Böyle bir saflık olamaz, olmamalı!

A -
A +
Bir ara kesilir gibi oldu, sevinmiştik. Şimdi yeniden birer ikişer meydana çıkmaya başladılar. Yaşlı kadınların, beyefendilerin bankadaki paralarını, üzerlerine temlik dairelerini sattırarak paralarını elinden alan dolandırıcı haberleri yine bizi şaşırtmaya başladı. “Polis sizi aramaz, telefonla bilgi istemez vb.” denilse de bu tür dolandırıcılığın önüne geçilemedi geçilemiyor. Tamam, vatandaş “terörle başım belaya girmesin” diye korkabilir. Düzgün vatandaşın zaten polisle adliyeyle mahkemeyle işi olmaz. Dolayısıyla böyle birileri bu makamları kullanarak onu faka bastırabilir. Ama burada bankalarımıza görev düşmüyor mu Allah aşkına? Bir yaşlı insan gelip hiç olmadık bir şekilde bankadaki yüz bin lirasını, iki yüz bin lirasını çekeceğim deyince bankadaki görevli memur hiç sormaz mı? Hiç uyandırıcı bilgi vermez mi? Hiç tedbir almaz mı? Bankalar bu konuda müşterisini koruyucu bir tedbir zinciri oluşturamaz mı? Devlet bu konuda bankalara bir yaptırım uygulayamaz mı? Amerika’da yaşayan bir akrabam diyor ki: Bankadan kendi paranız da olsa mesela on bin dolardan fazla parayı çekip almak istediğinizde anında maliyeden yetkililer gelir ve “niçin bu parayı banka üzerinden havale etmiyor da elden çekiyorsun” diye sorgular. Bir yaşlı kadın… Hayatında hiç parasını bu şekilde çekmemiş… Şimdi gelmiş “tamamını çekeceğim” diyor. Kulağında da telefon… Ve banka görevlisi bu konuda hiçbir şey yapmıyor. Böyle bir saflık olabilir mi Allah aşkına? Buna kurum ve kuruluşlarımız müsaade etmemeli. İnsanları dolandırıcıların eline bu kadar ucuz vermemeliyiz… Saygılarımla....
          Murat Oğuz-İstanbul
 
 
Kimsesiz çocukları gördükçe vicdanımız sızlıyor
 
“Feridun Ağabey, daha geçen gün gördüm. Akşamüzeri metrobüs durağından yukarıya çıkan yolcu rampasında, altı yedi yaşlarında bir çocuk asfaltın üzerinde uyumuş kalmış. Altına verdikleri sandalye minderi kadar kutu kartondan başka bir şey yok. Dilendiriliyorken çocukcağız yorgunluktan mı uykusuzluktan mı açlıktan mı veya hepsi birden mi asfaltın üzerinde uyuyakalmış. Elindeki yardım bardağı başucunda… Her gün oradan binlerce yolcu geçiyor. Bu yavrulara yardım edilse paranın onlara gitmediği belli. Bu çocuklarla ilgilenilmeye kalkılsa onu geriden kollayan onu çalıştıran kimselerin gelip vatandaşın başına dert olma riski var. Vatandaş ilgisiz geçip gitse, vicdan taşıyoruz kardeşim. Bir sabi, bir kimsesiz bir ana kuzusunu o hâlde bırakıp geçerken hiç mi vicdanımız sızlamaz? Bu yavruların imdadına yetişmesi gereken belediyeler nerede? Emniyet nerede? Asayiş nerede? Bir şikâyet üzerine gidip üvey annenin babanın elinden çocuğu alıp çocuk bakımevine yerleştiren devlet, bu sokaklarda dilendirilen çocukları takip edip niçin alarak bakımevlerine götürmez? Sayın İçişleri Bakanımıza sizin aracılığınızla sesleniyorum. Bu tür yerlerde devriye gezen ve kimlik kontrolü yapan polislerimiz var. Aslan gibi çocuklar. Onları gördükçe yüreğimiz ferahlıyor. Kendimize güven geliyor. O çocuklarımıza tembih edilse bu dilendirilen yavruları da alıp devletin çocuk bakımevlerine teslim etseler olmaz mı? Yazık bu el kadar çocuklara… Ne olur kurtarın o yavrucakları, ne olur”
            Rumuz: “Bir anne”-İstanbul
 
 
'Kaşar'lara inat gençler birbirini seviyor
 
“Feridun Ağabey, benim babam yıllar öncesinden minibüs hattında çalışan bir şofördü. İstanbul’da minibüs şoförlüğü hayat üniversitesinde okumak gibi bir şeydi. Sabahtan akşama kadar insanla muhatap olunduğu için bir bakıma insan sarrafı olmuştuk...
Bundan yirmi beş otuz sene önce şöyle karşılaştığın kimseye bir baktığında onun memleketinin neresi olduğunu en fazla iki tahminde çıkartırdık. Eğer birazcık tereddüt olsa o zaman da kendisine bir selam verirdik, daha verdiği cevaptan, konuştuğu şivesinden memleketini şıp diye anlardık. Ama günümüzde kafalar allak bullak… Kimin nereli olduğunu anlamak için değil uzaktan çehresine bakmak oturup muhabbet bile etsen anlayamaz olduk. Eskiden herkes kendi memleketinden evlenirdi çocuklar da kendi memleketin yöresine has olurdu… Kimi kavruk, kimi sarı, kimi esmer… Şimdi ana başka diyardan baba başka diyardan herkes birbiriyle hısım akraba olmuş durumda… Bir bakıma artık kimin nereli olduğunu tanıyamıyoruz ama bir taraftan da insanları etnik kökenine göre sınıflandırmaya çalışanların inşallah emekleri boşa çıkacağı için seviniyorum. Etnik köken edebiyatı yaparak nemalanmak isteyen kaşarlanmış tiplere inat artık gençler birbirini seviyor ve birbirleriyle yuva kuruyorlar. Kim nereli, kim hangi etnik kökenden gençlere vız geliyor tırıs gidiyor… İyi de yapıyorlar… Biz bu coğrafyanın bu toprağın çocuklarıyız… Hepimiz biriz… Bizi birbirimizden ayırmak isteyenlere inat bir ve beraberiz…”
             Veysel Üçtut-Ankara
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.