KASABA HAYATI

A -
A +
Sandığa davet çağrısındaki tonlama bana pek sağlıklı gelmiyor. Sanki davudi bir ses, arka planda o şiiri okuyormuş gibi: Ey bu topraklar uğruna toprağa düşmüş asker! Yahut askerin torunu.. Hadi sıra sende. Sandığa git, dedenin yarım kalan işini tamamla. Hayırdır savaşa mı gidiyoruz.. Kimin için gidiyoruz?
Seçimi, sandığı Çanakkale harbi, Kurtuluş harbi kıvamına getirmek -açıkçası- bir başarıdır. Kimin başarısıdır, bu başarının ardından ne gelir bilmiyorum.
Ben de Pakize Suda gibi kasaba hayatını özledim.
Böyle hayaller yerli uçak sanayii, hadi bir omuz verin son bir defa daha vatanı düzlüğe çıkarıp düşmanları denize dökelim.. Sandığa gömelim çağrılarından daha masum ve samimi geliyor.
         * * *
Pakize Suda küçük bir kasabadaki esnaf ailesini tasvir etmişti.
Galiba tahayyül demek daha doğru.
50'lerin, 60'ların kasaba hayatı. Sonunu şöyle bağlamıştı:
"Tamam, abarttım biraz. Belki de böyle bir aile yapısı örneği kalmamıştır artık.
Ama, acaba diyorum... Buna benzer bir hayat tarzı beni daha mutlu eder miydi?
Kendim de dahil uçuk kaçık insanlardan gına geldi artık.
Normalliği özlüyorum.
Özgürlüğün tadını çıkaralım derken suyunu çıkardık galiba.
Herkes çok zeki, çok akıllı, çok bilgili, çok şu, çok bu...
Ve de çok mutsuz...
Depresyona giren girene. Çok bilmişliğin kimseye bir faydası yok galiba. "
...
"Kasaba esnafından biri olmalıydı kocam.
Akşam, güneş batmadan dükkanını kapatıp eve gelmeliydi.
Evimiz mümkünse bahçeli olmalıydı.
Yaz akşamları sulayıp serin serin oturmalıydık.
...
Ben, orta boylu tıknazca, ev hanımı olmalıydım.
Cinsiyeti önemli değil, eli ayağı düzgün iki çocuğumuz olmalıydı.
Derslerine yardım etmeye yetecek eğitimim olmamalıydı.
Ama ara sıra 'Dersinizi bitirdiniz mi?' diye sormalıydım.
Daha çok üstleri başlarıyla... Yedikleri içtikleriyle... Öksürükleri, aksırıklarıyla ilgilenmeliydim.
Yavaştan yavaştan çeyizlerini düzmeliydim.
Her ayın 15'i kabul günüm olmalıydı.
Ellerime sağlık, kekler, poğaçalar yapmalıydım.
İnce belli bardaklarda çaylar ikram etmeliydim.
Sabahları hırkamı omzuma alıp komşuya kahve içmeye geçmeliydim.
Patlıcan, biber kızartmalı, reçel kaynatmalıydım.
Akşamları özene bezene sofrayı kurmalıydım.
Kocam ajansı dinlerken ben lafa girmeliydim,
O, 'Sus hanım bi dakka' demeliydi.
Böyle dese de beni çok sevmeliydi.
O uyuklamalı, ben bulaşık yıkamalı, çocuklar ders çalışmalıydı.
Bazen akşam oturmasına komşular gelmeliydi.
Öyle Haremlik selamlık gibi değil ama kadın erkek ayrı oturmalıydık.
Erkekler memleketi kurtarırken biz bütün kasabayı dilimizden geçirmeliydik.
Herkes birbirinin kocasına, karısına 'Falanca Bey', 'Filanca Hanım' diye hitap etmeliydi.
...................."
Bu minval üzere devam eden bir hayal.
Çok kimse geriye dönüş mümkün değil diyor ama ben yakın bir gelecekte zenginlerin kısmen buna benzer bir hayat tarzına döneceklerini tahmin ediyorum.
Varlıklılar kasaba hayatına çekilecek, mecbur kalanlar metropollerde koşturacak.
Cep telefonu kullanmayacaklar.
İnternetle işleri olmayacak.
Haberleri seyretmeyecekler, dinleyecekler.. Veya okuyacaklar.
Zamanı da dörde bölecekler: Sabah, öğle, ikindi, akşam.. Öyle 10'u 10 geçe buluşalım, 11.30'da toplantım var, telaşı yaşamayacaklar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.