İslam düşmanlığıyla mücadele

Sesli Dinle
A -
A +

Geçen hafta İsveç’in başkenti Stokholm’deki Türk Büyükelçiliğinin önünde Kur’ân-ı kerimin yakılması kadar vahim olan İsveç Devleti’nin “ifade özgürlüğü” gerekçesiyle buna göz yummasıydı. Müslümanların kutsal kitabının yakılması bir nefret suçudur. İsveç Devleti de bu suça ortak olmuştur. Bu suçun işlenmesine göz yuman hangi devlet olursa olsun, suçun ortağıdır.

 

Artan İslam düşmanlığıyla mücadelede dört önemli husus var.

 

Birincisi terminolojiyi düzeltmek lazım. Bosna’da Hıristiyan Sırpların Müslüman Boşnaklara yaptığına “soykırım” denmemesi için “etnik temizlik” gibi saçma sapan bir terimi literatüre sokanlar, düpedüz İslam ve Müslüman düşmanlığı olan eylemleri, yine sapma sapan “İslamofobi” terimiyle tarif ediyorlar. İslamofobinin kelime anlamı “İslam korkusu”. Yani kapalı alandan korkma, yüksekten korkma, kalabalıklardan korkma gibi bir fobi. Bu kavramı çıkaranlar kadar, hiç düşünmeden bunu kabul eden hatta bu saçmalık üzerine makaleler yazanlarda kabahat yok mu? Derhâl düzeltmek lazım. İslam düşmanlığını tarif için “fobi” kavramına ihtiyaç yok. Ya “Müslüman Karşıtı Eylemler” demek lazım ya da “İslam Düşmanlığı”. Birleşmiş Milletler terminolojisinin de güncellenmesi gerekir. Buna Türkiye’nin ön ayak olmasında fayda var.

 

İkincisi, düşmanlığın sadece Müslüman Türkleri hedef almadığının farkına varmak lazım. İslam düşmanlığı sayıları 1,5 milyarı çoktan aşan Müslümanların tümüne yönelmiş bir tehdit. Kur’ân-ı kerimi yakan, mescitlerin önüne “domuz kafası” bırakan, Müslüman okullarının duvarlarına ırkçı cümleler yazanlar sadece Türklere saldırmıyor. Müşterek tehditle mücadelede başarılı olmanın yolu İslam ülkelerinin ortak hareket etmeleridir. Bu ortak tepkinin adresi İslam İşbirliği Teşkilatıdır. İsveç’te ve Hollanda’da Kur’ân-ı kerim yakma olayları gerçekleşince, bu iki devletin Ankara’daki büyükelçileri Dışişleri Bakanlığına davet edilerek, sert şekilde ikaz edildiler. Gönül isterdi ki, 58 İslam devletinin tamamında ilgili ülkelerin büyükelçilerine aynı ikaz yapılsaydı. Bunun İsveç ve Hollanda’da nasıl bir tesire yol açabileceğini düşünebiliyor musunuz? Ya da diğer AB devletlerinde? İşte tam da buna ihtiyacımız var. Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatının tüm üyelerinin İslam düşmanı eylemlere aynı şekilde karşılık vermelerini temin edecek girişimleri başlatmalıdır. Bundan sonra yapılabilecek “provokasyonların” önüne geçmenin yolu en sert ve ortak tepkiyi göstermektir.

 

Üçüncüsü, AB ülkelerinde Müslümanları hedef alan nefret suçlarının “ifade özgürlüğü” kalkanından çıkarılmasıdır. Bunun için Avrupa Konseyi’ne üye olan Türkiye, Azerbaycan, Arnavutluk ve Bosna Hersek’in ortak girişim başlatmaları hâlinde, bu adıma çok sayıda Müslüman nüfusa sahip olan başka bazı ülkeler de destek verecektir. Ama tabii önce Ankara’nın bu adımı atması gerekir.

 

Dördüncüsü ve en önemlisi, İsveç tarafından başlatılan “kamu diplomasisi” ataklarını karşılıksız bırakmaktır. Sanki alçak eyleme göz yumanlar kendileri değilmişçesine, sadece Kur’ân-ı kerimi ateşe veren kişiye odaklanılmasını temin etmek için epey yoğun bir çaba harcıyorlar. Bizim bazı basın kuruluşlarımız da böyle ucuz propagandalara destek olmaya dünden gönüllü olduklarından neredeyse tüm suçu yakında “meczup” ilan edecekleri şahsın üzerinde bırakıverecekler. Öyle değil! Yapılanın da farkındayız, bugün yapılmaya çalışılanın da. Kur’ân yakan da, göz yuman da, eylemi savunan da suçludur.

 

İslam İşbirliği Teşkilatı, İslam Konferansı adıyla 1969’da fanatik bir Hıristiyan’ın Mescid-i Aksa’yı yakmaya çalışmasından sonra kurulmuştu. Ümit ediyorum ki, Kur’ân-ı kerimi yakma eylemleri İslam devletlerinin İslam düşmanlığıyla etkili şekilde mücadele edebilmelerinin yolunu açacaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.