Avrupa’da en büyük rütbe imparatorluktur. Birçok kavme hükümrandırlar, kralları hazır olda tutarlar.
Roma İmparatorları ya senatörler tarafından seçilir ya da elektör (itibarlı) prensler tarafından. İkincisine “Kutsal Roma İmparatoru” der, fevkalbeşermiş (insanüstü) gibi davranırlar. Tacı merasimle takılır, soylular, ruhaniler hazır kıta.
Papa da ondan aşağı kalmaz, ricası emir sayılır. Afaroz gibi bir salahiyeti vardır ve dudak uçuklatan mali kaynaklar.
Almanya’da ve Avusturya’da hükûmeti kuran, başvekile (Alm. Kanzler) şansölye tabir olunur. Fransızca “chancelier”den gelir, mabeyinci demektir aslında. Asil olması gerekmez, harcanabilmelidir icabında. Wilhelm’in Bismarck’ı şutladığı gibi mesela.
Markiler (Marques- Margrave), sinyorlar (sinyoralar), derebeyidir, feodal efendidir. Hem toprağın, hem de üzerinde yaşayan insanların (serf-köle) sahibidir. Umumiyetle bir şatoya çekilir, tahsildarlarını vatandaşın üzerine salar. Asil kralımız da onları haraca bağlar, “Söyleyin şu kadar taler yollasın bana!”
Taler demiştik di mi? Efendim taler Bohemya’da üretilen bir gümüş paradır, üzerinde Çek lisanıyla “tolar” yazar. Evet bildiniz. Dolar da adını ondan alacaktır daha sonra.
Şövalye Fransızca chevalier’den gelir, iyi binici ve sıkı cengâverdirler. Bir soyluya kapılanır, fedailik yaparlar.
Çocukları da şatoda yetişir, muaşeret öğrenir olduğu kadar. Henüz tıfılken ayak işlerine koşar, işe zırh, kalkan taşımakla başlar, zamanla başa baş dövüşlere çıkar. Şölenlerde rakiplerini yenenler, efendilerine şan, şöhret kazandırırlar.
Sıradan vatandaş da olsa, asil addedilir bir süre sonra.
Bir zamanlar Bizans imparatorları (Basilius) ayar verir dünyaya. İstanbul Latinler tarafından işgal edilince eski havaları kalmaz.
Slav prenslerine “voyvoda” denir, bunlar da kazıklı ve kazıksız olmak üzere ikiye ayrılır kendi aralarında.
Kontlar ve kontesler (Graf) statü sahibidir, en azından toprak ağasıdırlar. Çulsuzlar görünce ayağa fırlar. Adam asker besler bir defa, çağırıldı mı piyadesiyle süvarisiyle katılır orduya.
Eyaletin emniyeti için tayin olunan kont yardımcılarına vikont (hanımefendi vikontes) denir, bunlar adliyeyi, zaptiyeyi hizaya sokar.
Bunların İngiliz versiyonu lord geçer, karıları ise...
Pers ve Sasani imparatorlarına kisra denir, taaa Hüsrev’den kalma Süryanice bir tabirdir. Şairler şehinşah (şahların şahı) der, hanımlarını şahbanu diye tanıtırlar.
Osmanlıda padişahtan sonra beylerbeyi gelir, iki kişidir, biri Anadolu’ya, diğeri Rumeli’ye bakar. Haykırdı mı ilerlenir, kafilelerle geçilir Tuna’dan.
Sadr-ı azamlar vezir-i vüzeradır (vezirlerin veziri) mühür ondadır; deyin ki, başbakan.
Şeyhü’l-İslam’ın topu tüfeği yoktur ama sözü dinlenir. Selçukluda başmüftüye atabey denir.
Kazasker hem kadı hem askerdir. Yani bir nevi ordu hâkimi.
Hun hükümdarları (yabgu) “tanyu”lar, “tayangu”lar, “talutay”larla iner kışlaya, “alp” yetiştirir itinayla.
Yabgunun hanımı da itibarlıdır, “yenge” tabir olunur ona.
Göktürklerde hakan, kağan gökteki güneş gibidir, “hatun” ay gibi dönmelidir etrafında.
Prenselere şad denir, yarı müstakildir. Eğer tigin (tekin) adıyla anılıyorsa yiğittir ayrıca.
Türkler asker millettir, sanki soylu imiş gibi davranır komutanına. Bu başınızdakinin sizden makbul olduğunu göstermez, yarın seni koyarlar, emir verirsin ona.
İslamiyette yükseklik takva iledir; rengi, dili, zenginliği, mensubiyeti kimseyi öne çıkarmaz. Müminler tarağın dişleri gibi eşittir, vali ile ahali saf tutar yan yana.
Bilemezsin kim fukara, kim fukaha?
Bizde hanlığın ağasına beyine han denir, Moğollarda ise han, imparatoru getirir akla. Cengiz Han gibi mesela.
Osmanlı padişahlarına da “han” denir, bazen de “sultan”. Fermanlara “hünkâr” diye imza atarlar ama.
