"Beni dinle ey Sultan kızı!"

A -
A +
Zamanın Sultanı, bir köye gitmişti. Orada Abdullah el-Acemî'yle tanıştı ve ona "Kızımı seninle nikâhlamak istiyorum" dedi.

Şeyh Abdullah el-Acemî hazretleri, üstün hâller ve kerâmetler sâhibi bir zâttı. Haleb civârında bir köyde ikâmet ederdi. Bağ ve bahçelerde çalışırdı. 1242 (H. 640) senesinde vefât etti.
Bir gün, zamanın sultanı Melîk Zâhir Mücirüddîn, Abdullah el-Acemî hazretlerinin köyüne gitmişti. Onun, kim olduğunu bilmeden bir bahçe içinde görüp şöyle dedi:
-Ey Genç! Bize tatlı bir nar getir!
O mübarek de çalıştığı bahçedeki nar ağacından bir tane koparıp götürdü. Melik kesip tadına baktı ve;
-Bu nar ekşi sen nasıl bekçisin, narın ekşisini tatlısını ayırt edemiyor musun? dedi.
Abdullah el-Acemî kendisine âit olmayan meyvelerden hiç yemediği için, ekşisini tatlısını bilmiyordu. Melîkin sözleri üzerine hem üzüldü hem de mahcup oldu. Gidip bir ağacın altında iki rekat namaz kılıp şöyle duâ etti:
"Yâ Rabbî! Melîk'e ikram etmem için bana hangi narın tatlı olduğunu bildir!"
Onun namaz kılışını ve duâ edişini seyreden Melîk Zâhir, hayretinden atın üstünde donakalmıştı. Çünkü ağaçlar da onunla secdeye gidiyorlardı. Hayretle; "Demek bu genç keramet ehli!" diyerek atından indi ve onun ayaklarına kapanmak istedi.
O mübarek ise geri çekilerek böyle yapmasına mânî oldu. Melik;
-Sen namaz kılarken bütün ağaçlar seninle birlikte secdeye kapandılar. Sen mübârek bir kimsesin, dedi. Abdullah el-Acemî;
- Siz hâyâl görmüşsünüz Melikim!
-Hayır! Vallahi gerçek gördüm. Biz Melîk değil sizlerin hizmetçisiyiz...
Bu konuşmalardan sonra Melîk Zâhir ona duyduğu yakınlığı daha da artırmak istedi:
-Benim edepli ve sana lâyık bir kızım var. Onu size nikâhlamak isterim.
-Efendim ben, malı mülkü olmayan, bir garibim, cevabını verdi.
Fakat Melîk niyetinde kararlı ve çok ısrarlı idi. Saraya gidip durumu hanımına ve kızına da anlattı. Onlar da memnun olup, hemen çeyiz düzdüler. Sonra, nikâhı kıyıp, kızını develer yükü çeyizle gönderdi.
Düğün alayı Abdullah el-Acemî'nin köyüne yaklaşınca haberciler durumu kendisine bildirdiler. O da düğün alayını karşıladı. Sultanın kızını bir deve üstünde tahtırevan içinde görünce yaklaşıp;
-Ey Sultan kızı! Benim hanımım olmayı mâdemki kabul ettin, şimdi senden bazı isteklerim var!
-Buyurun, dinliyorum efendim!
-Üzerinde bulunduğun deveden hemen in ve üzerindeki o süslü elbiselerin yerine benim vereceğim şu sâde elbiseyi giy. Sonra şuradaki bahçıvan evine gir!
Kız, isteğini memnuniyetle yerine getirdi. Mesut bir hayat sürdüler...

Mezheplerin kolaylıklarını toplamak 
Bir işi, bir ibadeti yaparken başka bir mezhebi taklit eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış, mezhep değiştirmiş olmaz. 

Dinimizin bildirdiği bir özrü yani mazereti olmayan kimsenin, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olmaz. Böyle olan kimsenin, başka mezheplerdeki kolaylıkları araştırması, mezhepleri telfik etmesi, birleştirmesi ise hiç caiz olmaz. Dürr-ül-muhtar ve bunun Redd-ül-muhtar haşiyesinde buyuruluyor ki:
"Bir işi, ibadeti yaparken dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre yapmak batıldır. Mesela abdestli kimsenin derisinden kan aksa Şafii mezhebinde abdesti bozulmaz, Hanefi'de bozulur. Yabancı kadının derisine derisi değse Şafii'de bozulur, Hanefi mezhebine göre bozulmaz. Abdest aldıktan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı namaz sahih olmaz. Bunun gibi, bir işi bir mezhebe göre yaparken ikinci bir mezhebe de uymak söz birliği ile batıldır. Şafii mezhebine uyarak başının az bir yerini mesh eden kimseye köpek sürtünse, bu kimsenin Maliki'yi de taklit ederek, burasını yıkamadan kıldığı namaz sahih olmaz. Çünkü Şafii'de köpek sürtünenin namazı sahih olmaz. Maliki'de köpek necis değil ise de başının hepsini mesh etmesi lazımdır. Yine bunun gibi, tehditle, korkutularak yaptırılan talak, Hanefi'de sahih olur, diğer üç mezhepde sahih olmaz. Bu kimsenin Şafii mezhebine uyarak boşadığı kadın ile ve Hanefi'yi taklit ederek, bu kadının kız kardeşi ile aynı zamanda evli olması caiz değildir. Çünkü, bir iş yaparken mezhepleri telfik etmek yani kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak söz birliği ile sahih değildir. Dört mezhepten hiçbirine uymadan bir şey yapmak da caiz değildir."
İbni Âbidin hazretleri namaz vakitlerini anlatırken buyuruyor  ki:
"Sefer, yolculuk ve yağmur gibi özür olunca, öğleyle ikindiyi ve akşamla yatsıyı birlikte kılmak Şafii'de caizdir, Hanefi'de ise caiz değildir. Bir Hanefi seferi iken, meşakkat olmadığı halde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa haram olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa hiç sahih olmaz. Şafii mezhebinde ise ikisi de sahih olur. Kendi mezhebine göre haraç yani meşakkat olduğu zaman, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olur. Ruhsat ile de yapmakta meşakkat olursa, başka mezhebi taklit etmek caiz ise de, o mezhepte, o ibadet için farz ve vacip olan şeyleri de yapması, ayrıca müfsitlerinden de sakınması lazımdır."
Bir işi, bir ibadeti yaparken başka bir mezhebi taklit eden kimse, kendi mezhebinden çıkmış, mezhep değiştirmiş olmaz. Yalnız o işi yaparken diğer mezhebin şartlarına da uyması lâzımdır. Sünnet ve mekruhlarda yine kendi mezhebine uyar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.