Tarihin utanç günleri

A -
A +

16 Eylül 1961'de Demokrat Parti iktidarının Hariciye Vekili Fatin Rüşdü Zorlu ve Maliye Vekili Hasan Polatkan idam edilmişlerdi. 17 Eylül 1961'te ise Başvekil Adnan Menderes idam edildi.
27 Mayıs 1960 gecesi sonraki bütün benzerlerine başlangıç olan 27 Mayıs darbesi yapılmıştı. Hariciye vekilliği, Başvekillik, Reis-i Cumhurluk makamlarında bulunmuş olmasına rağmen hırs-ı pîrî ile bir türlü doymayan İnönü'nün  başını çektiği şiddetli CHP muhalefeti, o muhalefetin rüzgârındaki matbuat/basın, ordu içinde zehirli bir cuntanın meydana gelmesine zemin hazırlamışlardı.
Üniversitede Sıddık Sami Onar, Hüseyin Nail Kubalı gibi profesörler başı çekiyorlardı. Basında İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker'in Akis dergisi isyanı körüklüyordu. Böylece talebeler, o günlerin Gezi'si  Bayezıd Meydanına döküldü, Kızılay Meydanı'na sürüldü "ordu göreve" pankartları yükseltildi ve bir cuma sabaha karşı o darbe hayatımızı kirletti. Kara vicdanlılar, kara cübbeliler, kara kalemliler ve kara postallılar iş birliği halindeydi. Saklı planda İngiliz istihbaratı vardı.
DP iktidarına yöneltilen suçlama "anayasayı ihlal"dir. Oysa kendileri ihlal edildiğini iddia ettikleri o anayasayı topyekûn çöpe attılar. Yassıada'da düzmece bir mahkeme kuruldu. Devrin bir İstiklal Mahkemesiydi; yargılamıyor, zulmediyordu. Başvekil Menderes ve arkadaşlarına yapılanlar, ileride Diyarbakır Hapishanesinde tekrarlanacaktır. Bu yüz karası mahkemenin hakim ve savcıları cuntanın emir eridir. Heybetli müdde-i umumi/savcı Altay Ömer Egesel, debdebeli mahkeme reisi ise Salim Başol'dur. Müdafaalara karşı bir şey diyemediklerinde dedikleri şuydu: "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!"
Adnan Menderes'in diğer iki arkadaşından bir gün sonra idam edilmesi merhumun hasta olması yüzündendir. Çelişkinin bu denlisine isim konamaz. Halbuki idamdan iki saat evvel yaptıklarını buraya yazmaktan hicap duyuyoruz. İktidar sadece bir adaya tıkılarak yargılanmıyordu. Manşetler, marşlar ve psikolojik bombardımanla da ezilmek isteniyordu. 27 Mayıs hatırasına para bastırılmıştı. İsyan günü "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" diye bayram yapılmıştı. Yalanlar çığ gibiydi. Güya üniversite gençleri kıyma makinalarından geçirilmişti. Bu yüzden Et ve Balık Kurumu teftiş ediliyordu. Plevne Marşı bozularak darbecilere methiyeye dönüştürülmüştü. İlkokuldaydık, İstiklal Marşından sonra bizlere bu sefil marş okutturuluyordu. "Kahrolası diktatörler bu dünya size kalır mı?" mısraına gelince o çocuk vicdanımın emriyle  dudaklarımı kıpırdatarak söyler gibi yapıyor, fakat söylemiyordum.
27 Mayıs cinayeti, idamlar ve zulümler sonrasında kalkınma hızı kesildi, borçlar arttı, enflasyon alıp başını gitti, dışa bağımlılık çoğaldı, Türkiye, koalisyonlar ve sol sağ kavgalarıyla tanıştı... kıssadan hisse; bir iktidarın parmak hesabıyla güçlü olması her şeye hakim olmasına yetmemişti...
Üniversite, düşmansa...
Basın, kanına ekmek doğruyorsa.
Muhalefet, insafsızsa.
Asker, diş biliyorsa.
Yanlış seçilmiş dost kılıklı menfaatçiler, zor geçitleri kolluyorsa.
Yargı, affetmez intikam hisleriyle doluysa:
Netice budur...
16-17 Eylül, tarihin utanç günleridir. Devrin ısmarlama yargısı, iki vekil ve bir başvekille beraber -ne kadar varsa- kendi insaf, vicdan ve haysiyetlerini de idam ederek ip ve cellat paralarını da icra yoluyla şehidlerin ailelerinden tahsil ettiler.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.