Tûran ülküsü gerçekleşiyor mu?

Sesli Dinle
A -
A +

Arap asıllı İslâm harfleri ile olan yazılı Türk edebiyâtı kütüphâneleri doldurmuştur. Kutadgu Bilig’in 1069 tarihli bir nüshası bile Arap asıllı İslâm alfabesi ile yazılmıştır. Dîvânü Lugâti’t-Türk (1072), Atabetü’l-Hakâyık (13. asır) gibi eserler hep bu alfabeyle kaleme alınmıştır.

 

 

 

Büyük imparatorluklarda aslî unsur dışındaki etnik topluluk, cem’iyyet veyâ cemâatlerin veyâ daha geniş perifer (çevre) toplulukların, âdem-i merkeziyetçilik (merkezden kopuk) daha ilerisinde otonomi (bağımsızlık) istemeleri, federasyon ve (Osmanlıda eyâlet) idârî sistemleri devletleri evvelâ yıpratmış, sonra da onların hızla çökmelerine sebep olmuştur.

 

“Başlangıç döneminde Türkler köylerde aşîretler hâlinde yaşamışlar, daha çok etnik kategoriler oluşturmuşlardır. Bu gruplar İslâmî kimliklerini ön plânda tutmuşlar, akrabâlarına köylerine, aşîretlerine, etnik kökenlerine oranla daha kuvvetli bağlanmışlardır. Sonraları Osmanlı İmparatorluğu’na daha birçok etnik topluluklar katılmıştır: Rumlar, Sırplar, Macarlar, Bulgarlar ve Araplar gibi… Bunların her biri kolektif bir özel isme, ortak atalara ilişkin bir mite, devlet olmanın oluşturduğu târihî anılara, ortak kültür unsurlarına, kendilerine özgü bir ana vatan fikrine, bir grup dayanışması fikrine sâhiptiler. Kazan, Kırım ve Âzerbaycan’dan Türkî (Türk) gruplar da benzer şekilde Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olmayan nüfusu gibi değişik etnik cemâatler oluşturdular. Dolayısıyla Rusya Müslümanları Osmanlı Türklerinin gelişmekte olan etnik-ulusal kimliğini ve milliyetçi ideolojisini tanımlamakta veyâ yanlış tanımlamakta önemli bir rol oynadılar. Sonra onlar da Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşme ve eğitim sisteminden derin bir şekilde etkilendiler.” (Kemal H. Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 18-19, İstanbul 2001)

 

Burada dikkate alınması gereken en önemli konu aynı coğrafyada yaşama etkisinin gerek köken gerekse kültürlerin korunmasındaki rolüdür. Asya Türklüğü yıllarca Osmanlı veyâ Anadolu Türklüğünden ayrı yaşamış; birbirlerine sınır olan, Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen ve Âzerbaycan Türkleri, başta dil olmak üzere gerek Rusya’nın gerekse Çin’in kültüründen çok etkilenmişlerdir. Yüzyıllar boyunca kopuk coğrafyalarda yaşamanın getirmiş olduğu kültür etkileşimi, Çarlık Rusya ve Komünizm öncesi Çin ve Komünizm sonrası Rusya ve Çin’in baskılayıcı yönetimi ile aslî kültürünü yaşayamayan ikinci nesilde büyük tahribâta yol açmıştır. Komünizm sonrası Türk coğrafyası bağımsızlığını kaybederek Rusya ve Çin’in sömürge kantonları olarak yönetilmiş, eğitim sistemi bu emperyalist devletlerin güdümüne girmiş ve hemen hemen ve millî olma vasfını kaybetmiştir.

 

 

 

ORTA ASYA TÜRKLÜĞÜ ALFABESİ

 

 

 

İslâm harfleri (Arap harfleri) Türklerin kullanımına İslâmiyetle birlikte girmiş, 10. yy’ın ortalarından 20. yy’ın ortalarına kadar tam 1000 yıl Türk Dili ve lehçelerinin yazımı için kullanılan tek alfabedir.

 

Türkler târihinde Köktürk, Uygur, Arap ve Lâtin alfabelerini devlet olarak kullandılar. Esik Kurganı’ndan çıkarılan 400’e yakın parça içerisinde gümüş çanak en önemlisidir. Bu yazı Köktürk yazısının en eski şekli olarak kabûl edilmektedir. Türkler 1300 yıllık edebî hayatlarında 13 farklı alfabe kullanmışlardır. Bunlar Köktürk, Mani, Sogd, Uygur, Brahmi, Tibet Ermeni, Süryan, Arap, Lâtin ve Kirildir.

