Osmanlı Medeniyeti EDİRNE'YE SİNMİŞ

A -
A +

 Osmanlı'ya bir dönem merkez olmuş Edirne, tam anlamıyla bir açık hava müzesi. Parlak geçmişin birikimlerini her köşede görmek mümkün. Selimiye Camii, hemen yanı başında bir başka şaheser, Ulucami... Bunlar Osmanlı'dan bize ulaşmış en eski camilerden... Bu eserler, devletin büyümesini de simgeler nitelikte...  TARİH VE KÜLTÜR ZENGİNİ Tarihi sarayları, başta Selimiye olmak üzere 5-6 asırlık camileri, Uzunköprü gibi tarihî köprüleri ve 650 yıllık Kırkpınar'ı, Edirne'nin kültürel zenginliklerinden bazıları...  HER DÖNEM ÖNEMLİ Bir dönem Osmanlı'ya payitahtlık yapan ve önemini her zaman koruyan bu serhat şehrimizin, ticari ve ekonomik açıdan da hızlı bir gelişme içinde olduğu görülüyor... Osmanlı Medeniyeti 
EDİRNE'YE SİNMİŞ  UZUNKÖPRÜ VE KIRKPINAR Uzunköprü'nün girişinde, ilçeye ismini vermiş tarihî köprü bulunmakta. Ergene Nehri üzerinde kurulmuş 1392 metrelik uzunluğuyla, dünyanın en uzun taş köprülerinden biri. Köprü kemerleri boyunca yüründüğünde, çeltik tarlası kenarında çalışan vatandaşlar dikkati çekiyor. Fabrikaların çevreyi kirlettiğini, sulama suyunu yer altından almak zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Şehrin girişinde de 650 yıllık bir geçmişe sahip olan tarihi Kırkpınar Güreşlerini temsil eden heykel ziyaretçileri karşılıyor... Tarih boyunca hep önemli bir merkez olmuş Edirne, Türklerin eline geçtikten sonra, imparatorluk payitahtlığı Bursa'dan buraya taşınmış, İstanbul'un fethine kadar yaklaşık 100 yıl bu önemli görevi yapmış. İstanbul payitaht olduktan sonra da Edirne önemini hep korumuş; sefere çıkan ordu, hazırlıklarını burada yapmış, padişahlar zaman zaman burada ikamet etmiş... Günümüzde de Avrupa'ya açılan kapımız olan Edirne, öneminden birşey kaybetmemiş... Bütün bu birikimler şehre yansımış, sinmiş. Mimaride şaheserler yapılmış; kültür, sanat ve sporda, günümüze de damgasını vuran etkiler oluşmuş... Edirne denince ilk akla gelen eser "Selimiye Camii", şehirle özdeşleşmiş. Mimar Sinan'ın 80 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği bu dünya mimarlık şaheserini görmek için her taraftan insanlar Edirne'ye akmakta. EŞSİZ ESERLER Edirne'nin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun simgesi olan cami, 1569-1575'te Sultan 2. Selim Han'ın emriyle yaptırılmış. Çok uzaktan 4 minaresi ile görülen caminin kurulduğu yer de, şehircilik açısından dikkat çekici. Kesme taştan yapılan ve tümüyle 2 bin 475 metrekarelik bir alanı kaplayan cami, en geniş mekâna kurulmuş yapı olarak nitelenir. Görenleri hayran bırakan cami, medeniyetimizin ve mimarimizin ulaştığı zirveyi en güzel şekilde göstermekte. Edirne tam anlamıyla bir açık hava müzesi. Parlak geçmişin birikimlerini her köşede görmek mümkün. Selimiye'nin hemen yanıbaşında bir başka şaheser, Ulucami çıkıyor karşımıza. Edirne'de, Osmanlı'dan bize ulaşmış en eski anıtsal yapı. 1403-1414 yılları arasında yapılmış cami, devletin büyümesinin de simgesi... Biraz ötede de aynı ihtişama sahip Üç Şerefeli Cami, 1443-1447 yıllarında 2. Murad Han tarafından yaptırılmış. Bu camiler, Osmanlı mimarisindeki gelişmeleri de bariz şekilde göstermekte. TARİHÎ KIRKPINAR ALANI Sarayiçi'ne gidiyoruz. Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı tarihî alan... Adalı Halil, Ahmet Taşçı ve diğer başpehlivanların heykelleri dikilmiş. Rumeli'ye fethe giden gazilerin Samona'da (şimdi Yunanistan sınırları içinde) verdiği mola sırasında iki yiğit güreşe tutuşur, günlerce yenişemezler. Sonra Hıdrellez gününde aynı yiğitler Ahırköy çayırında güreşe tutuşur, sabahtan gece yarısına kadar güreş devam eder, iki yiğidin de soluğu kesilir, vefat ederler ve oraya defnedilirler. Yıllar sonra arkadaşlarının mezarları başına gelen gaziler, orada akan gür bir pınar görür. O yiğitlerin kırklara katıldığına (ermiş) inanılır ve orası Kırkpınar diye anılır. Oraya gelen 40 yiğitten dolayı bu ismin verildiği de söylenir. Zamanla o yiğitlerin adına, bu güreşler her yıl tekrarlanır, gelenekleşir. BALKAN ŞEHİTLERİ Balkan Savaşı sırasında 1913 yılında Edirne, Bulgar ordusu tarafından kuşatılır. İttihat ve Terakki Cemiyeti darbeyle hükümete sahip olmuş, ülke karışık. Cemiyetin önderlerinden Enver Paşa, Edirne müdafii Şükrü Paşa'ya, biraz daha sabretmesini, yakında yardım geleceğini bildirir. Ancak iktidarın değiştirilebilmesi ve Bab-ı Ali baskınına bahane oluşturması için İttihatçılar tarafından Edirne'ye kasten aylarca yardım gönderilmez. Edirne'de yiyecek stokları tükenir, halk süpürge saplarındaki tohumları bile pişirip yemek zorunda kalır, ağaç kabuklarını yer. Bütün bu zorluklara rağmen şehri savunmaktan vazgeçmeyen ve bunda başarı sağlayan Şükrü Paşa, yardımdan ümidini kesince teslim olmak zorunda kalır. Bulgar Kralı Ferdinand, Edirne'ye gelir ve geleneklere göre galip komutan tarafından alınmış olan Şükrü Paşa'nın kılıcını törenle kendisine geri verir... Edirne katliamı, imparatorluk topraklarının rekor bir sürede elden çıkarılması, Sarıkamış dağlarında 10 binlerce vatan evladının kırdırılması hep bu zihniyetin gaflet, belki de hıyaneti sonucu değil mi? Hıdırlık Tabyalarına gidiyoruz, içler acısı duruma üzülüyoruz. Vali Beyin, buraların abad edileceğine dair sözleriyle biraz teselli buluyoruz. Edirne'nin manevi sahiplerinden Hasan Sezai Hazretleri'nin türbesine gidiyoruz. Camisiz minare dikkatimizi çekiyor. Cami yeri boş, neden aslına uyun şekilde yapılmaz, anlaşılır değil. Camisiz 7-8 minare bulunduğu söyleniyor. İlgililer bunu görür umarım... "Cennet Yolu İlmihali" diye meşhur bir kitabı bulunan İslam alimlerinden, Muhammed Bin Kutbuddin'i İzniki Hazretlerinin kabri şerifinin bulunduğu söylenen Tatarlar Kabristanı'na gidiyoruz, mezar yeri ve kabristandan eser yok. Etrafta duvar yapılmış, hepsi o. Bu ecdad yadigârlarını abad etmek bizim vazifemiz değil mi? Meriç ve Tunca Nehirleri üzerinde kurulmuş tarihî köprüleri; Alipaşa, Arasta ve Bedesten gibi çarşıları; Rüstempaşa, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayları, Deveci Han'ı ve diğer tarihî eserleri, bu sayfaya sığdırmak imkânsız... GERÇEKTEN 'UZUNKÖPRÜ!' Uzunköprü istikametine