"Padişah olana hazine gerektir!"

A -
A +
Osmanlı devlet hazinesine Hazine-i Âmire veya sarayın dış kısmında olduğu için Bîrûn Hazînesi (Dış Hazîne) denir. Topkapı Sarayı'nda orta avludadır. Başında defterdar bulunur. Padişahın da ayrıca bir hazinesi vardır. Buna Ceyb-i Hümâyun Hazînesi veya Harem-i Hümâyun Hazînesi denir. Sultan II. Mahmud'dan itibaren Hazîne-i Hâssa denmiştir. Hazîne kâtibi tarafından idare olunur.
Bu hazinenin gelirleri: Her ay Divan-ı Hümâyun'dan padişaha verilen 50 bin akçe. Padişaha ait arazilerin kirâsı. Padişah vakıflarının gelir fazlası. Saray hasbahçeleri mahsulâtının satışından gelen hâsılât. Para basma karşılığı alınan ücret. Ganîmetlerin şer'an padişaha ait olan yirmibeşte biri. Bazı hususi mâdenlerin hâsılatı. Padişahın kölesi statüsündeki devlet adamlarının, vefatlarında vâris sıfatıyla padişaha bıraktıkları miras. Mısır'ın senelik gelirinden artan miktar. Yüksek memurların tayininde ödenen harçlar.
Bu vesileyle padişahlar mühim miktarda servet sahibi olmuştur. Sarayın hususi masrafları, câmi, çeşme gibi hayır eserleri, Hicaz'daki mübarek yerler için gönderilen hediyeler, surre alayının masrafları, liyâkat gösterenlere verilen atıyyeler, yabancı hükümdarlara gönderilen hediyeler; harem halkının maaşları hep buradan karşılanır.

Yavuz Sultan Selim'in mührü
Önceleri iki hazine vardı. Sonraları fevkalâde harb masraflarını karşılamak üzere yine padişaha ait ve hazînedarbaşına bağlı İhtiyat Hazînesi kuruldu. Sarayın üçüncü avlusunda olduğu için Enderûn Hazînesi veya İç Hazîne dendi. Buraya, manevî değeri olan eşya ile muharebelerde ele geçen kıymetli şeyler, koşum takımları, hil'at ve kürkler ve vefat eden padişahın geride bıraktığı mallar konuldu. Kanuni Sultan Süleyman zamanında iç hazîne gelen parayı almadığı için, Yedikule'de bir şubesi kuruldu. Sultan III. Murad zamanında İç ve Dış Hazîne gibi; Yedikule dahi doldu.
İç Hazîne, her padişah tahta çıktığında, ayrıca ayda bir defa gözden geçirilir; eskimiş eşya mezat yoluyla satılır. Sonra hazırlanan defterler mühürlenip padişaha takdim olunur. İç Hazîne, teberrüken (uğur sayılarak) Yavuz Sultan Selim'in mührüyle mühürlenir. Çünki bu padişah demiştir ki, "Benden sonra kim hazîneyi altın ile doldurursa, onun mührüyle mühürlensin. Aksi takdirde benim mührümle mühürlensin!"
Hazîne dairesine girmek ve mal çıkarmak merâsime tâbidir. İçeri toplu halde girilir; eller cebe sokulmaz. Padişah bile buradan bir eşya istediği zaman, aldığına dair makbuz imzalar; tekrar iade ettiğinde de makbuz alır. Sultan Vâhîdeddin'in, okumak üzere aldığı ve mahfazası kıymetli taşlarla süslü bir kitabı İstanbul'dan ayrılırken iade edip makbuzunu aldığı meşhurdur.
Dış Hazîne'nin parası masraflara yetmezse, İç Hazîne'den sened mukabili ödünç alınır. Bu borç çok zaman kapanmamıştır. Parasızlık sebebiyle İç Hazîne'de bulunan ve şer'î sebeplerle kullanılmayan altın ve gümüş kaplar darphaneye götürülüp para kestirilir. 1768 ve 1787 Rus harblerinin başında padişah, "Altın keselerini sefer yerine kadar dizsem, yetişir" diyordu. Kaybedilen harb, hazinede bir şey bırakmadı.


Âdetâ bir holding
Sultan Hamid, başına Agop Paşa gibi uyanık kişileri getirdiği Hazîne-i Hâssa'yı akılcı yatırımlarla zenginleştirdi. Fabrikalar, madenler, haralar bu sayede işletildi. Böylece Hazîne-i Hâssa, iktisadî kalkınmaya öncülük eden muazzam bir holding hâline geldi. Bazı imar işleri buraca üstlenildi. Saray ve hanedan masrafları buradan ödendi. Burası aynı zamanda tahsisât-ı mestûre (örtülü ödenek) kaynağı idi. Yurt içi ve dışında devlet aleyhindeki cereyanlarını önlemek üzere yeraltı faaliyetleri, istihbarat ve muzır görüldüğü için uzak yerlere tayin edilen şahıslara verilecek maaşlar buradan karşılandı. Kritik yerler, ezcümle Musul petrol havzası ile Filistin arazisi, padişah tarafından satın alındı.
İttihatçılar Sultan Hamid'i tahttan indirince, Hazîne-i Hâssa'ya ait nakit ve mücevherleri yağma ettiler; gayrımenkulleri ise (nasıl olsa maliye elimizde deyip) devlet hazinesine geçirdiler. Herkes de bunları "halk dostu" diye alkışladı. Irak ve Filistin Cihan Harbi'nde işgal edilince, İngilizler, milletlerarası teamüllere uyarak, halkın elindeki hususî mülke dokunmadılar. Ama devlete ait olan topraklar, işgalci devletin mülkiyetine geçti. Böylece Musul ve Filistin gibi kritik yerler üzerinde hak iddia etmek mümkün olmadı. Sultan Vahîdeddin tahta çıkınca, Sultan Hamid emlâkinden devlet hazinesine aktarılmış olan toprakları tekrar Hazîne-i Hâssa'ya iade etti. Ama Ankara, İstanbul hükümetinin 1919'dan sonraki icraatlerini geriye dönük olarak meşru tanımadığını ilan ettiğinden dolayı, bu bir fayda temin edemedi. Hanedanın sürgünde sefâlete düşme sebeplerinden birisi de budur.
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.