Fatsalı köylüler turizme ayar verdi Kabakdağ kriterleri

A -
A +
Kabakdağ Ordu Fatsa'nın bir köyü. Burada 93 harbinden sonra Batum civarından göçen Gürcüler yaşıyor.  Köylüler not defterimdeki Gürcü kelimesini çizdiriyor "Çveneburi" yazdırıyorlar.  Çveneburi'den maksat "Müslümanız Osmanlıyız". Gürcü asıllıyız ama diğer Gürcülerden farklıyız. Dedelerimiz mallarını mülklerini bırakmış, sırf Müslümanca yaşamak için çıkmışlar yola. O günleri unutmadık daha. 
Çveneburi'nin lügat manası ise birlik beraberlik. Kısaca "biz" diyebilirsiniz ona. 
Hikayeleri de  şöyle :  Kanuni döneminde İslamla müşerref oluyor çok etkileniyorlar. Yıl 1878. Osmanllı- Rus harbinden sonra taraflar arasında bir anlaşma yapılıyor. Acaristan'daki Müslümanlar kalabilir de, gidebilir de. Nitekim öyle de oluyor bir kısmı kalıyor, bir kısmı gidiyor. Gelenler Anadolu'nun değişik bölgelerini yurt tutuyor. İşte, biz Ordu Fatsa'nın tepelerinde tanışıyoruz onlarla... 
Kabakdağ yeşil denizine gömülmüş bir köy, karşısında koyu mavisi ve ak köpükleriyle Karadeniz uzanıyor! 
Köy sakinlerinden Güven Özel turizm sektörüne 30 yılını vermiş bir duayen. Kapadokya'da çalıştığı günlerde arkadaşları "bizi Karadeniz'e götürsene" diyorlar. Onları bizzat kendi köyünde ağırlıyor çok memnun oluyorlar. Lakin "köyde turizm" işine sıcak bakmıyor "deli misin sen" diyorlar. 
Evet delilikse delilik. Elini taşın altına koyuyor ve ceremesini üstleniyor.  Dilerseniz gerisini kendisinden dinleyelim 
MİSAFİRPERVERLİK GENLERİNDE 
Köyümde turist ağırlama fikri eskiden beri kafamdaydı 2001 yılında işe giriştim, o günlerde turizm dendi mi tek şey geliyordu akla. Sahilde kuma yatmak.  Ancak ben Çveneburi (biz)  kültürünün çalışacağından emindim, umduğum gibi de oldu, komşularım beni yalnız bırakmadılar. Kolay değil gelin evlerinizi otele dönüştürelim diyorsunuz, alışıldık şeyler değil bunlar. Şahsi yatırımlar ya da devlet desteği ile olabilir ama Türkiye'de ekolojik turizmin vatandaş tarafından yürütüldüğü tek yer var: "Kabakdağ!"
Kabakdağ'da görülmeye değer bir medeniyet yaşıyor. Bir sofraya 100 çeşit yemek serebiliriz. Gürcü kavurması, zeti, haça buri, lobye, cadi ve yoka tatlısı ki Batum'da bile unutuldu onlar. Hoş, biz bunu turist için yapmıyoruz zaten mutfaklarımızda pişiyor. 
Kendimize has bir mimarimiz var, evlerimiz umumiyetle iki katlı, geniş bir avlu içine oturuyor. Alt kat kesme taş, üst kat işlemeli ahşap. 
Buraya geldiğimizde havali metruktu, bırakın tuvalet banyoyu pencere bile yoktu binalarda. Ama komşularımız Kafkasya'da alıştıkları mükemmel konakları yaptılar. Bizim her odamızda şöminemiz olur,  gömme banyo ve yüklük unutulmaz. Evlerimiz genellikle iki kapılı ve iki merdivenlidir. Misafirler hususi kapıdan alınırlar. Onlar için ev içinde bir bölüm ayrılır, ki rahat dinlensin, yatsın kalksın banyolarını yapsınlar. Biz beyazı çok severiz yastıklarımız çarşaflarımız kar gibidir adeta. 
VAZİFEMİZ EFENDİM!
Çveneburiler için misafir karşılamak ve uğurlamak vazifedir. Sadece yedirip içirmekle kalmaz nasıl hoşça vakit geçirtiriz diye kafa yorarlar. Çaylar kahveler yapılır yemişler meyveler sunulur,  sohbetler açarlar. Düğün adetlerimiz çok renklidir sonra. Çeyiz sandıklarından müzelik parçalar çıkar. 
Çveneburiler misafiri  Allah rızası için ağırlar, bu yüzden naz çeker, masraftan kaçınmaz. Öyle ya insan memnun olur ya da olmaz ama Allah için yaptığın asla zayi olmaz. 
Hasılı nasıl yaşıyorsak ona devam ediyoruz, yeni bir şey katmadık hayatımıza. İşte evimiz, mutfağımız işte bağımız bahçemiz diyoruz konuklara. 
Cenab-ı Hakk buraya müstesna güzellikler vermiş, bir çanak düşünün ortasında bir ada, 360 derece dön, her kare ayrı manzara. 
Kuzeye bakıyorsun, uçsuz bucaksız bir derya. Batıya bakıyorsun efsanesi olan bir göl. Halbuki bölgemizde pek göl olmaz.  Güneyde  Şahsen ve Bolaman ırmaklarını görüyorsun  aynı anda.  İsteyenler dere yataklarını dolanıyor, su değirmenlerini görüyor, görüntülüyorlar. Fotoğraf meraklıları binlerce kare resim çekiyor. Sonra MÖ 2 asra ait antik Mititad kalesini yükseliyor kayaların başında. 
İlk gelenler buraya "Kaba Dağ" demişler,  niye? İn cin yok da ondan, çalı çırpıdan yürünmüyor. Temizleyince kabak gibi çıkmış ortaya ve adı Kabakdağ kalmış bu defa.



