Ümmet mi millet mi?

Sesli Dinle
A -
A +
Modern çağın getirdiği en popüler akım, başlangıç terimi itibâriyle “patriotism” genelde vatanseverlik olarak kullanılan “milliyetçiliktir”.
Amerikan halkının İngilizlere karşı verdiği bağımsızlık savaşlarında kullanılan “patriotism” (patriotic, patriot) genelde vatanseverlik olarak açıklanmıştır. Lügatlerde de vatanperver; patriotic, patriot-lik, “Love of one’s country, patriotism” (Bir kimsenin vatanını sevmesi) şeklinde geçer. (Redhouse Sözlüğü)
 
Yine bir diğer mühim sözlükte şöyledir: Vatandost: Patriot, patriotic…
Burada bir iç açıklama şu şekilde yer almaktadır: “Hubbü’l-vatani mina’l-îmân. Love of country is an article of religion Muhammed says” ifâdesi vardır. (İslâmiyet’te Hazret-i Muhammed’in “Vatan sevgisi îmândandır” sözü, hadîs-i şerîfi vardır.) (Persian-Englısh Dictionary, F. Steingass, 1975)
 
İlk Çağ ve Orta Çağların mutlak tek’e itâat olan rejimleri, krallık, imparatorluk, hanlık, beylik ve diğer idârî sistemlerinde yayılmaya veyâ toprağı elde tutmaya dayalı bir vatan korumacılığı esastı. Eski Türklerde, Perslerde, Yunan’da, Arap’ta vatanı için savaşmak ve bu yolda ölmek bir şerefti. Vatan veyâ toprak sınırlarını korumak veyâ devamlı genişletmek için sürekli asker bulundurmak gâyesiyle kuvvetli bir ordu hazır olmalıydı. Çocuklar ve yaşlılar bâzen de kadınlar dışında herkes askerdi. Türklerde 13-14 yaşına gelen erkek çocukları ve kadınlar harp için eğitilir ve gerektiğinde onlar da askere alınırdı.
 
Askerin ölümden korkmaması gerektiğini Kutadgu Bilig ne güzel anlatmış:
 
“Anadan doğan hiç kimse ecelsiz ölmez. Düşmanı görünce neden korkarsın?” (KB, 2288) (Kutadgu Bilig Çevirisi, Yusuf Has Hâcib, (Reşid Rahmetî Arat) II, Türk Târih Kurumu Basımevi)
Kutadgu Bilig için şöyle denilmiştir: “Meşrık eyâletlerinde, bütün Türkistan memleketlerinde, Buğra Han dilinde bu kitaptan daha iyi bir kitâbın hiç kimse tarafından tanzîm edilmemiş olduğunu da Çin ve Mâçin âlimleri ile hakîmleri hepsi ittifâk etmiştir.” (Age, Kut. Bil, Tercümesi, Mukaddime, s.1)
 
Orhun Kitâbeleri’nde de kaliteli asker açıklaması oldukça enteresandır:
 
“Tirilip yitmiş er bolmış, Tengri küç birtük üçün kangım kagan süsi böri teg ermiş, yagısı koyn teg ermiş.” 
 
(Toplanıp yetmiş kişi olmuşlar, Tanrı güç verdiği için babamın askeri kurt gibi, düşman askeri koyun gibi imiş.) Yâni bir kurt koskoca bir sürüyü dağıtır. (KK, BD, 11-12 Orhun Âbideleri, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Boğaziçi Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 1986 s. 79)  

İLK VE ORTA ÇAĞ’DA MİLLET KAVRAMI

Bilhassa Batı’da sınıf ve kast kavramları bu çağlarda millet olmayı mümkün kılmazken, İslâmiyet din toplumu denilebilecek ümmet kavramıyla, dînî ve dünyevî dayanışma esâsına dayanan, kardeşliği, eşitliği ve adâleti tesîs ederek sınırsız bir vatan bütünlüğü ile yeni bir sosyal topluluk meydana getirmişti. Öyle ki Kur’ân-ı kerîm bütün Müslümanları ümmet-millet dâiresi içinde birleştirmişti. Bunun delîli de “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O hâlde bana itâat edin” meâlindeki ayetti. (Enbiyâ Sûresi /92)
 
Hattâ bu konuda daha da ilerisi beyân buyurularak bütün mü’minleri toplumun yapı taşı olan aile fertleri gibi görmüş ve onları kardeş yapmıştır. Hucûrât sûresi 10. âyet’te “Bütün mü’minler kardeştir” buyurulmuştur.
 
