"Sen benim çektiğim sıkıntıları boşver!"

A -
A +

İbrâhim-i Havvâs hazretleri, elsiz, ayaksız ve yaralı bir kimse görür. Yaralarına kurt düşmüş ve hatta eşek arıları hücûm etmiştir...
İnsanın içinde bulunan nefis, şehveti ve gadabı aşırı çalıştırdığı için, buna uymak insana tatlı gelir. İslâmiyete uymak ise, bu arzuları frenlediği, sınırlandırdığı için, insana acı ve zor gelmektedir. Bunun için insan, İslâmiyete değil, nefsine uymak ve böylece felâkete sürüklenmek ister. Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, insanlarda, saâdeti felâketten, doğruyu eğriden ve faydalıyı zarârlıdan ayırabilen bir kuvvet yarattı. Bu kuvvet, akıldır. Şaşmayan, yanılmayan akla, akl-ı selîm denir. Akl-ı selîm sâhibi olan kimse, nefsine uymaz, İslâm dînine uyar. Aklı dinlemeyen kimse ise, nefsine uyar, İslâm dînine uymak istemez. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
"İnsanların nefsi mevki almak, başa geçmek sevdâsındadır. Onun bütün arzûsu, şef olmak, herkesin, kendisine boyun bükmesidir. Kendinin kimseye muhtâç olmasını, başkasının emri altına girmesini istemez. Nefsin bu arzûları, ilah olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demektir. Allahü teâlâya ortak olmayı istemektir. Hattâ nefis, o kadar alçaktır ki, ortaklığa râzı olmayıp, âmir, hâkim, yalnız kendi olsun, her şey, yalnız onun emri ile olsun ister. Hadîs-i kudsîde, Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Nefsine düşmanlık et! Çünki nefsin, benim düşmanımdır.)
Demek oluyor ki, nefsi kuvvetlendirmek, onun, mal, mevki, rütbe, herkesin üstünde olmak, herkesi aşağı görmek gibi isteklerini yapmak, Allahü teâlânın bu düşmanına yardım ve onu kuvvetlendirmek olur ki, bunun ne kadar fecî, korkunç bir suç olduğunu anlamalıdır..."
İbrâhim-i Havvâs hazretleri, başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır:
"Bir zaman Şam civarındaydım. Nar ağacı gördüm. Tatlı nar yemek arzu ediyordum. Lâkin gördüğüm narlar ekşi olduğu için, yemeyip sabrettim. Tatlı nar bulduğum zaman yerim deyip, yoluma devam ettim. Bir yere varınca, eli, ayağı olmayan, zayıf, hâlsiz, yaralı bir kimse gördüm. Yaralarına kurt düşmüş, hattâ birçok eşek arısı yaralarına hücûm etmiş, zavallıya ızdırab veriyorlardı. Onun bu çâresiz ve muzdarib hâline acıyarak, yanına varıp;
-Bu hâlden kurtulmak ister misin? dedim.
-Hayır dedi. Ben hayretle;
-Niçin? dedim.
-Sağ sâlim olmak nefsimin arzûsudur. Bu hâlde olmam ise Rabbimin murâdıdır. Onun murâdının aksi bir şeyi Ondan istemek, kulluğuma yakışmaz, takdirine râzı olmak, elbette benim için hayırlıdır, dedi.
-Müsâade et de hiç olmazsa arıları senden uzaklaştırayım, sana çok ızdırab veriyorlar dedim.
-Onlar bana ızdırab verdikçe, benim hâlim daha hoş oluyor. Ey Havvâs! Sen benim çektiğim sıkıntıları, eşek arılarını boşver, sen tatlı nar yemek arzusunu kendinden, kalbinden uzaklaştırmaya bak, dedi.
-Bütün bunları nereden biliyorsun? dedim.
-Rabbim bildiriyor dedi. Sonra izin isteyip yoluma devâm ettim..."
Netice olarak, nefsin isteklerini yok etmek, ancak İslâmiyete uymakla olur. Bir kimse İslâmiyete ne kadar çok uyarsa, nefsin arzûları o kadar azalır. Bunun içindir ki, nefse en zor, en ağır gelen yük, İslâmiyetin emirlerine ve yasaklarına uymaktır. Nefsi ezmek için, İslâmiyete uymaktan başka yol yoktur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.