Anayasa her şeydir zannediyoruz

A -
A +
2011 senesinin haziran ayında sormuştum.. O zaman gündemde Mısır vardı, Libya vardı, 'bahar' muhabbeti vardı, Suriye vardı. Esad'a 'demokrasiye geç' tavsiyeleri vardı. O günlerdeki uzun anayasa muhabbetinden kısa bir paragraf:
"Anayasa nedir?
Tarifi sormuyorum, hini hacette ne işe yarar, anlamında soruyorum.
Mesela Mısır'da anayasa nasıl olsaydı bu olaylar olmazdı.
Libya'da nasıl yazılsaydı iş bu noktaya gelmezdi.
Yemen'de anayasanın neyi eksikti de devlet başkanı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Saddam dünyanın en mükemmel anayasasını yazdırıp yürürlüğe soksaydı, Irak başka bir yerde olur muydu?
....
Anayasa iyi olunca işler iyi gitmez.
İşler iyi gidince anayasa da iyi olur.
Onun için anayasa konusu çok hayıflanacağım bir konu değildir. 
...
Anayasa her şey değildir."
 
 
            DEVİR-TESLİM SANCILARI
 
Değişimdi dönüşümdü derken işi getire getire cumhuriyeti İngiltere'nin kurduğunu, bazı şartlarla kurduğunu, bu şartlardan görünen ikisinin Osmanlı bakiyesi ülkelerle bağların koparılması, öbürünün aradaki sızıntının (veya etkileşimin) en aza indirilmesi için laiklik prensibinin veya laiklik adı altında dikte ettirilen prensiplerin çok kalın kalemle çizilmesi olduğunu açık açık yazacak hâle getirdiler.
Bu biraz bilgi biraz cesaret işi. İkisinde de eksiğim olduğu için bu kadar kesin yargıya varamıyorum ama el yordamıyla, dünün şartlarını bugünün örnekleriyle örtüştürerek şöyle bir sonuca gidiyorum:
Birinci Dünya Savaşı'nın bir galipleri bir de mağlupları vardı.
Doğaldır ki, galip olanlar bazı şartlar ileri sürecektir.
Bu galiplerin aralarında mutabık kalmasıyla olur.
İşin içine biraz matematik biraz da fizik katınca, biz Cihan Harbi'nde yenildik ama sonra (aradaki kısa dönemde) toparlanıp yedi düveli kovalayarak burada küllerimizden yeniden doğduk. Oturup sınırlarımızı çizdik, bu alana çekildik demek çok mümkün değil.
O harbin galipleri o günün şartlarında bu sınırları, bu yapıyı, bu düzeni bizim için uygun görmüşler.
Sonra bu yapıya göre hikâyeler uydurulmuş.
Bu yapıya göre efsaneler oluşmuş.
Bu yapıya göre tarih yazılmış.
Kocaman kocaman üniversite öğretim üyeleri milletin huzuruna çıkıp masal anlatmışlar. (O yıllarda tek merakım bu insanların anlattıklarına inanıp inanmadığı idi) gele gele gele buraya kadar gelmişiz.
100 sene olmuş. Yüz sene sosyoloji ile uğraşanlar için üç nesle tekabül eder. Üç nesil bu ilkelerle büyümüş, bu masalları dinlemiş, kimi benimseyip sahiplenmiş, kimi sorgulamış başı ağrımış, kimi uyum sağlayamamış iç düşman olmuş.. Sıkışıldıkça işin içine biraz din katılmış, biraz devlet kutsallaştırılmış.. Çok kutsal oldu denilip içine azıcık beyazlatıcı katılmış, ahali öyle böyle bir yere kadar gelmiş.
Bir yerden sonra işler kontrolden çıkmış. Artık kontrol edilemez hâle gelmiş.
İlk kırılma ekonominin Özal'la beraber Batıya entegre edilmesiyle olmuş. 12 Eylül'ün tek hayırlı icraatıdır. İnsanlar dışarıyı görmüş, işi gücü olmuş. Taşranın mağdurları para pul sahibi olmuş.
Bu arada dünyanın yeni galipleri buralar için yeni bir düzen öngörmüşler. Kendi aralarında cedelleşiyorlar. Bu işin hem karşı cephesi var hem de bedeli.
Karşı cephe bertaraf edilip öngörülen yere varılırsa hikâyeler de değişir, efsaneler de, ilkeler de, kutsallar da..
Biraz zor iş tabii.. Bir aileye evlatlık olarak giren çocuğun 30 yaşında veya 50 yaşında, gerçek anne babasının başkaları olduğunu öğrenmesi kadar zor. Ne kadar dirayetli olunursa olunsun bir sarsıntı yaşanacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.