“El-müslimûne ümmetün vâhidetün el-küfrü milletün vâhidetün.” İşte asıl mes’ele budur. Irkları, dilleri, ülkeleri ayrı olsa da Müslümanlar tek bir millet olduğu gibi, kâfirler de (İslâmiyeti kabûl etmeyen veyâ İslâmî kuralları beğenmeyen veyâ hafife alan) tek bir millettir.
 
Mâide Sûre-i celîlesi 51. âyet için İmâm Nesefî (rahmetullâhi aleyh) “Küfrün tek millet olduğuna bu âyet delâlet etmektedir” der. (Ebu’l-Berekât e’n-Nesefî (V-710 / 1310 ) Tefsîr-i Nesefî İstanbul 1984)
İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Şâfi’î, Ebû Dâvûd, Ahmed b. Hanbel (rahmetullâhi aleyhim ecmain) hazerâtı da Bakara sûre-i celîlesi 120. âyete dayanarak küfrün tek bir millet olduğunu söylemişlerdir.
Kâfirûn Sûresi 6. da “Sizin dîniniz size benim dînim bana” derken Efendimiz “İki ayrı millete (dîne) mensup kimseler arasında mirasçılık olmaz” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Sünen, Ferâiz,10; Tirmizî, Sünen Ferâiz 16; İbn Mâce, Sünen, Ferâiz 6; Ahmed b. Hambel Müsned 2, 187, Buhârî Ferâiz, Sahîh, Ferâiz 26, Müslim Sahîh, Ferâiz 1, Ebû Dâvud Sünen, Ferâiz 10, Tirmizî Sünen Ferâiz 15)
Küfrün tek millet olduğu konusunda Hanefî, Şâfi’î ve Hanbelî müctehidler birleşmişlerdir.
 
Şehristânî’nin meşhûr eserinin adı “El-milel ve’n-nihal”dir. Nihel, nihle’nin cem’idir. “Nihle” kupkuru zan ve vehimdir. Vahye dayanan milletlerin (dînin) târihi, en-Nihal ise, vahye dayanmayan beşerî sistemlerin milletlerin mâhiyetidir. (İmâm Kurtubî Tefsîri, el-Câmiü li-Ahkâmi’l- Kurân 2)
 
Buradan şunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz: Kavimler, ırklar aynı kandan olsalar da dinleri ayrı ise ayrı milletlerdendir. Irkî fonksiyon yâni etnisite inkâr edilemez biyolojik bir vâkıadır, ama dînî faktöre dayalı ümmet-millet sosyolojik realitesi boyut olarak çok daha geniş kapsamlıdır. Bu durumda bizimle aynı kandan olsalar da Şamanist Orta Asya Türklüğü, Hristiyan-Şamanist Yakutlar, Hristiyan Gagavuzlar, Çuvaşlar, Mûsevî Karaim Türkleri veyâ Hristiyan Macarlar da ümmet kavramı dışındadırlar. Tabîî ki Hristiyan veyâ diğer dinlere mensup milletler, içinde ümmet kavramı dışında olsalar bile, aynı birçok âdetlerden ve soydan olan Türklere sempati duymamıza engel yoktur. Sempati duyarız ama din kardeşlerimiz değillerdir.
 
Bugün dünyâda 2 milyardan fazla Müslüman bulunması bir te’mînât olmakla birlikte ayrıştırılmış, saptırılmış, bid’at ve reformlarla sarsılmış İslâm ümmeti tek millet olma şuurunu kaybedip ehl-i küfre yakınlaşma göstermektedirler.
 
Şüphesiz 10. asırla birlikte İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk Milleti ümmet-millet kavramlı bir cihan hâkimiyeti mefkûresiyle asırlarca hareket etmiş, fakat 20 yy.la birlikte Çin ve Rus komünizmi, parçalarımızı bizden koparmış, dînî ve millî bağların çok dışında Sovyet nizâmında sosyalist-komünist bir toplum düzeni içinde aslî unsurlarını unutmuş sosyo-psikopat ve mankurt bir topluluk meydana getirmiştir.
 
70 yıl süren bu zulüm yıkılsa dahi, dağılmış, savrulmuş, dinî duygulardan koparılmış Orta Asya Türklüğünün toparlanması hiç de kolay değildir. Bu kardeşlerimiz küllerinden doğmaya çalışmaktadır.
Türkistan, Mâverâünnehir eski şâşaalı günlerini, hattâ neredeyse îmânını bile kaybetmişken, şimdi Türkiye Cumhûriyeti’nin üstün çabaları ile yeniden dirilme safhasındadır. Her şeye rağmen hayâtları pahasına medrese ve yer altı eğitiminde Rus ve Çin Türkleri ak sakallıları, genç nesle verdikleri ilmî celâdet ve cesâretle dinlerini ve millî duygularını ayakta tuttular.
 
