Çocuklukta suç yalanlarla başlıyor

A -
A +
Prof. Dr. M. Burak Gönültaş
S. Cumhuriyet Üniversitesi
 
Çocuk suçluluğu, içinde sosyal, psikolojik, ahlaki vs. pek çok yönü içeren önemli bir problemdir. Hem dünyada hem de Türkiye’de artan bir eğilimdedir ve bu sebeple özel bir çalışma alanı olmayı gerekli kılmaktadır. Alanla ilgili yapılan çalışmalara göre, yetişkinliğinde suç işleyen kişilerin önemli bir oranının çocukluk yıllarında da suç işledikleri ortaya konulmuştur. Bu yüzden bir memlekette suça mâni olmanın yolu, çocuk suçluluğunu önlemekten geçmektedir. Çocuk suçluluğunun önlenmesi ise bir çocuğun niçin ve nasıl suç işlediğini anlamakla oldukça ilişkilidir.

ÇOCUK SUÇLULUĞU NEDİR?

Alanda çocuk suçluluğu genellikle, on sekiz yaşından küçük bir kişinin antisosyal eğilimlerinin, ceza müdahalesi gerektirecek bir şekle dönüşmesi olarak tanımlanmaktadır. Tabii ki her çocuk, hayatının belli dönemlerinde antisosyal davranışlarda bulunabilir ve bu durum gayet normaldir. Örneğin komşusunun bahçesinden meyve çalmak, duvarlarına yazı yazmak gibi... Bu onların gelecekte suçlu olacakları anlamına gelmez; çünkü sosyalleşme süreci daha tamamlanmamıştır.
 
Ancak tanıma göre, bu davranışlar “artık” polisiye bir müdahale gerektirecek noktaya geliyorsa, işte bu aşamada çocuk suçluluğundan bahsedilmektedir. Peki, artık bu noktaya gelmiş bir çocuğun suçlu davranışları önlenebilir mi? Evet, önlenebilir. Ancak bu aşamadan sonra süreç ne yazık ki pek kolay değildir.
 
Bundan önce, bu anti sosyal eğilimlerin nasıl oluştuğunu ve geliştiğini anlamak gereklidir. Çünkü her suça sürüklenen çocuk, bu aşamaya gelmeden çok öncelerde birtakım formel (okul eğitimi) ve enformel (aile içinde eğitim, ahlaki eğitim, toplumsal unsurların sosyal kontrolleri vs.) yaklaşımlarla/müdahalelerle önlenebilecek çeşitli sosyal ve psikolojik sinyaller vermektedir. İşte bu aşamada başta ebeveynler tarafından; “Nasıl olsa çocuktur, hoş görmek gereklidir, gelir geçer” bakışı bu sinyallerin fark edilmemesine sebep olabilir.

SOSYALİZASYON SÜRECİNDE SOSYAL DEĞERLERİMİZİN ÖNEMİ

Bir ferdin topluma uyum sağlaması ve böylece o topluma ait biri olma safhasında, sosyal değerler oldukça önemli unsurlardır. Sosyal değerler, toplum tarafından belirli bir zaman içerisinde meydana gelen, o topluma has karakteristikler içeren ve kişinin toplum içerisinde nasıl hareket edeceğini belirleyen normlardır. Bu manada sosyal değerlerin önemli bir unsurunu oluşturan ahlaki değerler, toplum içerisinde kişiler arasında etkileşimin temelini oluşturan sosyal ilişkilerin şekillenmesinde mühim katkılar sunar.
 
Saygı, sevgi, yardımlaşma, gözetme, iyilik yapma vs. gibi pek çok davranış, ahlaki değerler vasıtası ile kanıksanmaktadır. Bu sebeple sosyalleşme sürecinde kişinin uyumunun sağlanmasında ahlaki eğitim ve aktarım, bu sürecin merkezine yerleşmektedir. Çocuğun gelişim sürecinde aile ile birlikte devam eden okul dönemi ve arkadaş edinimi, çocuğun sosyal ilişkilerinin gelişmeye ve çeşitlenmeye başladığı bir dönemdir. İşte bu dönem içerisinde birtakım sinyaller veren davranış bozuklukları (antisosyal eğilimler), eğer olumlu yaklaşım ve ahlaki temelli bir eğitimle desteklenmezse, çok daha ciddi davranış bozukluklarına dönüşebilmektedir.

