Çifte çubuğa döndü

Düzenleyen:
Çifte çubuğa döndü

KÜLTÜR - SANAT Haberleri

Adana gelişen büyüyen bir kent ama her geçen gün topraktan uzaklaşıyor. İstisnaları da var elbet, bazıları köyüne geri dönüyor.

İrfan Özfatura - irfan.ozfatura@tg.com.tr

Mehmet Yalkın Adanalı bir iş adamı. Ama öyle işe gömülenlerden değil. Alıp motosikletini Türkiye turu yapabiliyor icabında. Neden motosiklet çünkü tabiatı seviyor, temiz havayı, güneşi, rüzgârı hissetmek istiyor. Kendi kafa denginden arkadaşları var, çadır kuruyor mangal yakıyorlar.  Değişik yörelerin insanları da olsa çabucak dost oluyor muhabbeti kuruyorlar. Mesela Torosların doruklarında misafiri olduğu Yörükleri unutamıyor hâlâ.  
Yıl 2000. Nereden aklına düştüyse düşüyor bir çiftlik kurmaya niyetleniyor. Kendimize kadar domates ekelim, biber yapalım derken ucu kaçıyor. Dur motor, dur pulluk derken ziraatin içine düşüyor.
 HAYVANAT BAHÇESİ GİBİ
Mehmet Bey’in en büyük eğlencesi hayvanlar. Önce küçük bir kümesten başlıyor. Aman kahvaltılık yumurtamız çıksın derken dünyanın dört bir yanından cins tavuklar topluyor. Keklikler, sülünler, tavuslar yerlerini alıyor. Güvercin zaten eski hastalığı, yeniden nüksediyor. Paçalısı taklacısı derken en nadide cinsleri bulup kolleksiyonu tamamlıyor. Emektar köpeğini yaşlandı diye sokağa atacak değil ya, onu ahir ömründe krallar gibi besliyor. Ama beni kucağına al diye fır dönen bir kurt da ediniyor ayrıca. Van kedisi başka şımarık ,adamcağızın omuzundan inmiyor, tepesinde geziniyor.
Eh çiftliği olanın atı da olur elbet. Ama o bir tane ile yetinmiyor İngiliz tayından Arap kızına bir düzine topluyor. Midilliler ne yemişlerse artık enerjileri tükenmiyor, çayırı arşınlıyorlar soluk soluğa.
SEVİLDİĞİNİ ANLAR
Mehmet Bey İngiltere’de kaldığı yıllarda hayvanlara yaklaşma derslerine katılmış, ıssız ormanda kaplan görsem gider okşarım diyor. Yeter ki sevgiyle bak, ürkme korkma, kurt çakal olsa vız gelir sana.
Orasını bilmiyoruz ama çiftliktekilerin şımartıldığı aşikar, paçasına dolanan üstüne atlayan, sokulan yalayan koklayan aralarında kopmaz bir bağ olduğu vakıa.
Adana toprakla iç içe. Nefes alıyorsunuz, hava şerbet sanki, âdeta esans kokuyor. Hele nisan başında gelecektin diyorlar, portakal çiçekleri patladığında.
Çukurova çiçekten yana zengin, kelebekler uçuşuyor etrafınızda. Hey güzel Allah’ım ne desenler, ne desenler, milim boşluk yok kanadında.  
Mehmet Bey’in motosiklet ve hayvan merakından bahsettik. Ama onun asıl hastalığı kahvaltı. Türkiye gezilerini kahvaltı için yapıyor, nerede ne gördüyse gelip deniyor.
Hani Türkmenlerin bir sözü vardır. Kahvaltıyı özüne yap öğleye mihman sesle, akşamı yağıya yolla.
Türkçeden Türkçeye tercüme edelim. Kahvaltıyı kendin için yap, öğle yemeğine misafir çağır, akşamı ise düşmanına yolla.
Yani kahvaltı böylesine önemli hayatında. 
 

 ADI KAHVE ALTI GÜYA
Bir masa donatıyor şaşkına dönüyoruz, Hatay yöresinin çökelekli salatası sürkiden tutun da nar ekşili reyhanlı karışımlara. Melemenden, sucuklu yumurtaya.  
Yumurtalar kıpkırmızı, tavuklar orda burda dolanıyor, eşinip didiniyorlarmış kendi başlarına.
Kaç çeşit peynir çıkarıyor sayamıyorum, zeytin zaten işleri, sele, kırma, salamura. Patates kızartmasından almasak iyi ama mübarek göz kırpıyor, biberler közlenmiş yatırılmış zeytin yağına. Zeytin yağı demişken belli ki erken hasat, soğuk sıkma. 
Ekmekler çeşit, kimi tandırdan çıkmış, kimi kabarmış tava boyunca. Kara kovan balı, kaymak, tereyağ. Turunç reçelinden tut incir ve ayvaya, hepsi de kendi imalatları oturup kaynatıyorlarmış itinayla…
Bir kabak tatlısı getiriyor çıtır çıtır, çatalı vuruyorsun kırılıyor âdeta. Marifet kireç suyundaymış, tarif veriyor meraklılara.
Çaylar pırıl pırıl, süt mis kokuyor. Üstüne kesin kahve gelecek, zira cezveler dizilmiş mangalın başına.
Çifte çubuğa döndü