 

Dünyâ milletleri alfabelerini din kitaplarının veyâ tabletlerinin alfabelerine göre seçmişlerdir; bu değişmez bir kâidedir. Türkler de İslâmiyet’i kabûl edince İslâm alfabesine geçmişlerdir. İlk defa Mirzâ Rızâ Han 1879 yılında Türk, Arap ve Fars dillerini karıştırarak yeni bir fonetik alfabe sunmuştur.

 

Osmanlıda Genç Türkler ve daha sonra Necip Âsım Bey, alfabe konusunda bir değişim veyâ fonetik bir uygulama isteğini dile getirmiştir.

 

İstanbul ağzı dışındaki Anadolu ağızlarında buna uyum sağlamak için uzun ünlüler kullanılmamıştır. Meselâ âşık yerine aşık; sâlih yerine sali; âbid yerine abit, denmesi gibi...

 

Son ünsüzlerin Türkçede yumuşak ünsüz olmaması hasebiyle kitâb yerine kitap; hisâb yerine hesap denilmesi gibi...

 

Son hecelerde çift ünsüz bulunmadığı için (ekler hâriç) son iki ünsüz arasına bir ünlü konulmuştur ve bu bir imlâ kuralı olmuştur; ilm yerine ilim, cebr yerine cebir gibi… Gerçi bu tip kelimelerde ek alındığı zaman aslî şekillerinin kullanıldığını görürüz; “İlmin değeri” ve “cebrî şiddet” gibi...

 

Şunu da unutmamak lâzımdır ki İslâm harflerinde  (Arap) bulunmayan p, j gibi bâzı harfler Fars alfabesinden alınarak İslâmî Türk alfabesine uyarlanmıştır.

 

 

 

KÖKTÜRK ALFABESİNE DE EKLEME YAPMAK ZORUNDA KALACAKTIK

 

 

 

Meselâ Köktürk alfabesinin Runik (İskandinav) asıllı olup olmadığı hâlâ tartışılırken o alfabede olmayan h, ğ, c, j gibi harfler bugün Lâtin asıllı Türk alfabesinde bulunan harflerdir. Yâni biz Köktürk alfabesini millî alfabe olarak kabûl etseydik, ona da eklemeler yapmak zorunda kalacaktık. Soğd ve Uygur alfabeleri zâten millî karakterli değillerdir. Kiril alfabesi tamâmen ideolojik ve dayatma bir alfabe olup Türk Cumhûriyetleri’nde değişik uygulamalarla aralarındaki bağın kurulması engellenmeye çalışılmıştır. Yâni İslâm (Arap) hurûfâtı da bâzı düzenlemeler yapılarak kullanılabilirdi veyâ bâzı ülkelerde olduğu gibi çift alfabelerden (birisi millî) olabilirdi. Zâten Osmanlı aydınları Lâtin alfabesini biliyorlardı. Bunun yanında gayr-i Müslim azınlıklar da hem Lâtin hem de Osmanlı hurûfâtını kullanıyorlardı. 1908’lerde Avrupa’da yaşayan Rum asıllı Osmanlı vatandaşları gönderdiği kartpostallarda gâyet işlek ve fasîh bir Osmanlı-İstanbul Türkçesi ile yazışıyorlardı.

 

Şâyet millî bir alfabeye geçiş yapılırken Köktürk Alfabesi’ndeki eksik harflere 250 sesli Yenisey Alfabesi’nden ekleme yapılabilseydi, o zaman ona millî alfabe denilebilirdi ki o bile şüphe ile karşılanabilirdi. Çünkü Köktürk Alfabesi’ne Runik (İskandinav) kökenli diyen Türkologların sayısı çok fazladır. Kaldı ki bu alfabenin kullanım süresi ve Sogd kökenli Uygur Alfabesi’nin kullanım süreleri yazılı belgelere bakıldığı vakit 200 seneyi ancak bulabilir. Ayrıca bu alfabelerle yazılı metinlerin ve belgelerin veyâ taş yazıtların sayısı yazılı bir edebiyat külliyâtı oluşturamayacak kadar azdır.

 

Arap asıllı İslâm harfleri ile olan yazılı edebiyâtımız kütüphâneleri doldurmuştur. 1069’daki Kutadgu Bilig’in bir nüshası bile Arap asıllı İslâm alfabesi ile yazılmıştır. Dîvânü Lugâti’t-Türk (1072), Atabetü’l-Hakâyık (13. asır) gibi eserler hep bu alfabeyle yazılmıştır. Ayrıca gerek Kutadgu Bilig ve gerekse Atabetü’l-Hakâyık dîvân edebiyâtımızın bir kalıbı olan “Bahr-i mütekârib” denen (faûlün / faûlun / faûlün / faul) kalıbıyla yazılmıştır. Bu kalıp aynı zamanda Îran millî destânı “Şehnâme”nin de kalıbıdır.

