Çözüm sürecinde dürüstlük ve nankörlük...

A -
A +

Kobani'de yaşayan iki yüz bin kişiye kapılarını açarak, onları mutlak bir katliamdan kurtaran Türkiye'nin bu insani politikasını, kim/kimler anladı ve takdir etti?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki akşam TRT'ye verdiği mülakatta, çözüm süreci ile ilgili olarak, son zamanlarda Güneydoğu Bölgesinde yaşanan olaylar ve Suriye'de, özellikle Kobani meselesi etrafında ortaya çıkan gelişmelere dair ayrıntılı ve bir o kadar da önemli açıklamalarda bulundu. Gerçekten, çözüm sürecinden tarafların neyi beklediği veya süreci ne gibi amaçlar için kullanmaya yeltendiği hususunu, çok iyi irdelemek gerekiyor. Bu noktada Erdoğan haklı olarak şunu soruyor: Cizre'de, Silopi'de hendekler kazarak, vatandaşın sokağa çıkmasını, dükkânına gidip işbaşı yapmasını engelleyenler, kime zarar veriyor?.. Tabii ki orada yaşayan Kürt vatandaşlara!..  Aynı şekilde, PKK ve uzantılarının sürekli engellemesi, şantiye araçlarını yakması ve orada çalışan işçilere saldırması; tehdit etmesi dolayısıyla, çoktan bitmiş olması gereken Hakkâri Yüksekova'daki havaalanının tamamlanamamış olması, kimin zararına? İstanbul-Yüksekova arası, 1 saat 40 dakikalık konforlu seyahate hazır hâle geldiğinde, bundan en çok kim yararlanacaktır? Hakkâri ve civarında yaşayan Kürt vatandaşların hayatını kolaylaştıracak, kalitesini yükseltecek bu hizmeti, terör örgütü ve onun uzantısı olan siyasi oluşumlar, hangi akıl ve mantıkla önlemek istiyor? Bu yapılan düpedüz ihanet değil mi?

Selahattin Demirtaş, HDP'nin Diyarbakır il kongresinde, gırtlağını yırtarcasına bağırıyordu: "Somali'ye yüz milyonları dökenler, oraya on bin konut söz verenler, Kobani'yi imar etme konusunda aynı gayreti gösterecek mi?" Demirtaş, TOKİ'nin derhal Kobani'ye şantiye kurmasını isterken, acaba Türkiye'nin Kobani için şimdiye kadar yaptıklarını hangi ölçüde takdir ediyordu? İşte burada dürüstlük ve nankörlük kavramlarını çok iyi irdelemek gerekiyor... Kobani'de yaşayan iki yüz bin kişiyi (Ki, şehrin nüfusunun tamamı bu kadar.) Kürt-Arap-Türkmen, Sünni-Şii-Yezidi ayırımı yapmadan, çok kısa bir süre içinde sınırlarının içine alarak barındıran; her türlü ihtiyaçlarını temin eden Türkiye'nin bu benzersiz insani politikasını, Demirtaş ve yandaşları ve yurt içi-yurt dışı uzantıları, hangi ölçüde takdir etti ve bu iradeyi ortaya koyan mercilere teşekkür etti?..  Kobani IŞİD militanları tarafından üç koldan çevrilmişken, kaçış için; lojistik ve askerî destek için açık olan tek kapı Türkiye sınırı değil miydi? Orada savaşan silahlı unsurlar, dört buçuk ay boyunca, gıda ve su başta olmak üzere, tüm ihtiyaçlarını nereden karşıladı acaba?

Şayet Türkiye, ağır silahlarla donatılmış Peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kuvvetlerinin, kendi topraklarından geçip Kobani'ye gitmesine izin vermeseydi; sadece hafif silahlarla çarpışan YPG militanları, DAIŞ'a karşı durabilir miydi? Koalisyon güçlerinin hava bombardımanı direnişe yeterli destek olabilir miydi? Bu soruları daha da çoğaltıp detaylandırabiliriz. Bu gelişmeler yaşanırken, Kürt siyaseti adına konuşan Demirtaş ve benzeri isimler, Kobani'deki kan-ateş ve enkazdan çıkarılabilecek siyasi bir avantajın peşindeydi. Ne yazık ki böyle! O kadar ki, Kobani'de çatışmalarda yaralanan tam 1450 YPG militanının (Ki, Türkiye'nin nazarında bunlar da aynen PKK militanı hükmündedir...), Urfa Suruç'ta tedavi edilmesine Türk Hükümeti izin verirken, birileri utanmadan şu kara propagandayı yapıyordu: "Türkiye yaralı DAIŞ militanlarını tedavi ettiriyor..." 6-7 Ekim olayları da bu gibi tezvirattan kaynaklanıyordu! İşte size dürüstlük ve nankörlük konusunda çarpıcı örnekler...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.