MAKSAT MEŞGALE OLSUN
Mehmet Bey tabiiden taviz vermiyor, suniden hazzetmiyor. Zaman zaman misafirleri geliyor hayran oluyorlarmış buraya.
Derken efendim, küçük gelini bir gün “baba” diyor.
-Eeee?
-Bana izin verir misiniz üç beş masa atayım kapıya. Gelene geçene kahvaltılık veririm, hem meşgale olur, hem beş on kuruş harçlığımız çıkar. 
Mehmet Bey o akşam aile meclisini topluyor. Böyle bir teklif var, ne dersiniz?
Oy birliği ile “makul” kararı çıkıyor. Hemen o gün işe girişiyor, haftasına tabelayı çakıyorlar.
O üç beş masa 70 olmuş, yetmemiş 12 de çardak. 
Ya kalanlar, artanlar diyorum malum israf çok olur böyle mekânlarda.
-Bizde olmaz hayvanlar son kırıntısına kadar toplar. Dokunulmamış tabakları ellenmemiş ekmekleri Suriyeli kardeşlerimize götürüyoruz, dua ediyorlar.
Mehmet Bey “Adanalı yemeyi de yedirmeyi de sever” diyor, “misafir ağırlamak bizim töremizde var, gelenleri dost gibi görüyoruz, parayı pulu getirmiyoruz aklımıza. Sen işini iyi yap, nasibin gelir bulur nasıl olsa.  
Adanalıların bir talepleri var. Bizi tanıtın diyorlar yana yakıla. Anavarza Efes’ten de büyük ama bilinmiyor. Tufanbeyli, Şar, Yılan Kale, Orhan Kale. Muazzam eserler de, kim gördü acaba?     

Çifte çubuğa döndü

 

HEY GİDİ İSMET HOCA

Soruyorum Şanlıurfa, Diyarbakır, Gaziantep de kebapçı, sizin farkınız ne acaba?
Biz şalgamsız yapamayız diyorlar, bir kebapçıya otur önüne öbekle yeşil yığar sonra. Marul, taze soğan, nane, reyhan, roka artık ne bulursa.
Bilirim diyorum. Yıllar evvel rahmetli İsmet Atlı ile belgesel çekiyorduk. O zamanlar bostanlar vardı Adana varoşlarında. İsmet Bey birinin kenarından geçerken birkaç göbekli marul seçti. Nasıl ama kucaklar almıyor. Sordu ne kadar.
Bahçıvan “ya yürü git İsmet Abi” dedi, “senden de mi para alacaz?”
Geldik matbaaya marulları kırdı yıkadı tepeleme yığdı, öyle ki tepsi almıyor. Nasıl körpe, hatta hafif yağlımsı, tam kıvamında. Mübarek çatır çatır yiyor. Biz de sokulduk, eriyiverdi anında. Hani mükellef sofraya otursan bu kadar doyarsın anca. Beni dinleyenlerden biri başını hüzünle salladı, “İsmet Atlı dayım olurdu” dedi usulca. O zaman sen anlat, biz yazalım, okuyucularımız hasret kaldılar ona.
-Bir eli vardı yaba gibi, tuttuğunu koparırdı âdeta. İdmanı ciddiye alır, öküzle birlikte boyunduruğa girerdi icabında. Biz Afşarız, pehlivanımız çok çıkar. Evet ben de güreştim ama adım anılmaz onların yanında. Dürdane Yengem dayıma iyi bakardı, Oturdu mu bir helke ayranı içer, tekeyi bitirir anında. Eee ne demişler can boğazdan... İsmet dayımın kendine has bir güreş stili vardı. Rakiplerine ters gelirdi. Bayrağımızı göndere çektirdi defalarca. Hem ne zaman? Madalyaya hasret kaldığımız yıllarda. Dayımın güreşçiliği bilinir de şairliği bilinmez. Türkiye gazetesinde yazardı ayrıca.
-Nasıl unuturum köşesinin adı “Şampiyonun Not Defteri”ydi hatta.

Çifte çubuğa döndü

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...