Anayasa Mahkemesi ve akademisyenler olayı

A -
A +
Anayasa Mahkemesi’nin “PKK bildirisi"ne imza atan akademisyenlerle ilgili kararı tartışılıyor. Özellikle bizim taraf medyası AYM Başkanı Zühtü Arslan’a sert yükleniyor. Dikkat edilirse bu bildiri için “PKK bildirisi” ifadesini kullandım. Yani birilerinin dediği gibi o paçavra bildiri “Barış bildirisi” değil. O akademisyenler de “Barış akademisyenleri” değil. PKK zihniyetine açık destek verdi bu akademisyenler ve Türk milletinin vicdanında mahkûm oldular. O dönem bu sözde akademisyenlere en ağır tepkiyi ben vermiştim.
İstisnasız hepsinin üniversitedeki görevlerine son verilmesini ve “medeni ölü” olmayı hak ettiklerini ifade etmiştim. Fakat bir imza attılar diye de tutuklanmalarına ve evlerine polis baskınlarına karşı çıkmıştım. Polis değil, YÖK bu işi çözmeli demiştim. Peki YÖK Başkanı Yekta Saraç ne yaptı? Her zamanki gibi yine inisiyatif almadı ve irade koymadı. Her zamanki gibi yine ortaya karışık eyyam hareketleri yaptı. Sonuçta bu akademisyenlerle ilgili tamamen adaletsiz ve saçma bir tablo ortaya çıktı...
Bu bildiriye imza atan kimi akademisyenler atıldı ve tutuklandı. Kimileri sadece atıldı ama tutuklanmadı ve hiç yargılanmadı. Kimileri atılmadı ama yargılandı, hatta ceza aldı. Kimileri ne atıldı ne yargılandı. Yani hayatlarında hiçbir değişiklik olmadı. Kimilerinin hayatı söndü ve hatta bebek bakıcılığı yaparak hayatını kazanmak zorunda kaldığını yazan bir kadın akademisyen biliyorum. Kimileri ise şoke olacaksınız ama bu imzadan sonra dekan oldu, hatta bir tanesi rektör yardımcısı. Mesela Füsun Üstel ise hapis yattı. İşte böyle bir korkunç adaletsizlik tablosundan sonra ne denebilir bilmiyorum? Hakikaten utanç verici bir manzara olduğunu üzülerek itiraf etmek zorundayım. Böyle bir tutarsızlık içindeki Türk akademiyasının elbette evrensel ölçüde saygınlığı hiç yok. Nasıl olsun?
Bir eylemin cezası varsa bunu herkese eşit uygulamak zorundasınız. Eğer bir ülkede aynı eylemin cezaları kişiden kişiye farklı olursa o ülkeye hukuk devleti denemez. Geçen yazıda da ifade ettiğim gibi adalet, DEVLET kavramının temelidir.  Şu akademisyenler konusundaki hukuki tutarsızlık korkunç seviyededir. Aynı şekilde aynı imzayı atmış kimi akademisyen okuldan kovuldu, kimi ise dekan oldu. Bu nedir Sayın Yekta Saraç? Dikkat ettim atılanlar hep fakir fukara çocukları. Arkası kalın olan, babası zengin olan ya da general olan, savcı olan, diplomat olan akademisyenler atılmadılar. İsim isim de yazarım da köşede o kadar yerim yok...
Ayrıca akademideki PKK-HDP yandaşları hakkında yargısal işlem yapılıyor da Türk medyasında 7 Haziran-1 Kasım sürecinde açıkça PKK terör örgütü tetikçiliği yapan kimileri hakkında tek soruşturma açılmadı. Hatta bu tiplerden iktidar sahiplerinin, bakanların uçaklarına binenler oldu. Önce PKK yandaşlığı yap ve suç işle, sonra iktidara yalakalık yap ve hukuktan kurtul! Bunun adına adalet denebilir mi? Bu durumdan polislerimizin ve savcılarımızın rahatsızlığını da bizzat biliyorum. Kalantorlara dokunulamazken hiçbir gücü olmayan kimi zavallı ve önemsiz akademisyenle uğraşılmasını da adil bulmayan çok sayıda güvenlik bürokratımız var...
Gelelim Anayasa Mahkemesi ve Zühtü Arslan’a... Ben AYM’nin Can Dündar kararını en ağır eleştirmiş gazeteciyim. Zühtü Arslan’a çok sert yüklenmiştim o dönem. Ayrıca Zühtü Arslan ile farklı dünya görüşlerimiz var. Ben siyasi felsefe olarak milliyetçi-muhafazakâr bir yazarım. Arslan ise liberal-demokrat olduğunu deklare eden ve kendini böyle tanımlayan bir hukukçu. Atilla Yayla’nın başında olduğu Liberal Düşünce Topluluğu üyesi. Medyada da Arslan’ın en yakın olduğu ve sık sık konuştuğu kişi yine bir liberal yazar olan Nagehan Alçı’dır. Bana göre Türkiye’ye dair gerçekçi ideallere sahip olmayan bir siyasi ekol bu.
Hatta o Can Dündar kararı sonrası Zühtü Arslan ortak bir arkadaşımıza, “Cem Küçük resmen beni linç etti” demişti. Evet çok sert yüklenmiştim Zühtü Bey’e ama haklıydım. Son derece adaletsiz karardı. Peki bu son karar ile ilgili düşüncem ne? Ben eğriye eğri doğruya doğru diyen bir yazarım. Bu karar imzacı akademisyenlerin yargılanmaması gerektiğini savunmuyor, fakat bu imza sebebiyle tutuklanmalarını ve evlerine polis baskını yapılmasını hak ihlali olanları değerlendiriyor. Adil yargılanmalarını ise yanlış bulmuyor.
Mesela AYM’nin, Başkan Erdoğan tarafından atanan milliyetçi-muhafazakâr üyesi Yusuf Şevki Hakyemez de aynen Zühtü Arslan gibi akademisyenlerin tutuklanmasını ve evlerine polis baskını yapılmasını hak ihlali olarak değerlendiriyor. Ben de bu yaklaşımı doğru ve adil buluyorum. Detaylı incelendiğinde bu karar yanlış değildir. Asla ve asla bu PKK bildirisinin içeriğini onaylamıyor Anayasa Mahkemesi. Bilakis yargıya konu olabilir diyor ama tutuklanmaya karşı çıkıyor.  Bence de doğru karar bu. Fakat bu noktada Zühtü Arslan’a bir tavsiyem var. Ünlü hukukçu Di Pietro, “Çağımızda kamusal yargı faaliyeti aynı zamanda doğru PR faaliyetidir” diyor. Zühtü Bey’in 21 Temmuz’da Hürriyet gazetesine verdiği röportaj içeriği baştan sona bir PR skandalı. Arslan’ın doğru düzgün basın danışmanı yok mu? Elbette böyle tuhaf bir röportajı hele Hürriyet gazetesine verirseniz elbette size yüklenirler. Zühtü Arslan’dan böyle amatörce bir yanlış yapmasını beklemezdim açıkçası. Elbette her yanlışın bedeli olur hele bu kadar önemli bir konum sahibiyseniz. Zühtü Bey de bu vesileyle bunu öğrendi bence.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.