Güçlü para ile zayıf para farkı...

Sesli Dinle
A -
A +
Bir ülkenin parasının değer kaybının arkasında ekonomik faktörler arayanların hatalı bir bakış açısına sahip olduklarını makalelerimde ve yazdığım kitaplarda defalarca anlattım. Ayrıca söz konusu hatalı yaklaşımları yabancı dostlarımız tekrar etmesin diye yazdıklarımı İngilizce'ye çevirip paylaşmaktayım. 
 
Makroekonomik kararları hükûmetler verir, bürokratlar da uygular. Elbette hükûmet ve bürokratlar arasında bilgi ve görüş alışverişi olur. Alınan kararlar iktidarın siyasi felsefesine uygun şekilde tasarlansa bile, teknik altyapısını bürokratlar oluşturur ve bu şekilde mevzuat maddesine dönüşür. Elbette, siyasetçinin gönlünden geçen her reçete uygulama alanı bulamayabilir. Fikir doğru olsa bile şartlar müsaade etmez ya da şartlar müsait olsa da fikir doğru değildir. Her iki durumda reçeteyi zorla uygulamak arzu edilmeyen sonuçlar doğurur. 
 
Örneğin aşırı ısınmış bir ekonomiyi faiz oranlarını ve vergileri yükselterek kazasız belasız yavaşlatmanın garantisi yoktur. Bu sebeple biz iktisatçılar "yumuşak inişin reçetesi henüz yazılmadı" diye uyarırız. Benzer şekilde faiz oranlarını ve vergileri düşürüp büyümeyi garantilemenin de mümkün olmadığını söylemeliyim. Ekonomi, insan karakterinin etkilediği deneye değil tecrübeye dayanan, matematikle rasyonalize edilen bir faaliyettir. Bu hâliyle bilimlerin arasında son sırada yer almaktadır. Bu durum siyasetçilerin fizik, kimya, biyoloji gibi konularda çıkış yapmayıp, ekonomi konusunda kendi özgün tezlerini seslendirmeleri imkânını vermektedir. 
 
Ancak, ekonominin deneye değil gözlem ve tecrübeye dayalı olduğu unutulmakta. Yani daha önce test edilmiş ve olumlu ya da olumlu sonuçlar vermiş uygulamalardan ilham almak mümkündür. Fakat şu gerçek de siyasetçileri cesaretlendirmekte: Bir ekonomik probleme yazılan reçete her dönem, her durum ve şartta başarı şansı vermemektedir. Yukarıda da belirttiğim gibi içinde yaşadığımız şartlar ekonomik sorunların çözümünü kolaylaştıran ya da zorlaştıran unsurları barındırmakta ve beslemektedir. Buradan hareketle, daha önce denenmiş ve başarılı olmuş reçeteleri hükûmetler ideolojilerine uymadığı için "modası geçmiş" veya "gerçekçi olmayan" gibi tariflerle dışlamakta, "özgün" olarak tarif ettikleri modelleri uygulamaya çalışmaktadırlar. Savaş uçağı yaparken kabul edilen bilim kuralları, sıra ekonomiye geldiğinde geçersiz sayılmaktadır. 
 
Uluslararası kurumlar, bir ülke ile ilgili değerlendirme yaparken hükûmetin siyasi ve sosyal konularda daha önce fayda verdiği bilinen reçetelerden uzak ya da yakın olup olmadığına dikkat ederler.
 
Hukukun üstünlüğü, eğitim, hak ve özgürlükler "faydalı ayrıntılar" gibi bakılmaz, önceliğe alınır. Çünkü yabancı bir şirketin bu ülkeye geldiğinde başına gelecekler öncelikle bu unsurlardaki gelişmelere bağlıdır. Hukukun çalışmadığı veya keyfe göre tecelli ettiği bir yerde özel mülkiyet güvence altında olmayacağı gibi, düşük eğitim seviyesi insan kaynakları açısından söz konusu ülkenin ilk tercih olmayacağını göstermektedir. Özgür düşüncenin olmadığı bir yerde üretkenlik mümkün olmadığından dolayı, yapısal reformlarını tamamlamaktan vazgeçmiş ülkeler küresel sanayinin taşeronu vazifesi yapabilirler.
 