doğru yola çıkıyoruz. Trakya'nın bereketli topraklarına baharın güzellikleri de katılmış, yemyeşil buğday tarlaları gelinciklerle süslenmiş, meyve ağaçları çiçeklerle bezenmiş. Bu topraklara kem gözlerin dikilmesinin sebebi, bu güzellikler ve bereket olsa gerek. Uzunköprü'nün girişinde, ilçeye ismini vermiş tarihî köprü bulunmakta. Ergene Nehri üzerinde kurulmuş 1392 metrelik uzunluğuyla, dünyanın en uzun taş köprülerinden biri. Köprü kemerleri boyunca yürüyorum, çeltik tarlası kenarında çalışan vatandaşlarla selamlaşıyorum. Fabrikaların çevreyi kirlettiklerini, sulama suyunu yer altından almak zorunda kaldıklarını söylüyorlar. İleride Ergene Nehrinin kıyısına gidince, burnumu kapatmak zorunda kalıyorum. Bir nehir bu kadar mı kirletilir, hiç mi çevreye acımadınız, yok mu bunun sorumlusu? SAROS KÖRFEZİ BAŞKA Trakya'nn Ege Denizi kıyısındaki Saros Körfezi'nden söz etmeden olmaz. Su altı akıntılarının fazla olması, büyük yerleşim ve sanayinin olmaması sebebiyle Ege'nin en temiz kalmış kumsallarından biri. Bu körfezin, dünya üzerinde kendi kendini temizleyen 3 deniz bölgesinden biri olduğu söyleniyor. Balık çeşidi, su altı zenginlikleri ile de dikkat çeken Saros Körfezi, turizmimiz için ümit vermekte. Havsa, Uzunköprü, Keşan, İpsala, Lalapaşa, Süloğlu, Meriç ve Enez ilçeleriyle Edirne, mutlaka görülmesi gereken bir serhat şehrimiz. Osmanlı Medeniyeti 
EDİRNE'YE SİNMİŞ Ciğer ve biber... Edirne'ye uğrayıp da ciğerciye gitmemek olmaz. "Bizim Ciğer"e gidip, Bahri Diner'den bu lezzetin sırrını öğrenmeye çalışıyorum. Kekiği çok olan Trakya otlaklarında beslenmiş, 2 yaşını geçmemiş dananın ciğeri bulunur, üzerindeki zar ve sinirler alınır, yatay olarak bir sigara kağıdı inceliğinde doğranır, bol suda hafif tuzda boca edilir, tuzsuz suda yarım saat dinlendirilir. Bu ciğerler una bulanır, 140 derece sıcaklıktaki kızgın yağa atılır, 1.5 dakika sonra o nefis ciğer pişmiş olur. Karaağaç köyünde yetişen, gölgede kurutulmuş biber, kızgın yağın içinde 1 dakika tutulur, ciğerin yanında verilir. Bizim Ciğer, Türkiye'nin tek tescilli ciğercisi. Bahri Usta turizm elçisi ödülünü de almış, birçok yayın organında Edirne ciğerini tanıtmış. Osmanlı Medeniyeti 
EDİRNE'YE SİNMİŞ Kallavi Kurabiye Edirne'de saray kültürü çok etkili olmuş, yemeklerde ve tatlılarda bu etki açıkça görülür. Osmanlı Sarayı'nda kurabiyeler çok meşhurmuş.1974'ten beri bu işi yapan "Arslanzade" firmasının sahibi Arif Meriç, Kallavi Kurabiye'yi anlattı. Antep fıstığı ince ince çekilir, içine safran, yumurta akı ve şeker katılır, bir arada hamur yapılır. Yumuşak parçalar haline getirilerek, 30 dakika fırında pişirilir, sonra soğutulur ve paketlenir. Arif Usta, Osmanlılardan gelen bu lezzeti daha da geliştirerek, Kallavi Kurabiye'yi oluşturmuş. Arif Usta'nın tabiriyle, yağsız, tuzsuz ve unsuz olan bu sağlıklı kurabiye, Edirne'deki 3 şubede ve e-ticaretle bütün dünyaya pazarlanmakta. Arif Meriç'in yaptığı badem ezmesi ve diğer Edirne lezzetleri de gelenlerin beğenisini kazanmakta.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.