Sigortasız çalışma hakkı

A -
A +

İşsiz biri, bir makam bulup sorsa, dese ki: 

“Bir iş buldum, bulduğum yerde sigortasız olarak çalışabilir miyim?”
Ne derler? Tabii ki “hayır” dedikten sonra ilave ederler; “her şeyden önce kanunlarımız buna izin vermiyor.”
İşsiz, cesaretini toplayıp, tekrar sorsa, “muhterem büyüklerim, bu kanunların hikmetini bana anlatın” dese.. Onu da çok güzel izah ederler: 
Sigortalı olmanın, sosyal güvenlik şemsiyesi altına girmenin, ihtiyarlık primi ödemenin faziletlerini anlatırlar.
Anlatılanların özeti şudur: Biz Ankaralı büyükler olarak her vatandaşımızı kendinden daha çok düşünürüz. Bir vatandaşımız sigortasız çalışmaya razı olabilir ama biz olamayız. 
Aynı vatandaşımız, “İzin verirseniz işsiz kalmak istiyorum” dese, mevzuatın müsait olduğunu, eğer arzu ederse işsiz kalabileceğini söylerler.
Peki sigortasız çalışmasına izin verilmeyen bu vatandaşımız evinde işsiz güçsüz otururken sosyal güvenlik şemsiyesine girebiliyor mu?
Hayır.
İhtiyarlık sigortası primi ödeniyor mu? Hayır.
İşsiz kalabilirsin ama sigortasız çalışamazsın. 
....... 
Tanınmış biri, yıllar önce evinde çalıştırdığı yardımcıyı, işgüzarlık edip sigorta ettirmiş, SGK on yıl sonra evrakları istemiş. “Getir bakalım şu çalıştırdığın adamın evraklarını.. Primler tam yatmış mı, eksik gedik var mı, işini namuslu yapmış mısın?” 
....... 
100 lira maaş alan çalışanın işverenine maliyeti yaklaşık 150 lira.. SGK, primleri tek tek çalışandan toplama zahmetine katlanmıyor. Ödenmesinden işvereni sorumlu tutuyor. 
Devlet, çalışanları ayrı ayrı vergi mükellefi kabul etmiyor, işverenden bütün çalışanlar adına toptan alıyor. 
Bırakın serbest, isteyen sigortalı olsun, isteyen olmasın, kimi aldığının tamamını harcayıp gelir vergisi ödemesin, kimi biriktirip ödesin. Ama işvereninden net maaş alsın. Sigorta primini ödemekle kendisi sorumlu olsun. Dilerse özel sigortalı olsun. 
Teamüllere göre böyle düşünmek bile gaflettir. Ama işsiz kalmak, mümkünse kaçak çalışmak, mümkünse kamuya kapağı atmak, mümkünse sahtekârlık yapıp SGK’dan emekli olmanın yolunu bulmak fazilettir. 
 
 
                  İPUCU
 
Nerenin yayınıydı hatırlamıyorum... Türkiye’nin nüfus politikalarını analiz eden bir kitapçık vardı.
920’den 2000’e nüfus artış hızımız, nüfusun yapısı, yaş grupları vs.
Kitabın girişinde harp yıllarından sonra nüfus artışının özellikle teşvik edildiğini, evlenme yaşının bu maksatla düşürüldüğünü, sonraki yıllarda ise artışın yavaşlatılması için çalışıldığını anlatılırken şöyle bir tespit yapılmıştı: “Fakat ne gariptir ki nüfus artışının teşvik edildiği yıllarda beklenenin aksine bir yavaşlama, doğum kontrolünün teşvik edildiği yıllarda ise bir artış olmuştur.” 
Aynı tespit grafiklere bakınca daha net anlaşılıyordu ve özeti şuydu: 
Millet hep istenenin tersini yapmış.
Karışılmadığı yıllarda ise arzu edilen seviyede kalmış. 
Bu Türklere mahsus bir hâl mi yoksa insanlık hâli mi bilmiyorum.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.