İki Türk kızının destanı!..

A -
A +

Ben bu satırları yazarken, Türk Spor Tarihi için "bugüne kadar yaşanmış" anlamı en büyük ve belki de "bir bu kadar daha zaman sürecinde bir daha yaşanması çok zor" bir yarışa 12 saat var!.. 12 saat sonra Aslı Çakır Alptekin ile Gamze Bulut, Londra Olimpiyatları'nda 1500 metre finalinde yarışacaklar!.. "Altın dahil" her üç renk madalyadan birini alma ihtimalleri var; hatta 3 madalyadan ikisini alırlarsa şaşmamamız gerek, hiç madalya alamayabilirler de; o ihtimal de elbette var; olimpiyat finali koşmak, o stresi kaldırmak, kolay mı?.. "12 saat sonra" ne olmuş olursa olsun; bana göre "Türkiye için yılın spor olayı budur"; gencecik iki Türk kızının "yan yana 1500 metre finalinde koşması"; hatta "bu yılın da değil", ülke sporumuz için son yılların "en büyük spor olayıdır" bu!.. İnşallah, sizler bu satırları okurken, "ödülleri olan" madalyalar da "onların göğüslerini süslemekte" olsun!.. Olsun!.. Yarın!.. Evet, "yarın" Erzurum'da bir milat olabilir ve aslın da olmalıdır da; sporumuz için; futbolumuz için, fair-play için, barış ve dostluk için, sevgi ve saygı için, herkese ama herkese örnek ve ders olması için!.. "Milat" konusunda yöneticilerimizden ve medyamızdan ümidim yok, hem de hiç yok; ama saha içinde teknik adamlar, sporcular ve de tribünlerde taraftarlar, seyirciler "bu milâdı başlatabilir", bizleri de, yöneticileri de utandırabilirler!.. Beni, "kupayı kim kazanacaktan çok", bu konu ilgilendiriyor, TV başına "bu miladı görmek" umudu ve heyecanı ile geçeceğim!.. Ege'den kötü bir haber!.. "Ne oluyor, ne bitiyor" diye Akhisar'a ve Manisa'ya "bir günlük" bir gezi yaptım, keşke yapmasaydım!.. "Akhisarspor" ile "Manisaspor" ve de "geçen yıl birinin Süper Lig'e çıkması ve ötekinin de Süper Lig'den düşmesinin aynı sezona rastlama talihsizliği" yüzünden, Akhisar ile Manisa'nın arası, tıpkı "bugünün Galatasaray'ı ile Fenerbahçe'sinin arası gibi"; bu sözümün eksiği var, fazlası yok!.. Ben, "sahası yetersiz olan" Akhisarspor'un, Manisa Stadı'nda oynamasını isteyenlerdendim, ama bu bir günlük gezi sonunda anladım ki; "çok yanlış" bir düşüncenin içindeymişim!.. Onun için yazıyorum, daha "ligler başlamadı"; sporumuzu yönetenler, Spor Bakanımız; Genel Müdürümüz ve Federasyon Başkanımız; "Akhisarspor'un Manisa Stadı'nda oynama" konusunu "yeniden ve iyi düşünün"; mümkünse, "Akhisar, İzmir'de oynasın!.." Yoksa, "yarınlarda olacaklardan" sizler sorumlu olacaksınız; gidin Manisalılarla konuşun, gidin Akhisarlılarla konuşun; ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız!.. Keşke, "biraz parayı gözden çıkarıp", Akhisar'ın yeni stadı yapılana kadar, aradan "Manisa'da oynasınlar" diye ısrar eden bazı siyasetçileri çıkarıp, "eski stadı Süper Lig maçı oynanacak" bir duruma getirse idiniz; en doğru olanı yapmış olurdunuz ve yapılması gereken de buydu!.. Ben, "bunca yılın gazetecisi ve spor yazarı olarak" görevimi yapıyorum; karar sizlerin!.. İhkakıhak, hak mıdır?.. Koca bir medya grubuna, hem de "bir Avrupa Kupası maçında" kameramanlarından, yorumcularına, fotoğrafçılarından, spor yazarlarına ve görevli personeline kadar "yasak kondu"; stada alınmadı!.. Bu "ceza", sadece "o medya grubuna değil", yüz binlerce okuyucusuna ve TV seyircisine de verilmiş bir cezaydı, ama Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin "kınama bildirisi" ve birkaç yazar - çizerin birer - işiker paragraflık yazısı hariç, hatta "yasak konulan gazete ve TV'nin yazar çizerleri de dahil olmak üzere" Türk basınından ve meslek kuruluşlarından "beklenen ve olması gereken" tepkiyi görmedi!.. Daha da enteresanı, "yasağı koyan kulüp", TSYD'nin "çok haklı ve yerinde olan" bildirisine karşı, "Sen beni kınayacağına, bana karşı yapılan yayınları ve o yayınları yapanları kına" gibisinden bir karşı bildiri yayınladı!.. İnsan üzülüyor; "Türkiye'nin en büyük kulüplerinden birinin yönetimi", bu bildiriyi yayınlarken, hiç mi "basından