Kırım’da uzun yıllar görev yapan ve büyük fedakârlıklarla Türk illerine Kur’ân-ı kerîm dersi verip imâm hatiplik yapan Hâfız Ziyâ Aykut Hoca’mızın anlattıkları çok ibrete şâyândır. Orta Asya Türk illerini bilhâssa Kırım Türklerini İslâm parantezinde tutan üç unsurdan bahseder. Bunlardan birincisi hiç ihmâl edilmeyen erkek çocuklarının sünnetleri, bir diğeri ise büyük bir vakar ve cehd içinde ve toplu ibâdetin en heyecanlı ve katılımın en yüksek olduğu mevlit cem’iyetleridir. Mevlitlerde yoksul veyâ iyi hâlli olanlar fark etmeksizin evlerinde olan malzemeyi getirirler ve bir de zor şartlarda bir koyun kesilerek kazanlar kaynar ve bir bayram havasında ziyâfetler verilir.
Bugün öyle bir hâle geldi ki Kırgızistan’da 500.000 kişilik meydanlara sığmayan cemâatlerle bayram namazları kılınıyor. Cuma günleri namazda Moskova sokakları, Müslümânlarla dolup taşıyor.

MİLLET ESKİ BİR KAVRAM MI?

Eski Türklerde millet bu şekliyle geçer mi? Millet Arapça bir kelime olup İslâmiyet’ten evvel tabîî ki bu hâliyle geçmezdi. Kavim ve millet kavramları İslâmiyet’in kabulü ile kullanılmaya başlamıştır.
Eski Türklerde millet yerine “bodun” kullanılırdı.
 
“Türk begler bodun bunu eşiding” (Türk beyleri millet bunu işitin.)
“Çıgany bodunug bay kıldım, az bodunug öküş kıldım.”  (Fakir milleti zengin kıldım, az milleti çok kıldım. )
 
“Türk bodunung ilin törüsin tuta birmiş iti birmiş.” KD / 1 (Türk milletinin ülkesini kânunlarını koruyup düzenledim) (Orhun Âbideleri,  Prof. Dr. Muharrem Ergin, 8. Baskı. Boğaziçi Yayınları, İstanbul)
 
Bu kitâbelerde “bodun” kelimesi birçok yerde geçer. Biz bu örnekleri vermekle yetindik.
 
Millet kavram olarak “nation”, gelişmiş toplum sosyolojisinin bir maddesi ve geniş ve kapsamlı bir topluluk muhtevâsıyla bilimsel merkezlerdeki yerini almıştır. Burada bodun kelimesini de sosyol boyutlu “millet” ve “nation” kavramlarından aslâ dar kalıplı olarak görmemek lâzım. Toplumların idârî şekilleri ve yerleşim alanları genişleyip feodaliteden bağımsız kitleler düzenine geçince sosyal temalı terimlerde de değişmeler olmuştur. Yâni “umrandan uygarlığa” geçen toplumlarda umran millî temeller bakımından uygarlıktan çok daha dolu bir kavramdır. Milletler medenî oldukça halkıyla bütünleşir. Medeniyetin temelindeki ta’rif de zâten “tâmir-i bilâd ve terfih-i ‘ibâd”dır (Halkın refâhı ve beldelerin onarımı).

MİLLET VE DİL

Milleti meydana getiren unsurların başında da millî karakterli dil gelir. Ümmet-i Muhammed’in mutlak ibâdet dili Kur’ân-ı kerîmin dili olan Arapçadır. Hiçbir İslâm toplumu veyâ milleti, ibâdeti kendi dili ile yapamaz. Kur’ân’ın ve Ezânı-Muhammedî’nin dili Asr-ı sa’âdet’teki gibi Arapçadır. Dünyâda hiçbir millet ibâdet dilini millî karakterli yapmamıştır. 1932’de ezân Türkçe okunmaya başlayınca cemâatin câmi ve mescitlerden uzaklaşmasına sebep olmuş, 1950’de tekrar aslına döndürülerek câmiler ve mescitler şenlenmiş, minarelerden beş vakit ezan Hazret-i Bilâl’in okuduğu şekle dönmüştür.
 