 

Kutadgu Bilig, Orta Çağ Türk dünyâsının en önemli eseridir. Çünkü bu eser, bizim yazılı eserlerimizin ilkidir. Eserin o zaman yazılmasının sebebi, Türk devletlerine siyâset ilmini aktarabilmek içindir. Pendnâme (öğüt kitâbı) olarak da bilinen bu kitâba her ne kadar sâadetlenme, mutlu olma bilgisi denilmişse de “kut” ile başlayan ismi açıkça devletle ilgili olduğunu gösterir. Çünkü Türklerde “kut”, devlet kudsiyeti ile ilgilidir. İdikut (ıdhuk kut>ıduk kut ) Osmanlıdaki “Zıllullâh” kavramının karşılığıdır. Bu eserin aslî nüshası Uygur alfabesiyle yazılmış olmakla birlikte başlangıcında Kur’ânî olarak Besmele-i şerîfe vardır. Sembollerle olan anlatımda bile devlet, millet, dünyâ, âhiret ve bunlardaki millî uyum işlenmiştir. Beg (hakan), vezir, teşrîfâtçılar, mâliyeciler, askerî kademe, ordu komutanı, âlimler, seyyidler, zenâatkârlar, çiftçiler ve hayvan yetiştiricileri tek tek ele alınır ve hepsi hakkında teferruâtlı bilgi verilir. Bâzı araştırmacılar eserin aslî nüshasının İslâm harfleriyle olduğunu savunurlar ki bu ikinci ihtimâldir. Eserin girişinde genişçe Allâhü te’âlaya münâcaât şeklindeki giriş, sonra Efendimiz’e övgü, salât ü selâm, Eshâb-ı kirâm hazerâtına övgü ve bağlılıklar genişçe işlenir.

 

Bu zamânın en önemli eserlerinden birisi de şüphesiz Dîvânü Lugâti’t-Türk’tür. Bu eser 11. yy’da Türk topluluklarının dil bilgisi kurallarını ve söz varlığını toplayan muhteşem bir kaynaktır. Bu özellikleri ele alan Kâşgârlı Mahmûd eserine Türk Lehçeleri (Türk ağızları) adını vermiştir. Bu eserde on iki hayvanlı Türk takvimi de anlatılır. Kâşgârlı, eserini muhtemelen Bağdâd’a geldikten sonra yazmış olabilir. Kitâbın Bağdâd’da değil Türkistan’da yazıldığını delillendiren önemli detay ise “Nag” yılında (timsah veyâ yılan yılı) yazılmış olmasıdır. Bu eserde o çağlardaki muhteşem Türklük şuûrunun nasıl geliştiği hakîkaten hayreti mûcibdir. Kitâbın başında yazar Allâhü teâlaya hamd ü senâ, Hazret-i Peygamber Efendimiz’e övgüler ve salevât ile bağlılığını beyân eder.

 

Mahmûd kendi beyânında bir hadîs-i şerîften bahisle “Türklerin dilini öğreniniz, çünkü onların egemenliği uzun sürecektir” der ve bu amaçla Araplara Türkçe öğretmek için bu kitâbı yazdığını belirtir. Kendisi bu hadîsi her ne kadar Buhârâlı ve Nişâburlu iki imâmdan duyduğunu söylese de bu hadîs-i şerîfin sıhhati hakkında net bir delil yoktur. Burada şöyle bir gerçek de vardır: Alpaslan’ın Anadolu’yu Türklere açmasıyla zâten Türk dilinin değeri de artmış, özellikle Arap, Acem ve Bizanslı tâcirler Türkçe öğrenmek zorunda kalmışlardır.

 

 

 

ORTA ASYA TÜRK DÜNYÂSI’NDA İSLÂM HARFLİ EDEBİYÂT KÜLLİYÂTI

 

 

 

Bu bölümde Kazak ve Kırgız Türklerinin edebiyâtından ağırlıklı bazı bilgiler vereceğiz. Bütününü anlatmak için ayrı bir kitap yazmak gerekir. Mes’ele Orta Asya Türk dünyâsını Sovyet ve Çin İhtilâllerinden evvel Arap asıllı İslâm harflerini kullandığını belgelemek içindir.

 

E. R. Tenişev bir makâlesinde şöyle bir tespit ortaya koyar: “O Kırgızıskom Yazıkev Donatsionalny Period”  (Milletleşme döneminden önceki Kırgız Edebiyat Dili Hakkında): “Şüphesiz Müslüman Türk Toplumları, bilhâssa Özbek, Uygur, Türkiye Türkü, Âzerbaycanlı ve Tatarların aydın temsilcileri yüzyıllarca Arap Alfabesi’yle her konuda ve her şekilde eserler verdiler.”