TOPLUMA UYGUN OLMAYAN DAVRANIŞLAR: ANTİSOSYAL EĞİLİMLER

Çocuk suçluluğu üzerine yapılan çalışmalara göre, çocuğun antisosyal eğilimlerinin görünür bir hâl alması erken yaşlara kadar gitmektedir. Bu anlamda, suçlu çocukların ufak çaplı görülebilecek problemli davranışlarının ortaya çıktığı yaş, ortalama 7’dir. Genel olarak bu davranışlar; anne-baba ve okulda otorite unsuru olarak görülen kişilere yönelik ciddi ve devamlı itaatsizlik, sürekli yalan söyleme, saldırgan davranışlar, küçük boyutlu hırsızlıklar, okuldan kaçma, eve geç gelme olarak sıralanan “yıkıcı-bozucu davranışlar” olarak tanımlanabilir. Ayrıca bu dönem, normal bir süreçten geçen çocuk için vicdan kavramının ortaya çıktığı ve buna bağlı olarak iç muhasebenin de yaşandığı bir aşamadır.
 
Ancak suç işleyen kişiler, yaptıkları yanlış davranışlardan vicdani bir rahatsızlık duymamak için birtakım meşrulaştırmalar geliştirirler. Örneğin, sokakta park hâlindeki araçların lastiklerini kesen 13 yaşındaki bir çocuğa bu davranışının sebebi sorulduğunda, “Zaten onlar zengin insanlar yeniden lastik alabilirler” şeklinde cevap vermesi gibi... Suçun tekniğini öğrenme ile birlikte meşrulaştırmayı da öğrenme birlikte seyrederse, bu durumda çocuğun bir suça karışması (11-12’li yaşlar) ve zamanla bu davranışların artık polisiye müdahale gerektirecek noktaya gelmesi (TÜİK verilerine göre çocuk suçluluğu oranlarının en yüksek noktası 16-17 yaşlardır) çok daha kolay olacaktır. İşte bu noktadan sonra çocuğun suçlu davranışlarına yönelik birtakım tedbirlerin alınması daha çetrefilli müdahaleleri gerektirecek ve masraflı olacaktır.

SUÇA DOĞRU TIRMANIŞ

Çocuğun gelişim sürecinde sergilediği birtakım yıkıcı-bozucu davranışlar, sonrasında bu çocukların daha ciddi anti sosyal davranışlar (suça karışmak gibi) göstermelerini hızlandırmaktadır. Bu yüzden, bu davranışların zamanında fark edilebilmesi ve üzerinde durulması oldukça önemlidir. Ayrıca yıkıcı-bozucu davranışların bazı tipleri, suçlu davranışların farklı türlerini önceden haber verebilir. Örneğin bir çalışmaya göre, 8–9 yaşlarında saldırgan davranışlar içerisinde olan çocuklar, saldırgan olmayan diğer çocuklarla karşılaştırıldıklarında, bu çocukların 12–13 yaşlarına gelince malvarlığına yönelik suçlara girme riskleri 5 kat daha fazla bulunmuştur. Bir diğeri ise sürekli yalan söylemektir.

YALAN SÖYLEMEK VE SUÇ İŞLEMEK

Peki, yalan söylemenin ileride suç işlemekle nasıl bir ilişkisi olabilir? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, her çocuk çeşitli şekillerde ve durumlarda yalana başvurabilir. Gelişim sürecinde yalan söylemenin niçin yanlış bir davranış olduğunu bilmeyebilirler. Çocuklar sosyalizasyon sürecinde yalan söylemenin toplumda kabul edilmeyen, yanlış bir davranış olduğunu öğrenerek, bu davranışı çoğunlukla terk ederler. Çünkü yalan söylemek, toplum içerisinde kurulan sosyal ilişkileri bozan bir davranıştır. Ayrıca, yalan söylemek ya da bir başkasını kandırmak, insanın kendi vicdanını da rahatsız etmektedir. Yani yalan söylemek kolay bir davranış değildir ve kişi böyle bir davranışa başvurduğunda kendi içerisinde ciddi bir muhasebeye girer. “Yapmalı mıydım, yoksa yapmamalı mıydım; karşımdaki kişiyi aldatarak yanlış yaptım mı” vs. gibi vicdani hesaplaşmalar yapar.