Her milletin dili ayrıdır ve gerek renkler gerek etnik yapılar nasıl farklı ise diller de farklıdır. Türklerin İslâmiyet’ten evvel kendi dilleri ile yüklü bir edebî birikimi yoktur. İslâmiyet’in kabûlü ile eserler vermeye başlayan Türklerin en ilgi çeken verilerin başında “Dîvânü Lügâti’t-Türk” gelir. Kâşgarlı Mahmûd’un 11. asırda yazdığı bu eser, Araplara Türkçe öğretmek amacına yönelik olup ana metin Arapçadır.  İçinde 7.500 kadar Türkçe kelime vardır. Atasözleri, sagular ve diğer bâzı konularla bulunmaz bir hazîne gibidir. Bu eser bir Türklük ansiklopedisi gibidir. İçinde bir de dünyâ haritası bulunduran bu eser için Ali Emîrî “Bu kitap değil Türkistan’dır; Türkistan değil cihândır” demiştir.
 
15 yy.daki bir diğer kıymetli eser Muhammed Bîcân’ın “Muhammediye”sidir. Bu şahsın Arapça eseri için kardeşi Ahmed-i Bîcân’a bildirdiği isteği de çok mânîdârdır. Megârib’in Türkçeye çevrilmesini ve her yerde okunmasını istediği için kardeşine şöyle der: “Didüm Bîcân’a imdi sen dahi gel//// Düzdüm bu kitâbı sen dahi gel //// Bunı Türkî diline dönder imdi ////Yayılsun ile şehre gönder imdi. (Envârü’l-âşıkîn için) (Muhammediyye Muhammed Bîcân, 853 H. 1449 M. Baskı Târîhi, 1888)
 
Demek ki millî olmanın en önemli karakteri millî bir dilin olmasıdır. Ümmetten ayrı dil konuşan milletler eriyip varlıklarını kaybetmezler, kendileri zamanla elde ettikleri coğrafya parçasında otururlar. Biz buna da vatan diyoruz. Bugünün şartlarında her milletin bir dili, bir bayrağı ve çizilmiş sınırları olması şarttır. Bu şartlarda Türkiye, Malezya, Endonezya, Pâkistan, Afganistan, Hindistan Müslümanları, Bangladeş veyâ daha irili ufaklı Müslüman ülkelerle Amerika, Avrupa ve Avusturalya’da yaşayan Müslümanlar hepsi kendi millî dillerini konuşur, Arapça ibâdet ederler. İslâmiyet ümmete dayalı bir konfederasyon; Müslüman milletler ise bu konfederasyona bağlı federasyonlar gibidir. Aralarında dînî ve kopmaz bir bağ vardır. Hilâfet döneminde bu bağların dünyevî tarafıyla ilgili siyâsî bir bağı da vardı.
 
Milletler kendi dilleri ile halkının anlayacağı tefsirler, hadisler ve fıkıh kitapları yazdılar veyâ ortak İslâm ulemâsının yazdığı Arapça ve Farsça eserleri kendi millî dillerine çevirerek, halklarını dînî yönde yetiştirdiler. Halkın ortak ulemâsı ümmet bazında yazdıkları muhteşem eserlerle müctehid İmâmların ictihâdlarını onların dillerine aktardılar. Hangi milletten olursa olsun ümmetin âlimleri müfessir, muhaddis oldular, fakîh, îtikâdî mezhep imâmı, tarîkat şeyhleri oldular bu tekkelerde mücâvir sıfatıyla her dil ve renkten ihvân ile dünyâ ve âhıret kardeşi bileşkesiyle kucaklaştılar.
 
Bizde özellikle tasavvufî eserler halkın anlaması için açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yazıldı. Bunlara mesnevîleri, ilâhîleri, evliyâ menkıbeleri vs. eserleri örnek olarak verebiliriz. Halkın Türkçeden başka dil bilmemesi son derece normaldir. Bu yüzden halkın ilâhî mesajı yâni Kur’ân’ı anlaması için ilk dönemlerden îtibâren satır altı tercümeler yapıldı. Fakat yanlış bir algı ile Müslümân olan Türkler yıllarca kendi kutsal kitâbını anlamadan okudular denildi. +
 
Öyle olsaydı 12. yy.dan îtibâren onca Türk İslâm âlimi nasıl yetişebilirdi? Mâverâünnehir nasıl İslâm’ın tefekkür merkezi olurdu.
Kısacası yüce Türk milleti ümmet-millet birlikteliğini yıllarca hiçbir problem olmadan yaşadı. Hilâfet döneminde de siyâsî-dinî hükümranlığını İslâm’ın şânına yaraşır bir şekilde îfâ etti…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.