"Hâfız,
yarın Ramazan Bayramını idrak edeceğiz inşallah! Asker toplu olarak
bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim."
Mart ayında bulunmamız hasebiyle, bugün yine Çanakkale Harbi'nin devam ettiği günlere götüreceğiz sizleri...
Savaş
bütün şiddetiyle devam ediyordu... Ramazan Bayramına bir gün
kalmıştı... Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9'uncu Tümen'in genç imamını
çağırarak mahzun bir şekilde istemeye istemeye şunları söyledi:
-Hâfız,
yarın Ramazan Bayramını idrak edeceğiz inşallah! Asker toplu olarak
bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim. Ancak böyle
bir şey, pek tehlikeli; yani senin anlayacağın, düşmanın arayıp da
bulamayacağı toplu bir imhâ fırsatı olur. Münâsip bir dille bunu erata
sen anlatıver!..
İmam Efendi, Paşa'nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nûr yüzlü bir zât çıktı ve;
-Evlâdım! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allahü teâlâ, nasıl dilerse öyle olur, dedi.
Ertesi
sabah, herkesi hayrette bırakan İlâhî bir tecellî yaşandı. Gökten
hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Mevlâ'ya kulluk aşkıyla dolup taşan
mü'min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman
kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu...
O
sabah bambaşka bir mânevî heyecan içinde kılınan bayram namazında
alınan gür tekbirler, dalga dalga etrafa yayılıyor, semâya
yükseliyordu... Nûr yüzlü ihtiyar zât, Fetih sûresinden bir kısım âyet-i
kerimeleri tilâvet ederken, askerlerin gönüllerinden taşan Kelime-i
tevhid sesleri, birer îman sayhası hâlinde düşman saflarından bile
duyulmaktaydı...
İşte, tam da bu esnada İngiliz kuvvetleri
arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Zira muhtelif İngiliz
müstemlekelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan bir kısım
Müslüman gençler, yine kendileri gibi Müslüman bir milletle
savaştıklarını, işittikleri tekbir, tehlil ve tevhid seslerinden
anlamışlar ve bunun üzerine isyan etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran
İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizerek şehit etmişler,
diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kalmışlardı...
Güneş balçıkla sıvanmıyordu. Ne yaparlarsa yapsınlar Çanakkale'yi geçemeyeceklerdi ve geçemediler de!..