Enflasyonun da psikolojisi bozuk

A -
A +

Bayram neşesiyle merhaba...

 

Basın tarihinde yarım asrı aşan bir süreyi geride bırakırken, birçok ilki gerçekleştirmiş, okurlarıyla vefa köprüsü kurmuş gazetemizde yepyeni bir döneme giriyoruz. Yayın hayatının 3'te birinde yer almış olma mutluluğunu yaşadığım gazetemizin yeni döneminde ekonominin her birimizi ilgilendiren alanlarında bilgi ve görüşlerimi paylaşacağım.

'Huzurlu bayramlar' temennisiyle 'merhaba' diyorum...

 


 

Bütün dünya, son üç yıldır en büyük krizleri hep birlikte yaşıyor. Önce bütün insanlık olarak Covid-19'a tutulduk. Sokakta yürürken ölen insanlar gördük, dehşete kapıldık. Önce sınırları, sonra evlerimizin kapasını kapattık. Hiç bilmediğimiz, sonuna dair tahmin yapamadığımız bu dünya felaketinde her şey altüst oldu, birçok ülkede büyük küçülmeler yaşandı. Türkiye ise en az küçülen, en hızlı çıkışı sağlayan ülkelerden oldu. Salgın döneminde kendi maskesini, eldivenini, solunum cihazını, dezenfektanını üretip birçok ülkeye 'hediye' olarak gönderdi. Bu sürede birçok ülkenin tedarikçisi konumuyla hareket etti.

Tam da salgın etkisini azaltıyor, her şey yoluna giriyor; iç tüketimle, ihracat ve yatırımlarla büyüme trendini çift hanelere taşıyorduk ki dünyanın gıda ve enerjide en büyük tedarikçilerinden iki ülke; Rusya ve Ukrayna savaşa tutuştu. Hemen hemen her üründe fiyatlar katlandı, anlı şanlı devletlerin marketlerinde hiç görmediğimiz kuyruk ve boş raf görüntüleri izlenmeye başlandı, fiyatlar katlandıkça katlandı. Ve bunu bütün dünya aynı anda yaşadı, katlanan gıda ve enerji fiyatları bütün ülkelerin en büyük sorunu oldu...

Bizde ise salgın ve savaşın etkilerine ne yazık ki fırsatçılık ve vurgunculuk sevdası ile aşırı döviz talebiyle yaşanan kur atakları eklendi ve olanlar oldu... Üretim gücüyle dünya devlerine kafa tutan aynı Türkiye, son aylarda döviz krizinin tetiklediği müthiş bir enflasyonla boğuşuyor. Biberi 40, peyniri 140 liraya alıyoruz. Daha doğrusu almaya çalışıyoruz da elimiz gitmiyor. Kuru dallara can olan bu topraklarda domates, biber neden bu fiyatlarda peki? Aylardır yazdık, bütün mecralarda ilgili-ilgisiz herkes konuştu ve üreticinin, aracının, satıcının cevabı hep aynı oldu: Efendim dolar, petrol...

Tamam, doğru. Maliyetler tutulmuyor. Salgınla içine kapanan Çin, gücü elinde tuttuğu yüzlerce ürünü satmıyor ve 'suni' kıtlık algısını pompalıyor, savaş dengeleri iyiden iyiye bozuyor da, bütün bunlar bile tarladan rafa 10 kat fiyat artışını açıklamaya yetmiyor.

Peki tek derdimiz maliyet mi gerçekten?

Bu salgın ve savaş sadece bizi mi vurdu?

İşin ahlaksızlık boyutu hiç mi yok?

Bence var. Maliyetin yükseldi, pahalı taşıttın, ambalaja çok para verdin ve fiyat bu seviyeye yükseldi; tamam. Fakat elinde 3 liraya mal ettiğin ürün var. Bunu neden 23 liraya satıyorsun?

Antalya'da üretilen biber tarladan 5 liraya çıkıp İstanbul'da 40-45 liraysa bu 9-10 katlık artışa nasıl bir gerekçe bulabiliriz?