 

Bâzı Kırgız aydınları 19. asrın ortalarından 1917 Ekim İhtilâli’ne kadar Arap alfabesiyle eserler verdiler. Bunlardan Haydar Tilbe, Moldo Niyâz, Moldo Kılıç, Osmanalı Sıdıkov, Aldaş Moldo, Eşenalı Arabayev, Abılkâsım Cutakiyev vb.ni sayabiliriz. (Prof. Dr. Salimcan Cigitov, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Öğretim Üyesi,  Sovyet Döneminden Önce Kırgız Edebiyâtı)

 

Yine ayrıca Arap-İslâm harfleriyle meydana getirilen bir Kazak edebiyâtı da vardır. Altınordu ve Kazak Hanlığı döneminde 13-15. yy.lar arası önemli temsilciler yetişmiştir. Bunlardan bâzıları halk şâirleri, bâzılâr nâsirdir. Meselâ Zâhiriddin Bâbür, Muhammed Haydar Dulâtî, Kadırgalı Jalâirî, Abulgâzî Bahâdır Han.

 

19. yy.ın meşhur şâirlerinden ve san’atkârlarından Şal Kulekuli, Dulât Babatayuli, Muhambet Ötemisuli, Köteş Rayımbekuli, Şokan Velihanov, Abay Kunanbayev, Nurjan Nauşabuli, Mağjan Jumanbayev, Muhtar Auezov vb.

 

Son zamanların Özbek edebiyâtından evvel onun 15 yy.daki temsilcisi Çağatay edebiyâtı ayrı ve çok geniş bir bölümdür. Bunlar Çağatay yazı dilini de geliştirmişlerdir. Türk edebiyâtının Çağatay dönemine âit meşhur şâir ve yazarları arasında şunları saymak mümkündür: Ali Şîr Nevâyî, Hüseyin Baykara, Sekkâkî, Lutfî,  Yûsuf Emîrî, Haydar Tilbe, Ahmed Mirza, Gedâî

 

(Bu şâir ve yazarlar aynı zamanda dîvân edebiyâtımızın da mümtaz eserlerini vermişlerdir. )

 

Açık olan konu şudur: Bütün dünyâ İslâm Âlemi uzun bir dönem Arap harflerini kullandıkları için bu alfabeye sâdece İslâm harfleri demek de uygundur. Veyâ daha geniş düşünerek Arap kaynaklı İslâm harfleri de denilebilir. Hristiyanlar, yâni Katolik ve Protestanlar İncil alfabesi Lâtinceyi, Ortodokslar, İncillerinin alfabesi olan Kiril alfabesini kullandıkları gibi, Müslüman âlemi de bin yıl gibi uzun bir dönem Kur’ân-ı kerîm elif ba’sı olan İslâm harflerini kullandılar. Karahanlılardan, Tîmûrîlerden, Harezmlerden, Gaznelilerden Selçuklu ve Osmanlıya kadar uzanan geniş bir kültür ve medeniyet coğrafyasında muazzam devletler kurdular. Hristiyan dünyâsının kâbusu olan Orta Çağ, İslâm dünyâsının yüz akı oldu. Kütüphâneler edebî, askerî, fennî, tıbbî, ahlâkî, coğrafî ve dînî kitaplarla doldu. Bunların hepsi de İslâm harfleri ile yazıldı.

 

İşin acı tarafı, ortak bir din, alfabe ve kültür birliği olan Orta Asya Türk dünyâsı ile Osmanlılar zamânında gerekli bağlantıların kurulamamış olmasıdır. Gerek Çarlık Rusya zamânında, gerekse Rus ve Çin komünist sistemlerinde bu soydaşlarımızdan maalesef kopuk yaşadık. Nostaljik bir Tûran ülküsü, idealistleri hep ümitli tuttu ama son zamanlardaki Türk Devletleri Teşkilâtı kuruluncaya kadar düşünceler sâdece gönüllerde yaşadı. Biz Türk ve Müslümanlar olarak dünyânın en büyük asker ve ekonomik potansiyeline sâhibiz. Geç kalınmış bu Büyük Türk Birliği’ni aktif olarak kurmak, dünyâ barışı için de bir emniyet duygusu uyandıracaktır.

 

Bugün, Türkiye’nin patolojik düşmanları elbette bu birliğin kurulmasını bir kâbus gibi görmektedirler. Ama onların kâbusu olan 300 milyonluk Türk Dünyâsı varlığı, gecikmiş Tûran ülküsünün beşâret (müjde) rüyâsı olacaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.