15 koca yıl kaldı arkada...
Önceleri her gün uğruyordum, Mimaroba'ya taşınınca haftada bire düştük. Evet İstanbul zordu ama vefa konusunda verdiğimiz imtihandan da iyi not alamamıştım kendi adıma.
Bayram öncesi uğradım, burnundan gıda akıtıyorlardı. Hayli sohbet ettik. Sahur vakti ikramlar ile ayrıldım. Ah son olduğunu bilsem bırakır mıydım? 
Şimdi soracaksınız gırtlak delik, ağızda burunda hortumlar, bu nasıl sohbet acaba?
 

HARFLER DİLİ OLDU
Kendime pay çıkarmayayım ama müthiş bir buluşa imza atmıştık onunla.
Ekte fotoğrafını gördüğünüz alfabeyi hazırlamıştık ki Türklerin sık kullandığı harfleri aldık yukarıya.  Satırları numaralandırdık ve dörde böldük sağdan sola. 
Alfabenin zemini saydam. Siz bir taraftan bakıyorsunuz o bir taraftan. Mesut ağabey ile göz göze geldiğimiz harf beliriyor ayan beyan, sorup teyid alıyorum "şu mu abi?"
Göz kırptı mı, tamam.
Böylece her seferinde 29 harf söylemekten kurtuluyorsunuz. Büyük vakit kazandırıyor taraflara.
Bir de son satıra "EVET", "HAYIR", "BİTTİ", "BOŞLUK", "O HARFİ SİL" diye bir bölüm koyduk. Biz hızlı konuşuyor fark etmiyoruz ama meğer boşluk ve nokta ne kadar lazımmış insana...
Bu sistem test edilmiş yüz güldürmüştür, belki birilerinin de işine yarar. 
Bakarsın bir yiğit çıkar, hadiseye teknoloji katar.
Sahi bu tür hastalarla "görebildiği ve duyabildiği halde" neden irtibat kurulmaz. Bir çalışma yapılamaz mı bu konuda?
Mesut Ağabey Eyüp Sultan'ı çok severdi, Allahü teâlâ tam da yokuşun ortasında bir kabir lütfetti ona.
Sanırım söylenecek tek söz kaldı.
El-Fatiha! Halid Abay

Hazırlayan: Ahmet Sırrı Arvas

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.