Sultan unvanı erkeklerde ismin başına gelir, kadınlarda ise sonuna. “Sultan Selim”, “Valide Sultan”.
Peki ama ya Cem Sultan?
O yeniçeri kafalıların seviyesizliği, hakaret ederler akılları sıra. Mağdur-u propaganda…
Melik (melike) ve emîr (emîre) de yön verir halka. Lakin “emîrü’l-umera” deyince “hükümdar”, “emîrü’l-mü’minîn deyince “halife” gelir akla.
İslam âleminde en itibarlı makam halifeliktir, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar bir işaretine bakar. Düşünün Pasifik’te, Afrika’da hâlâ hutbe okunuyor Abdülhamid Han adına.
Büyük bir güçtür, İran ve Suudlar ele geçirmek için çırpınıp durur, takla üstüne takla. Hâlbuki bizzz...
Neyse girmeyelim o mevzuya.
Çin’de en yüksek makam “huang-di” dir, ki en az 25 wang’ı (kralı) ezecek ki layık ola, adını kanla yazdıra.
Moğol beyi Tuğrul hem wang’dır, hem de han, “onghan” demişler ortalama.
Wang yu ise dövüşçülerin kralıdır, koca koca ordular vız gelir ona. Tabii film setinde, aaartiz seni! Uçuyon di mi kamera oyunlarıyla!
Kore’de krala imgeum, Hindistan’da ise raca denir. Mihrace, racaların racasıdır; filler, saraylar, taklar, takılar... Ne saltanat ama.
Habeş imparatorları “necaşi”, Yemen melikleri “tubba”, Irak kralları “nemrud” diye bilinir. Sahra altında “mensa”lar var.
Mısır ise firavunlardan sorulur, firavuniçe diye bir şey duymadım, erkekler öndedir daima.
Nemrud ve firavun makam ismidir, mümin de olabilirler pekâlâ.
Âyan Arapça “ayn’’ (göz) kelimesinden gelir. Bunlar umumiyetle mütesellim, muhassıl, mültezim, mutasarrıf olurlar. Yeniçeri serdarları, esnaf önderleri, kuyumcu, sarraf, bezzazlar (manifaturacılar) da âyandan sayılırlar. Savaş yıllarında devlete borç verir, keselerini kasalarını açarlar.
Otorite zaaflarında, vaziyetten vazife çıkarır, boşluğu doldururlar. Bey, ağa olur, hanedan kurarlar hatta.
Babanzâdeler, Çapanoğulları, Kalyoncuoğulları, Kanlızâdeler, Karaosmanoğulları, Kâtiboğulları, Kozanoğulları, Menemencioğulları, Müderriszâdeler, Tekelioğulları, Tirsiniklioğlu, Tuzcuoğulları, Yılanlıoğulları, Zennecizâdeler gibi...
Alemdar Mustafa, Canikli Hacı Ali Paşa, Pazvandoğlu ve Tepedelenli Ali Paşa...
Askerde rütbeler onbaşı, çavuş, üstçavuş, başçavuş, teğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı diye yükselir. Eşleri kocalarına emir verip, tekmil aldıklarına göre bi’ tık yukarıda.
Yarbay hanımı albaydır, o kadar, nokta!
General İngilizce bir tabirdir ama Türkçe heceler de ilave edilir yanına. Tuğgeneral tugay komutanı, “tüm” tümen komutanı, “kor” kolordu komutanı, “or” ise ordu komutanıdır kısaca.
Osmanlı zabitleri binbaşıdan sonra kaim makam (kaymakam), miralay (alay miri), mirliva (tugay miri) olur, sonra ferik, müşir filan. Son üçüne “paşa” diyebilirsiniz rahatlıkla...
Peki parti liderleri, bakanlar, mebuslar, belediye başkanları? Evet, onlar da kraldır kendi çapında.
Bankalar, KİT’ler devlet içinde devlettir. Muhasebe departmanları, personel müdürleri, idare amirleri, satın alma, pazarlama.
Eskiden istidayı (dilekçeyi) arzuhâlcilere yazdırır, yalar damga pulu yapıştırırsın altına. Yok, hüviyet sureti, yok ikametgâh senedi, yok ilmuhaber. Vesikalık desen, avuçla...
Düşünün bir “iyi hâl kâğıdı” için, taaa memlekete yollar, pasaport için polis gecesine bilet satarlar.
Bunları zımba ile deler, dizersin kül renkli dosyalara. Lakin mümkün mü kuyruğu eritesin, kalabalık omuz omuza. Memuranım lütfedip örgüsünü bırakacak da, alıp klasöre koyacak.
Uyanıklar direkt kantine iner “Bize kaça olur” derler ocakçıya.
Çaycı memuru besler, memurlar şefleri, şefler amiri, bir nevi krallık kurarlar.
Şimdi numaratörler, hazır formlar, yapay zekâlar, elektronik randevular, online hatlar ve dijital kayıtlar var. Adam dekonta bakmıyor bile, pat görüyor ekranda.