Az önce bahsettiğim kriterler, ülkelerin sanat-spor-kültür-sağlık seviyesini de belirlediği için "büyüyen" ülke ile "kalkınan" ülkeyi de birbirinden ayırır. Bu faaliyetlerde dengeli ve istikrarlı şekilde ilerleyen ülkelerin insanları zenginleşmekten çok kendi kendine yetebilmeyi amaçlamaktadır. Bu sebeple bu ülkelerde, gelişen ülkelerde gördüğümüz lüksü pek göremeyiz. Kaliteyi yansıtan pek çok şey konforlu bir şekilde sunulur ama muteber insanı tarif eden özellik, varlıklar değil değerlerdir. "Zenginleşince bunları çözeriz" demedikleri için bugün refaha ulaşmışlardır. 
 
Demokrasiyi sadece seçimle tarif eden ülkelerin vatandaşları doğal olarak büyümeyi önceliğe alır ve kalkınma için gerekenleri zenginleşmenin önünde vakit kaybettiren bir ayrıntı olarak görür. Hâl böyleyken, eğitim ve sanat itibarını bulamaz, spor ise rasyonel olmayan şekilde yönetilir. Hükûmetlerin benimsediği reçeteler sebebiyle sürekli değer kaybeden ulusal para sebebiyle, bireyler ve kurumlar dolarizasyona alışır. Maliyetler, gelirler ve servet dolar cinsinden ifade edilir. Doğal olarak fakirleşme de... 
 
İşin esasına bakıldığında, Latin Amerika'dan Uzak Doğu'ya kadar yaşanan ekonomik zorluklar aslında uygulanan siyasetin sonucudur. Siyaset ve bürokrasinin halktan kopuk yaşantısı ve lüksü, bilim ve rasyonelliğe kafa tutmak, keyfilik, sürekli karar değiştirmek vs. gibi ayrıntılar medeni ülkelerde tuhaf karşılansa bile, gelişen ülkelerin çoğunda "gücü elinde tutanın doğal hakkı" gibi kabul edilir. Demokrasi halkın üstünlüğüdür ama hukukun üstünlüğü ile desteklenmedikçe, yönetim biçimi evrensel olmaktan çok "çoğunluğun uygun gördüğü" biçime dönüşür. Bundan da kötüsü çoğunluğun beğendikleri veya beğenmedikleri üzerine kanun çıkarmaktır desem yanlış olmaz. 
 
Böyle ülkelerde ulusal paranın değerinin piyasalarda belirlenmesi yerine, doğrudan müdahale ederek belirlemek denemeleri yapılır. Çok sayıda denemenin zarar verici sonuç ve yan etkilerine rağmen, 21. yüzyılda çeşitli isimler altında sunulan bu reçete maddesinin faturasını halk ödemektedir. Bir ülkede her gün bir başka kriz ya da darboğaz oluşuyorsa, idareciler sürekli olarak müdahale etmeyi kendilerinde hak görürler. Tüm bunların sonucunda, vatandaşın özgür iradesiyle kendisi için en doğrusuna karar vereceğine dair yaklaşım yok olur. Bunun peşi sıra öngörülebilirlik, piyasa dengesi, eşit rekabet şartlarıyla yarışmak, katma değer, tasarım gibi unsurların tabana yayılması sona erer. Seçilmiş kişilerin işlerini büyüttüğü, yeni tasarımlar için destek bulduğu, devletin gücüyle büyüdüğü bir süreç hâkim olur. Çok sayıda şirketin rekabet ettiği durumdan, az sayıda şirketin ekonomiyi sürüklediği, iktidarın da böylece kolayca idare ettiği bir ortam meydana gelir. Bu durumda ülkeye yabancı sermaye gelmez, tasarruf açığı çekerken bir de ulusal paranın değerinin düşmesiyle karşı karşıya kalınır. 
 
Demek ki, ekonomik sorunların siyasi irade haricinde teknik müdahalelerle çözülmesi imkân dahilinde değil. Öncelikle ülkenin gerçeklerini, piyasa ekonomisinin önemini, eğer müdahale edilecekse süreli olması gerektiğini, hukukun üstünlüğü ve adaletin iş ortamı için "olmazsa olmaz" olduğunu, eğitimin bilimsel ve pratik gerçeklere uygun olması gerektiğini, sanat-spor-kültür ögelerini evrensel şekilde geliştirmeyen bir ülkeye kimsenin teveccüh etmeyeceğini kabul eden bir irade gerekiyor. Bundan sonra her şey bir orkestra şefliğine kalıyor. 
Bir orkestra şefi her enstrümanı çalamaz ama çalanları ahenk içinde yönetmesini bilir. Yeter ki farklı seslerden oluşan ahengin aynı zamanda zenginlik olduğunu bilsin.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.