Peki, geçen sene ağaçtan toplayıp kuruttuğu, 1 liralık malı bugün 5 katına satmak hangi vicdana sığıyor?

Elindeki malı çöpe dökme pahasına neden piyasaya vermiyorsun?

Yemi, gübreyi neden 9 kat fiyat artışıyla satıyorsun?

Bunu ekonomik gerekçelerle açıklamanın imkânı kaldı mı gerçekten?

Şu anda yaşadığımız fiyat artışlarına bir sebep de 'psikolojik enflasyon'... "Nasılsa yarın dolar artacak, maliyet yükselecek, zam yapayım" davranışı, tahmin ettiği döviz kuruna göre etiket yazma ve maliyet düşse de asla ve asla eski fiyata inmeme vicdansızlığı...

 


Bir günde 2 milyar dolar

 

İhracatın ülke kalkınmasına katkısı çok büyük. Son dönemde büyümenin yaklaşık yüzde 70'e yakını ihracattan geldi. İstihdamın önemli bir bölümünü, dünyanın dört bir yanına ürün gönderen ihracatçı sağladı. Pandeminin ilk dönemi hariç, yaklaşık 2 yıldır her ay bir önceki aydan ileri giden ihracatçı, nisan ayında da yeni bir rekora imza attı. Net rakam bayram sonrası açıklanacak ama aldığım bilgiye göre, en yüksek aylık rakama ulaşıldı. İş bununla da kalmadı, günlük ihracat tutarında 1 milyar doları aşmaya çalışan ihracatçı, nisan ayının son iş gününde, 30 Nisan'da bütün rekorları altüst edip günlük ihracat miktarını 1,7 milyar dolara, hedefi de çok daha ilerilere taşıdı. Aslında ihracatçı üretimi artırabilse daha çok satacak ama Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı sesleniyor: Ne olur malınızı ucuza satmayın...

 


THY'nin havasından

ya da suyundan...

 

Türk Hava Yolları dünyadaki en önemli markamız, bayrak taşıyıcımız. 127 ülkede 320 şehre sefer yaprak "Dünyanın en fazla noktaya uçan hava yolu şirketi" unvanını taşıyan gurur markamız... Dünyanın dev hava yolu şirketleri zarar ederken, ilk çeyrekte önemli kâr rakamına ulaşan bu değerli kurumu, şubat ayından bu yana Profesör Ahmet Bolat yönetiyor. Geçtiğimiz günlerde Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) yönetimi olarak, kurumun içinden gelen çok değerli bir isim olan Ahmet Bolat Bey'e ziyarette bulunduk. Yaptıklarını, yapacaklarını, hedeflerini dinlerken aklımdan şunlar geçiyordu: Hiçbir başarı tesadüf değil. Arkasında büyük emek, heyecan, ülke sevgisi, insan sevgisi olmazsa imkânsız... Tıpkı bir önceki yönetim kurulu başkanı İlker Aycı gibi, yaptıklarını da projelerini de anlatırken gözlerinden ışık fışkırıyordu Ahmet Bey'in de... Sadece THY için değil, ülke turizmi için de projeleri var Sayın Bolat'ın. Diyor ki;

Transit geçecek yabancı misafirler, 1 gün kalsa İstanbul'da, mutlaka bir daha gelir. Bunun için 1 günü biz hediye edip unutulmaz kılacağız.

Bir daha gelişinde sadece asla İstanbul'la sınırlı kalmaz seyahati. Bir daha, bir daha gelsin diye uğraşacağız.

Yabancı öğrencilerin ailelerine promosyon yapacağız ki onlar da ülkeyi dahi iyi tanısın.

Sağlık için gelenlerin ailesini de getirip tatil yapması için indirimli konaklama vereceğiz...

Ve; sürpriz diye 'sonraya' sakladığı birçok proje daha...

Bence bu şirkette heyecan kesin bulaşıcı...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.