BİZ ENDÜLÜS'E AĞLARKEN, YAZI DEV(İ)RİMİ YAPMIŞLAR

A -
A +
Bir devletin var oluşunun önemi kadar yıkılışı da büyük önem arz eder. Zira bir devletin yıkılması, yerine yenisinin kurulması ya da kurulmamasına bakmaksızın çok büyük sancıları içerisinde barındırır.
 
Devletler yıkılır, devletler kurulur, yenilikler yapılır. Bunlar zamanın perspektifinden değerlendirildiğinde hatalı sonuçlar verebilir. Aramızda 10-15 yaş olan insanları dahi anlamakta güçlük çeken bizler, bizden 100-200 sene evvel var olmuş devletleri anlarken bu kadar ucuz yargılarla konuşmaktan imtina etmeliyiz kanaatindeyim.
 
Bugünün çizgisinden baktığımızda geçmişte yaşananların, neyi iktiza ettiğini farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Bilhassa o gün yapılan yeniliklerin insanlar üzerinde nasıl bir etki oluşturduğu üzerinde düşünmekle başlamalıyız işe.
 
Misal, Osmanlı Devleti'nin ardından pek çok inkılâp yapıldı. Bu inkılâplardan en çok ses getireni ise "kılık kıyafet" üzerine olan idi. Gerek o dönem insanı, gerek bugünden geçmişe bakan insanların ortak itirazı, kılık kıyafet inkılabının verdiği büyük zarar üzerinden olmuştur. Ancak kılık kıyafetten ziyade milletin omuzlarına yük diye çöken bir başka inkılâp vardır ki, es geçilir.
 
Bahsettiğim bu "yük"lü inkılâp, harf inkılâbıdır. Bir gecede cahil olan âlimler, unutulan yahut unutturulan bir tarih, geçmiş bilgi birikiminin cayır cayır ateşlere atılması ve yakılması bunun neticeleridir. Üstelik bugün hâlâ bunun acısını yaşıyoruz. Moğol tarihini okurken her gittikleri yerde, bilhassa ilim diyarı Bağdat'ta, Cengiz Han'ın yaktığı kütüphanelerin çokluğunu okurken, gözümüzün önüne gelen ateşlerin içinden bir iki kitap kurtarabilmek mümkün olsaydı diye çok düşünmüşüzdür hepimiz. Ya da yağma edilen Endülüs el yazmalarına hepimizin acımıştır içi. Pekâlâ, şimdi soruyorum, Süleymaniye Kütüphanesinde, Millet Kütüphanesinde yatan(!) binlerce yazma eserin, yakılan o eserlerden farkı nedir? Okuyamadığınız, anlayamadığınız, istifade edemediğiniz bir şeyin varlığından söz etmek ne derece abestir gelin bir düşünelim.
 
Yakmaktan, yok etmekten farksız bir durum olan bu mevzu bizim için bir Endülüs kadar trajik bir tablo değildir de, nedir? Üstelik ilmen sıfırlanan bir ülkenin kalkınması, toparlanması ne kadar zaman alacaktır? Ne derece mümkün olacaktır? Biz Birinci Cihan Harbi'nden mağlup çıktık, bunları yaptık. Bir işe yaradığını kim iddia edebilir? Japonlar İkinci Cihan Harbi'nden mağlup çıktı, geleneğini, geçmişini, dilini bozmadı. Bugün Japonya'nın bizden sonra hem de daha vahim bir felakete uğramasına rağmen bugün bu halde olması üzerinde düşünmeye değer kanaatindeyim.
 
Düşünmeden hareket etmekle yaftalanan, düşünmekten aciz sayılan bir kısım insanın aksine, asıl bu yaftayı yapan ve bu minvalde fikir beyan eden kişilerin düşünmeden hareket ettiğine inanıyorum. Sloganlaşmış fikirlerden sıyrılamadığımız için, "iki geri bir ileri" adımlarla batan ufka doğru seyr-ü sefer halinde olduk senelerce. Kendi kara gördüğüne ak diyene kör diyen insanların doğallığı kadar doğal bir neticedir aslında bu.
 
Binaenaleyh yeni devletin kuruluşunda hep kabul etmek zorunda olduğumuz, düşünmek hususunda yasak ilan ettiğimiz gerçeklere kafa yormadıkça bu bataklık bizi daha çok içine çekecek. Evet, Endülüs'te Bağdat'ta içimizde yaradır, ancak biz önce Süleymaniye'ye ağlayalım. Meğer orayı ateşsiz yakmışlar!..
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.