GÖRMEDİM- DUYMADIM

A -
A +
Ben ucu ucuna yetiştim. 12 Eylül’den sonra sıkıyönetim komutanlığı gazetelere -kibarca nasıl söylenir- yayın yasağı ile ilgili tebligatlar yapardı. Fransa ile ticari ilişkilerimiz konusunda haber yapılmayacaktır. Tebliğ eden.. Tebellüğ eden. Bugün bilmem nerede meydana gelen silahlı çatışma haber yapılmayacaktır. Akla gelen her konuda yayın yasağı olabilirdi: Eski siyasilerin bu açıklaması gazetelerimizde yer almayacaktır. Bizim bir ilan tahtamız vardı.. Her gelen tebligatı oraya iliştirir, ara sıra bakardık. Bütün titizliğimize rağmen Fransa ile ticari ilişkilerimiz konusunda haber yapılmayacaktır, tebligatını gözden kaçırmışız. O da o kadar sıradan bir haber ki.. İhracatımız arttı, demek bile yasakları çiğnemek anlamına geliyormuş. Bir hafta kapatma cezası verdiler. .... O günlerde yarım aklımızla şu sıkıyönetim dönemi bitse ne güzel gazetecilik yapılır, hayallerimiz vardı. Benim sonradan fark ettiğim sıkıyönetim dönemi ile diğer dönemler arasında çok da fark olmadığı. O günün dengeleri değişiyor, yeni dengeler kuruluyor. Yeni dengelerin yeni örtülü kuraları oluyor. Kamuoyu, genelde bu sınırlamaları hükûmetlerle ilişkili zannediyor. Hadi işin o kısmının öyle böyle bir açıklaması olabilir. Ticari ilişkiler denir, zarar görme korkusu denir, mutabakat denir vs. Oysa ondan çok daha önemli sınırlamalar var. Bu işlerle uğraşanlar teselli bulmak için Amerikan şablonu ile konuşup "ulusal güvenlik" diyor. "Ulusal siyaset" diyor. Neymiş ulusal siyasetimiz, deseniz iki satırı yan yana getiremeyiz. Güneydoğu konusunda inandıkları gibi yazamazlar. Kuzey Irak konusunda yazamazlar. Suriye konusunda yazamazlar. İçeride başka türlü konuşup dışarıda başka türlü yazarlar. 2010'lu yıllarda, Ergenekon davaları döneminde bir gazetenin alışılmadık çıkışları olmuştu ve  herkesi şaşırtmıştı. Çoğunluk olup biteni onların cesaretine bağlamıştı. Hiç kimse şimdiye kadar niye bir tek cesur insan çıkmadı, demedi. Hayır hayır, ben dedim de kimse kabul etmedi. Ben bu konuların cesarete muhtaç olduğuna inanmadığım gibi millî irade ile sağduyuya da inanmam. .... 1999'da zamanın kuvvet komutanı sınırda bir açıklama yapmıştı, Suriye'ye âdeta ültimatom vermişti. Örgüt liderini hemen sınır dışı et, yoksa sonu kötü olur, demişti. Üç dört gün içinde örgüt lideri sınır dışı edilmişti. Hiç kimse sormamıştı: Madem bu iş bu kadar kolaydı da gidip sınıra ihtar çekmek için niye 14 sene beklendi. Hadi masumane bir şekilde, "demek ki vakti saati gelmemişti" diyelim. Cesaret de öyle bir şey. Bizim okurken korktuğumuz konuları her gün arkasında durarak yazmak cesaretle ilgili olsaydı ondan önceki 30, 40, 50 sene boyunca hiç olmazsa bir iki kişi çıkardı. Bu başka bir şey.. Dışımızdaki dengeler değiştikçe içeriye bazen korku, bazen cesaret, bazen temkin, bazen kararlılık, bazen sağduyu, bazen istikrar olarak yansıyor. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Kıvraklık yolu kısaltıyor, maliyeti düşürüyor; o kadar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.