VİCDANİ SÜZGECİN OLUŞUMU

Bu vicdani hesaplaşmalarda, çocuğun gelişim sürecinde aldığı ahlaki eğitim ve pozitif rol kişiliklerin etkisi ya da tam tersi durumlar belirgin etkenlerdir. Örneğin çocuğun gelişiminde olumlu etkenlerin varlığı, çocuğun yalan söylememe ya da söyledi ise bunu telafi etmesinde baskın bir unsur hâline gelir ve böylece çocuğun vicdan gelişimine de olumlu katkı sunar. Buradaki temel mesele, çocuğun yalan söylemenin yanlış bir davranış olduğunu fark edebilmesi ve bu davranışından pişmanlık duyabilmesidir.
 
Ancak, küçük yaşlarda yalan söylemeyi bir davranış şekli hâline getiren çocuk, hele ki bu davranışı ile bir fayda da elde ettiğini sanmaya başlarsa, zamanla vicdanı tarafından kendisine sunulan pişmanlık duygusu ya da “yanlış yaptım” şeklindeki iç muhasebe çıktısı önemsizleşecek ve böylece bunların üstesinden gelmeyi öğrenecektir. Yani burada çocuğun iç kontrol mekanizmalarının bir etkisi ve anlamı kalmayacaktır.
 
Bu bağlamda, çocuklukta sürekli yalan söyleme davranışı ile ileride suç işleme durumu özetle şu şekilde ilişkilidir: Şöyle ki, gelişim sürecinin erken döneminde birtakım amaçlara ulaşmak için sürekli yalan söyleyen bir çocuk, bu davranıştan duyacağı pişmanlığın üstesinden gelmeyi zamanla becerebilecek ve bu “beceriyi” daha sonrasında suç işlerken duyacağı pişmanlığın üstesinden gelmede kullanabilecektir. Hatta bir pişmanlık duymamanın yanı sıra, bu davranışı kendince meşrulaştıracaktır.
 
Burada yalan söyleme ile suç işleme, elma ile armut gibi farklı iki konu gibi görünse de meyveleşme mekanizmaları aynıdır. Ancak bu süreci yaşayan her çocuğun gelecekte suçlu olacağı düşünülmemelidir. Bunu, gelecekte suça karışma açısından önemli bir belirleyici olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.
 
Bir diğer husus ise, çocuğun sürekli yalan söylemesi bir etki tepki sürecinde gelişir, yani çocuğun yalan söyleme davranışına sürekli başvurması başta ailevi bazı etkenler ile oldukça ilişkilidir. Temel ahlaki eğitimde yaşanan aksaklıklar haricinde baskıcı anne-baba tutumları, sorunlu ebeveyn-çocuk ilişkileri ve aile içi şiddet problemleri de çocuğun sürekli yalan davranışına başvurmasında önemli etkenlerdir.

NE YAPMALI?

Eğer çocuk suçluluğu ile etkin bir mücadele yapılmak isteniyorsa, çocuğun erken yaşlarında ufak tefek yanlışlıklar ya da olağan şeylermiş gibi görülen bu davranışlara öncelikle müdahale edilmesi gerekmektedir. Bu sebeple çocuğun yetiştirilmesinde güvenli bir ebeveyn-çocuk ilişkisi oluşturmak ve en temelde ahlaki eğitimi uygulayabilmek oldukça önemlidir. Çünkü yalan söylemek, anneye-babaya ya da öğretmene karşı gelmek ve büyükleri tanımamak, içinde sosyal ve psikolojik dinamikleri de içeren ahlaki problemlerdir.
Bütün bu anlatılanlar ışığında, çocuk suçluluğunun önlenmesinde “geniş açı” içine, çocuğun 7-12 yaş dönemine yönelik özel bir önem ve ihtimam girmektedir. Bu kontekste, gelecekte daha ciddi suç işleme konusunda potansiyele sahip olan bu çocuklar için kritik dönemimiz 7-12 yaş arasını kapsayan ortalama 5 yıllık süreçtir. Yani, çocuk suçluluğuna yönelik kökten bir çözüm amaçlanıyorsa, bu dönem içerisine yoğunlaşmalı ve antisosyal eğilim gösteren çocuklara öncelikle psikososyal müdahaleler yapılmalıdır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
SEFA 4 Haziran 2023 14:30

Hocam çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık