Piyasadan bildiriyorum

Sesli Dinle
A -
A +

İki akım var memlekette. Biri sokak röportajlarında “öldük, bittik” diyenler. Diğeri de “hiçbir problem yok, işsizlik yok, iş beğenmemezlik var” diyenler.

 

İlk grup ceplerini boşaltmasıyla, ikincisi ise karşıt görüşlere “çıkar telefonunu” demesiyle biliniyor.

 

İkisine de yüzde yüz taraf değilim, ikisinin de haklı yanları var. Ülkede de dünyada da ciddi bir ekonomik daralma, sıkışma, tedarik zincirinde kırılma, enflasyon, işsizlik gibi problemler var.

 

Ama sizi geçen hafta içi gözlerimle gördüğüm manzaraya götüreyim. Henüz üç aylık, yeni kurulmuş bir tekstil atölyesi. Çok borca girmiş sahibi, gencecik de bir girişimci.

 

Bizim şirketten yazılım hizmeti aldıkları için bize olayı abartma ya da azaltarak anlatma gibi bir lüksleri yok. Zaten onlardan önce görüyoruz şirketin röntgenini.

 

Oturduk, başladık sohbete. Asgari ücret zammını nasıl yansıttıklarını sordum. Hikâyeyi en baştan anlattı.

 

60 çalışanı var. Kendisi hariç tek Türk çaycı abla. Geri kalanın tümü Suriyeli. “Suriyeliler ucuza çalışıyor algısı başlı başına yalan” dedi ve personel çizelgesini açtı.

 

Asgari ücreti açıklandığı gibi 8.500 TL olarak uygulamıyor. Birincisi bu rakama yaşamak çok zor, ikincisi de zaten bu rakama personel bulamıyor.

 

İki tip çalışan var. Birincisi günde 8 saat çalışan grup, onların “asgari ücreti” 12.000 TL. Bu rakama ek olarak yol, yemek ve kış aylarında yakacak yardımı ekleniyor. Ayrıca hızlı çalışırsa günlük belli bir sayıyı aşarsa yaptığı ürün başına ekstra prim alıyor. Ayrıca pazar günü gelip çalışırsa ekstra 1.500 TL, yani dört pazar çalışırsa 6.000 TL.

 

Bir de ikinci grup var. Onlar günde 8 değil 12 saat çalışırım diyenler. Onların asgari ücreti 16.000 TL, yine ek olarak yol, yemek ve yakacak yardımı ekleniyor. Yine hızlı çalışırsa 3 bin ile 6 bin lira arası prim yatıyor ve yine pazar günleri 1.500 TL günlük.

 

Günde 12 saat çalışan ve ayda iki gün pazar mesaiye kalan bir personel minimum seviyede prim elde ederse 22 bin TL kazanıyor. Dört pazar çalışırsa 25 bin. Primi alt limitten değil üst limitten hak ettiğinde de 28 bin TL.

 

Şimdi bu anlattıklarım teoride güzel de gerçek hayatta mümkün mü? Malum patron milletinin çoğunun prim sadece ağzındadır, gerçekte pek göremeyiz. Onu da sordum.

 

Çizelgeyi gösterdi. 23.600 TL kazanan 25.750 TL kazanan personelleri gösterdi.

 

Kârda mısın zararda mısın diye sordum. “Şu an bir makine sadece borçlara çalışıyor. Bir makine de sadece dükkâna ve giderlere. Üçüncü makine bize çalışıyor, dördüncü makine gelirse o zaman inşallah kazancımız gözle görülür hâle gelecek” dedi.

 

Şartları anlattığında bir soru geldi aklıma, çekine çekine sordum çünkü cevabını az çok tahmin edebiliyordum. “Bu şartlarda kaç Türk çalışanın var” dedim. “Hiç yok” dedi.

 

İş çok zor bir iştir herhâlde diyebilirsiniz. İşi makine yapıyor, siz de başında oturuyorsunuz, kontrol ediyorsunuz. Makine durduğunda, arıza yaptığında, sorun çıktığında hemen müdahale ediyorsunuz ki üretim aksamasın, sizin primler de yanmasın. “Ömer Abi sen otur başına, bir ayda ustasın” dedi firma sahibi.

 

Hani şu sosyal medyada dönüp duran “Türkler gelmiyor, çalışmıyor, iş beğenmiyor” feryatlarına girmek istemiyorum.

 

Keşke Türk çocuklarına öyle güzel bir eğitim verseydik ki bizim çocuklar hep kalifiye işlerde, çok daha yüksek maaşlarla çalışsaydı da bu bahsettiğim işleri de yurt dışından gelenler yapsaydı. Ama o da olmadı.

 

Bizim çocuklar yüksek beklentiler, yüksek umutlar, yüksek okul diplomaları ve yüksek maaş talepleri ile düşük vasfın, düşük tecrübenin ve çaba gerektiren iş ilanlarının arasına sıkıştı kaldı. Yukarıda anlattığım işi ona okutsanız “ben bunca yıl bu iş için mi okudum” diyecek, işi kendine yakıştırmayacak. Ama artık ekmek aslanın midesini de geçmiş durumda.

 

Genç kardeşim, ne olur bana kızma. Ben de isterim okulunu okuduğun işi yapasın, ben de isterim bulduğun ve kendine yakıştırdığın işte insana yakışır seviyede, rahat ve huzurlu yaşayacak geliri elde edesin. Ama bu zamanı bir geçiş dönemi düşün. Helal lokmanın ayıbı, gururu olmaz.

 

Boş durmak şu zamanda yapılacak en yanlış iş, evde oturup telefon bekleme. Sahada ol, işin üstüne üstüne sen git. Bir gününü bile boş geçirme. “O işte, o maaşa çalışacağıma evde otururum” sakın ama sakın deme.

 

Bu dönemler geçecek, bu fırtına dinecek, yeter ki inanalım, çalışalım, emeğinize, bileğimize güvenelim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.