Adalet yazın mı daha iyi tecelli eder kışın mı?
Karda, kışta kaloriferleri yanan sıcacık bir mahkeme salonu.. Dışarısı kış kıyamet..
Veya
dışarıda hava 30-35 derece.. mahkeme salonunda klimalar yeterli
derecede soğutamıyor.. Davalılar, davacılar, mahkeme heyeti bunalıyor..
Siz hangi havada yargılamak, yargılanmak veya davacı olmak istersiniz?
...
Eskiden
böyle sorular bile ayıp sayılırdı. Şöyle denirdi: Yüce Türk adaletinin
tecellisi için kar, kış, kıyamet, soğuk, sıcak, yağmur, çamur engel
olamaz.
Nutuklarda yüceltilen iki yer olurdu:
Yüce meclis..
Yüce mahkeme..
"Yüce heyetinizin huzurunda derim ki.."
(Bence neresi abartılı şekilde yüceltiliyorsa orada bir sıkıntı var, demektir)
Neyse
yazın mı kışın mı sorusuna benim cevabım ilkbahar olurdu. İlkbaharda
genelde insanların içi kıpır kıpır olur. Kıpır kıpır olunca davalısı,
davacısı -yanlış anlaşılmasın- adaleti bir an önce tecelli ettirip
işlerine bakmak isterler. Bütün taraflar biraz hoşgörülü de olur.
Ocakta şubatta, temmuzda ağustosta çekilmez bu işler.
......
Bilgisayara
virüs musallat olunca şu olur bu olurun yanısıra kumanda düğmelerinin
fonksiyonu da bozulur. "Aç"a basarsın kapanır, "kapat"a basarsın arka
arkaya pencereler açılır, kontrol kaybedilir.
Bizim yüce
devletin işletim sistemine de virüs musallat oldu. Biz virüslere de
sanık muamelesi yapıyoruz. Bilgisayar mantığı ile düşününce ya
karantinaya alınır ya da silinir. Mantığı böyle kurunca hukuk bu işin
neresinde olur?
Yok böyle bir problem diyorsanız (yoku kimin dediği, kimin diyebileceği önemli) hayırlı mübarek olsun.
DOLUYA KOYDUM ALMADI-BOŞA KOYDUM...
Eskiden belediye başkanlarına daha sıcak bakardım. Hareket noktam şöyleydi:
Belediye
başkanları ekseriyetle ticaretin içinden gelen, alan, satan, zarar
eden, kâr eden insanlar. Özal'dan sonra çoğu, "acaba başka ülkelerde bu
işler nasıl oluyor" derdine de düştü. Gidip görüyorlar, gördüklerini
burada uygulayabiliyorlar.. Hareket alanları nispeten daha geniş.
Dolayısı ile kaymakamlara ne gerek var.. Belediye başkanı ile mülki amir aynı şahıs olsun.
Aradan beş on sene geçince işin pek öyle olmadığını farkettim.
Belediye başkanlarının düşünmek için vakti yok. Bu, işlerinin çokluğundan falan değil.
İşlerin
yürüme şeklinden dolayı böyle. Küçük menfaat adacıkları oluşuyor, o
adacıklardaki yüzlerce insanın bütün zihinsel faaliyetleri adacıktan
azami istifade, baş ağrısız istifade üzerine oluyor.
Kâğıt üzerinde asli gibi görünen diğer işler teferruat oluyor.
Bugün
hangi belediye başkanını çağırıp, sen yılların uygulayıcısısın gel bize
tecrübeni anlat, nerede tıkanıyoruz, şu işler nasıl olursa hızlanır
deseniz çoğunun sıkıntı diye anlattığı birbirine benzer. Rutindir yani.
Seçilmiş atanmış ayırımında seçilmişlerin kutsallaştırıldığı bir dönem geçirdik.
Aaaa, belediye başkanı mı seçilmiş.. Vali mi, atanmış.. Seçilmiş de ne olmuş.
ÜÇ MAYMUNU OYNAMAK
İlkeli siyaset lafları ediliyor, ilkelerinin ne olduğu belli değil.
Mesela CHP, ilkelerini alt alta sıralasa gülünç oluyor. Diğerleri çok mu farklı?
En ileri gelenine şu ilkelerinizi tek tek bize açıklar mısınız deseniz yuvarlayıp geçiştirmekten başka yapabileceği bir şey yok.
İlkokulda oyun oynarken söylediğimiz tekerlemelerden farkı da yok.
Yağ satarım, bal satarım,
Ustam ölmüş ben satarım.
Ustamın kürkü sarıdır.
Satsam 15 liradır
Sağa bak sola bak
Dön arkana iyi bak.
PARAYLA İŞ BİTMİYORMUŞ
Keyifli yaşamak böyle bir şey herhâlde.
"Benim her şeyim olsa yine şu an yaptıklarımı yaparım. Bir ödev gibi yapmıyorum bunu, eğleniyorum böyle."
Orhan
Pamuk, çok para kazanmanın, veya çok para sahibi olmanın insanın
içindeki ezikliği, öfkeyi, hırsı, hıncı, hâlâ yaşadığınızı ispat etme
isteğini azaltmadığını söylüyor.
"Şöhret belki bunları azaltıyor ama para değil. Şöhret insanı o tür ezikliklerden kurtarır."