Heva-i berra
Sivas'tan kopan serin rüzgâr, Niksar'ın Sarıçiçek ve Perşembe yaylalarını sıvazlayıp buradan geçiyor. 

Sahildekilerin sıtma ile boğuştuğu yıllarda buradakilerin yüzünden kan damlıyor adeta. Devlet her köyde sıtma taraması yapıyor, Duayeri ile Kabakdağ'a uğramıyor.  Hemşerilerimiz ilim sahibi Süleyman Efendiye dert yanıyorlar. "Efendim her yere sıhhiyeci yolladılar, bizi unuttular."
Cevap manidar. "Sahih... Doğru yapmışlar Kabakdağ hava-i berradır zira!" Havası hakikaten berrak. Sivas'tan kopan serin rüzgar, Niksar'ın Sarıçiçek ve Perşembe yaylalarını sıvazlayıp buradan geçiyor. Derin bir nefes alın fark ediyorsunuz çiçek kokusu var havada.  Deniz sadece 8 km, yolu düzgün, on dakika çekiyor anca. Diğer yaylalar da güzel ama çıkmak yarım gününüze mâloluyor. 
Evet kültürümüze ters ama turizm parasız olmuyor. Bundan sarma saran kadın da, kafileyi taşıyan şoför de, bulaşıkları yıkayan garip de sebepleniyor.
İlk işimiz yolu asfaltlamak oldu. Ardından tescilli binaların restorasyonu için Bakanlığa müracaat ettik. Köy meydanını düzenledik camimiz dört köşe bir binaydı Osmanlı üslubu ile yeniledik. Ve ev-pansiyonlar, derken küçük şirin bir otel girdi hayata.  Düşünün  Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili'yi bile ağırladık burada. Kabakdağ'a  Ordu turizminin tarlası diyebiliriz, fidanlar yeşerdi. Şimdi  fideleri dikmek lazım dört bir yana. 
İş işi açıyor. Geçen bir Arap turizm müşavirini ağırladık, adam Fatsa'dan 100 daire sattı vatandaşlarına. 
Haydi Araplar yeşillik görmediler tav oluyorlar diyelim tamam. Ama Almanya, Avusturya, Japonya park gibi, onlar da hayran oluyorlar.  
Demek ki bir güzellik buluyorlar. Anadolu'muz çok zengin, lakin tanıtamıyoruz dünyaya. 

Osmanlı usulüyle 
Recep Çabuk Bayburtlu bir taş ustası. Eline çekiç tutturulduğunda çocukmuş daha. Kaç tane cami, minare, köprü, çeşme yaptıkların kendi de hatırlamıyor. Çok da mütevazı...  Babam elime çekici verdi yavaş yavaş dövmeye başladım diyor,  meğer taş da bizi dövmüş  usta oluvermişiz zamanla. 
Recep Usta aynı Osmanlı usulü ile kesme taştan yığma cami yapabiliyor. Kubbeyi ve kemerleri kilit taşı ile kilitleyip noktayı koyuyor. Recep Usta bunca modern yapı malzemesi varken klasikten taviz vermiyor.  Çimento asla kullanmıyor, taşları demirle bağlıyor, aralarına kurşun akıtıyor.  Recep Usta Kabakdağ Camisinde, diğer taş ustalarını hayrette bırakacak bir şey yapıyor kubbeyi kalıpsız yükseltiyor. 
Taşların bir kısmı Nevşehir'den bir kısmı Bayburt'tan getiriliyor. Son cemaat yerini, çörtenleri olukları Kayseri taşından yapıyor. 
Cami içinde hoşça bir akustik var. Bilhassa mihrapta çıkan ses katlanarak yayılıyor. Recep Usta bunun için şüphesiz  çaba sarf etmiş ama o "taşın kendi güzelliği" deyip kenara çekiliyor. İstese seda küpleri de saklayabilirmiş duvara. 
Keşke hoca efendi olaydı da bir Fatiha şerife okutaydık şurada.
Ben okurum diyor. Hakikaten sesi güzel kubbede çın çın çınlıyor. İnşallah işgüzarlık yapıp kolon molon döşemez, akustiği bozmazlar. 
Sana daha büyük projelere dileriz diyorum, inşallah selatin camilerine benzer  eserler yaparsın ecdadın tarzıyla.
Hüzünleniyor...  Yanık bir "ah" çekiyor.  Ah ki ne ah. Nice sanatkarlar tanırım heba oldular. Bin yıl yaşayacak eserlere imza attılar ama bir "ayağında kundura" etmediler o başka. 

Dalından kendin kopar
Biliyorum organik kelimesi laçka oldu ama Kabakdağ  o kelimenin hakkını veriyor, ilaç kullanmıyorlar. Manavdan aldığın meyve daha iri olabilir ama dalından kopardığının tadı başka. 


UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.