Sosyal medyadan dost ahbap ve eş seçmek…

A -
A +
Öğretmen olmak günümüzün en ağır ve sıkıntı veren işi oldu. Eskiden öyle miydi? Öğretmene öylesine bir sevgi, güven ve inanç vardı ki çocuklarımızı öğretmene teslim ederken "eti senin kemiği benim" denirdi.
O öğretmenler de öğrenciler de günümüzde artık kalmadı. Var olanlar da emekli olmaları için zorlanıyor. Artık bizi yönlendiren millΠdeğerlerimiz, kültürümüz, inançlarımız değil, sosyal medya. Kendimizi orada pazarlıyor, sosyal medyanın koyduğu kurallarla yaşıyor, oradan dost ahbap hatta eş seçiyoruz. Çevremiz artık umurumuzda değil. Okul, öğretmen, eğitim bunlar pek de umursanacak şeyler değil. Saygı, sevgi, muhabbet internet olmadan önceydi. Bugün hiç değer verilmeye değmeyen unsurlar. Öğretmen eskiden her şeydi. Bütün güzellikleri onun üzerinde arar ve bulurduk da. Ciddiyet, disiplin; vatan sevgisi, inanç millΠdeğerler; kültür, zevk, zarafet, şıklık, estetik; inanç, dili güzel konuşma, ahlak… Bu değerlerden kaçı günümüz öğretmenlerince önemsenip yaşatılıyor sizce?
Okulların akşam dağılma saatlerinde okul güzergâhlarına bir gidin şöyle öğrencileri alıcı gözü ile bir gözleyin… Bir konuşmalarına kulak kabartın bakalım neler görüp neler duyacaksınız. O gençlerin Müslüman-Türk genci olduğuna kendinizi inandırabilir misiniz? Peki bu okullar ne işe yarıyor? Eğitiyoruz diye kendimizi mi avutuyoruz? Öğrenci davranış ve yaşayışında olumlu ufacık bir değişme yapamıyorsak bu emek bu masraf niye? Gelecekte göz bebeğimiz canımızdan aziz bildiğimiz vatanı gönül rahatlığı ile teslim edebileceğimiz evlatlarımız bunlar mı?
 
İĞNEYİ KENDİMİZE ÇUVALDIZI GENÇLİĞE...
 
Öte yandan “gençlik elimizden çıktı yapacak bir şey yok” deyip eli böğründe çaresizce olup biteni izlemek ile problemler çözülür mü?
Bir öğretmen arkadaşım anlattı:
-Okulda sabah kılık-kıyafet denetlemesi yapıyoruz. Abuk sabuk, uçuk kaçık kıyafetle okula gelen bir öğrenciyi öğretmen arkadaşım uyararak "Bak evladım bu kıyafet bir öğrenciye yakışıyor mu?" sorusuna öğrenci "Öğretmenim önce siz bir aynaya bakın üzerinizdeki kıyafet bir öğretmene yakışıyor mu?" cevabını verdi. Gerçekten öğretmen sırtında deri mont, altında taşlanmış dar bir kot pantolon ve ayaklarında yumurta topuklu tabanlarına basılmış ayakkabı vardı ve tıraşsızdı… Hiçbirimiz bu öğrencinin sorusuna cevap veremedik. Çünkü verecek cevabımız yoktu. Çünkü tuz kokmuştu!..
Sosyal medya ruhumuzu emdi… Bin iki yüz yıl öncesinden haykıran atamız Bilge Kağan'ın "Ey Türk titre ve kendine dön" haykırışı, bu ses tarihin derinliklerinden bize ulaşmaya kendini duyurmaya çalışıyor. Acaba titreyip aslımıza dönmemiz için ne gerekiyor?
            Hayrettin Hatunoğlu
 
 
Deprem bizi bekleyecek mi?
 
“Feridun Ağabey, 17 Ağustos depreminin üzerinden yirmi yıl geçti. O yıllarda ben çocuktum. Yatakta uyurken sarsıldık. Birinci kattaydık. Yerimizden bile kıpırdayamadık. Kendimizi dışarı attıktan sonra hayatımız uzun süre düzelmedi… Depremi yaşayan bilir. Depremzede olan bilir. İnanın İstanbul depremi için çok korkuyorum. Bu geçen yirmi yıl içerisinde hâlen elle tutulur gözle görülür bir tedbir maalesef yok. Kafamız rahat değil. Kimsenin bırakın ders çıkarmasını her yerde deniz, göl nehir nere varsa doldurma alanlara bina dikme yarışına girişildi. Hatta birçok semtte acil durumda toplanma alanlarına bile alışveriş merkezleri yapıldı binalar dikildi. Hatta fay hatları üzerine bile imar verildiği söyleniyor. Bunlar ne derece doğru bilemiyoruz ama deprem gelmeden İstanbul’u ne zaman depreme dayanıklı kent hâline getireceğiz? Daha kaç yıl geçecek ve o zamana kadar o 7 büyüklüğünde beklenen deprem bizi bekleyecek mi?!.
Depreme hazır olarak yaşamamız gerekirken niçin deprem olmayacakmış gibi yaşıyoruz anlamıyorum...”
            Mehtap Yavuz Ejder-İstanbul
 
 
 
Mutsuzluk ve depresyona öneriniz var mı?
 
"Feridun Ağabey, mutsuzluk ve depresyona iyi gelen bir çözüm önerimiz var mı?” diyen İstanbul’dan Süleyman K. isimli okuyucumuz, her ne kadar bu tür duygulara iyi gelmesi için bir çikolata yemek, bir şarkı dinlemek, yürüyüş yapmak, kahkaha atmak, hayatla barışık olmak gibi öneriler getirilse de ben size işin doğrusunu söyleyeyim. Depresyon beynin çözüme ulaştırmak isteyip de ulaştıramayacağına kanaat getirdiği bir sorun veya sorunlar sonrası insan ruhunda oluşturduğu “öğrenilmiş acziyet” durumudur. Mutsuzluk da bu ruh hâlinin ilk evreleridir. Yani mutsuz kılan her ne ise o konuyu çözüme ulaştırmadan mutlu olmak zordan da öte bir durumdur. “Çözüm var mı” dersen, mantığının ve idrakinin gücüyle orantılıdır. Kavuşamadığın veya çözemediğin sorundan vazgeçebilmek veya teğet geçebilmek veya vereceği hasarı kabullenip yeniden başlayabilmektir… Bu da sizin akıl ve mantığınızı kullanabilmenizle ilgilidir. Profesyonel destek de kesinlikle iyi bir çözümdür…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.