anlayan, hukuktan anlayan" bir üyesine, yöneticisine, profesyonel görev yapan bir personeline sormadı?.. Medyadan, TV'den, gazeteden, yazardan, yorumcudan, çizerden şikayetçi isen, RTÜK var, gazetecilerin meslek kuruluşlarının Etik Kurulları var, Basın Konseyi var, dahası "basınla görevli" savcılıklar var, mahkemeler var; var da var!.. Bu kurum ve kuruluşlarla "şikâyetçi olduğun basın kuruluşu ya da gazeteci / yorumcu konusunda" etik / sportif / hukuki ilişkiler kurup, sonuç alacağına, 2012 yılında, İstanbul'u "dağ başı gibi görüp", "ihkakıhak" ile "Anayasa'nın temel haklardan saydığı halkın haber alma hakkını ve basın özgürlüğünü yok etmeye kalkarsan", bu ne demektir?.. Dahası, "böylesine bir tutumun içine giren" sadece "son olayın başrolüne soyunmuş olan" o kulübün yöneticileri değildir; bugüne kadar pek çok kulübün başkan ve yöneticileri "böyle bir hukuki sapkınlığı" basına reva görmüşler ve daha acısı "yaptıkları da yanlarına kâr kalmış"; stat ve salonların sahibi olan ve "protokol ve basın tribünlerini düzenleyen" devletin ilgili kuruluşları da "Anayasaya aykırı olan bu sansür / ceza olayını" seyretmişler ve hâlâ da seyretmektedirler!.. Zira, benim meslek kuruluşlarım, benim anlı ve şanlı yazar - çizerlerim, benim medya yöneticisi gazeteci meslektaşlarım "halka ve basına karşı yapılan ve açıkça suç olan" bu tip davranışlara karşı "birlik ve beraberlik içinde" tepki koyamamışlar ve adeta "Bana dokunmayan bin yaşasın" tutumu içinde "sessiz kalmayı" tercih etmişlerdir!.. Mesela, bir zamanlar "Genelkurmay'ın bazı basın kuruluşlarına ve bazı gazetecilere koyduğu benzer yasaklar" konusunda "haklı olarak" kıyameti koparanların "hemen hemen hepsi" denilebilecek çoğunluğu, bu olayda "neden" sus pus olmuşlardır?.. Çok iyi bilmeliyiz ki, "bugün ona" ama yarın da pek muhtemeldir ki; "bana!.." Neden "o basın grubu" ve TSYD "yapayalnız" bırakıldı?.. Açın bilgisayarınızı, bulun bir Alman papazı ve yazarı olan Martin Niemoeller'in "sessiz kalmanın sonucunu çok iyi anlatan" ünlü sözünü ve okuyun; bu yazıyı "neden" yazdığımı çok iyi anlayacaksınız!.. "Gelme" demenin davetiyesi!.. Önümde bir "iftar" davetiyesi; "1905 Galatasaraylı Yönetici ve İşadamları Derneği'nin iftar çadırında 08 Ağustos Çarşamba (bugün) Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, dernek üyelerimiz ve ultrAslan birlikte iftar yapacaklardır. Katılımınız bizleri mutlu eder." "Türkiye'nin batıya açılan penceresi" olmakla övünen, bilmem kaç yüz yıllık "eğitim camiası" olarak bilinen ve de geçen ay "Galatasaray Kulübü Başkanı ile yemeğe katılıp katılmama konusunda gerilimli bir tartışmanın içine düşen" 1905 GSYİAD'ın davetiyesine bakın siz; neresini düzelteyim?.. Bir defa, "eğer bir insanın gerçekten bir davete katılması isteniyorsa" ve hele hele "bu davetle mutlu olunacaksa" bilinmelidir ki, "en az 72 saat önce o insana davetiyesinin ulaştırılması gerekir" ki, hele hele büyük şehirlerce, ona işin ve onca toplantı ve davetlerin çok olduğu büyük şehirlerde, "davet edilen" kişi programını "o davete göre yapsın" ve zaman ayırabilsin; ne demek "bugün" gibi bir zaman ayarlaması?.. "Bugün" demek, "Gelmesen de olur", hatta "Gelmesen daha iyi olur" demektir!.. Dahası, davetiyede "isim" yok, yani "davet edilen kim" belli değil; ortaya!.. Anlaşılıyor ki, davetiye, "bilgisayara girilmiş" ve de ona bilmem kaç yüz ve belki de bin isimlik bir "mail gönderilecekler listesi" eklenmiş "bir tıklama ile" yüzlerce, belki de binlerce kişiye "toptancı bir mail" olarak yollanmış; işlem tamam!.. Tamam da, acaba; "böyle gelen" davetiyeleri, benim, gibi "bir tıklama ile silen" ya da "çöpe atan" yüzlerce ve binlerce kişi ne olacak?.. Üstelik de, "bu konularda çok hassas olan" Şişli Belediye Başkanımızın adını da "o davetiyeye yazarak" bu protokol bilmezliğe ve ciddiyetsizliğe "onu da katma gayreti" ne anlama geliyor?.. Yazıklar olsun!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.