Hindistan kökenli bir İngiliz yazar 1988 yılında dünya edebiyat tarihine geçecek
ve küresel siyasetin en hararetli tartışma konusu olacak bir kitaba ve
uluslararası bir krize imzasını atacaktı.
İngiltere'de sol görüşleriyle tanınan ve umut vadeden bir yazar olarak görünen Salman Rüşdi, "Şeytan Ayetleri" isimli kitabını yazarken Müslümanlar'ı "provoke" etmeyi amaçlıyordu, burası kesin. "Birkaç Molla'nın alınmasını
ve bana hakaret etmesini bekliyordum... Ancak böylesi bir şeyi dürüst
olmak gerekirse hiç beklemiyordum" diyecekti kitabının basılmasından
sonra yaşananları görünce.
Kitap ilk önce İngiltere'de yayınlandı. Kitapta Hazreti Muhammed'in ismi geçmediği için İngiliz edebiyat çevirmenleri kitabın İslam inancı ile ilişkisinin farkına bile varmamıştı. Rüşdi, İslam inancını ve kutsallarını belli göndermeler ile hedef almış ve İslam inancının kutsal gördüğü insanlara hakaret eden
ifadeler ve tanımlar kullanmıştı. Bunun Müslüman coğrafyasında
keşfedilmesi geç ve zor olmayacaktı.
Hindistan'da başlayan gösteriler, birçok ülkede devam edecekti. Müslüman kamuoyu ayaktaydı. Arka arkaya birçok Müslüman ülkede kitap yasaklanacak, Müslümanlar'ın katıldığı sokak gösterilerinde kitap yakılacaktı.
1989 yılında Humeyni ise Salman Rüşdi hakkında bir ölüm fetvası
yayınlayacaktı. İngiltere ile İran'ın diplomatik ilişkilerini donduran
bu fetva, uluslararası kamuoyunun aylarca ve hatta yıllarca gündeminden
düşmeyecek bir hadise olacaktı.
...
1993 yılında Turgut Özal hayatını kaybetmiş, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olmuştu. Türkiye karanlık bir on yıla adım adım giriyordu. Başbakan o zaman için Türkiye'de liberallerin ve Batı taraftarlarının umut
bağladığı genç, Amerika'da eğitim görmüş, iktisat profesörü Tansu
Çiller'di. Koalisyon ortağı ise solda yeni bir rüzgâr estirmeyi
amaçlayan SHP lideri, Erdal İnönü.
Aslında hikâyenin gerisini biliyorsunuz. Aziz Nesin, 'Şeytan Ayetleri'ni tefrika hâlinde, "Salman Rüşdi: Düşünür mü, Şarlatan mı?" başlığı ile Aydınlık dergisinde yayınlamaya karar verdi. 2 Temmuz 1993 günü 37 kişinin hayatını
kaybetmesi ile sonuçlanacak bir dizi olayın fitilini bu yakacaktı.
İhmal, provokasyon, linç... İnsana dair en kötücül duyguların bir sürü psikolojisi ile ölüm saçtığı o anlar. Devletin izlediği, (muhtemelen kasıtlı olarak) engellemek için bir şey yapmadığı o anlar. Sonrasında
ise iktidardan muhalefete, Türkiye siyasetçilerinin bu katliamı
meşrulaştırmak için takındığı utanç verici o anlar Türkiye tarihinde
hiçbir zaman unutulmayacak.
Türkiye'de birçok Alevi çocuk,
Alevi olduğunu o gün öğrendi. Aileler korkuyla izlerken olan biteni,
çocuklara bir sır olarak öğretilen kimliklerini saklamaları
tembihlendi.
...
Bu arka planı görmeyen ve görmek istemeyen kimse Cumhuriyet gazetesinin Charlie Hebdo karikatürlerini yayınlaması ve akabinde oluşan demokratik tepkinin Türkiye'de nasıl bir normalleşmeye işaret ettiğini anlayamaz.
Cumhuriyet gazetesinin bu karikatürleri yayınlamasını ifade özgürlüğü içinde
görmekle beraber, ayıplıyor ve doğru bulmuyorum. Müslümanlar'ın inancını
yok sayarak, kutsallarına bu kadar hoyrat bir şekilde yaklaşmayı, ifade
özgürlüğünün kötü bir kullanım biçimi olarak görüyorum. Aynı zamanda,
Cumhuriyet gazetesi gibi bir yayın organının
da ifade özgürlüğü savunucusu olduğuna da inanmıyorum.
Türkiye'de
Müslümanlar'ı provoke etmek yeni bir şey değil. Devlet eliyle ortalığı
kan gölüne döndüren tezgâhlar da yeni değil. Yeni olan ise Türkiye'de Müslümanlar'ın provoke olmaması. Devletin bu meseleden bir çatışma çıkarmak yerine ortalığı sakinleştirecek bir tutum alması.
Yeni olan, bu karikatürlerden rahatsız olan Müslümanlar'ın, "bu özgürlük
değil" diyerek ifade özgürlüğünü kullanıp, onları provoke etmeyi
amaçlayanları muhatap almaması. Bu girişimleri boşa çıkarması.
1993 yılında Amerika'da profesörlük yapmış idarecileri ile Türkiye, Madımak hadisesini tam bir "Orta Doğu" ülkesi gibi yaşadı. Devlet eliyle bir katliam yaşandı.
2014 yılında ise mütedeyyin idarecileri ile Türkiye, Charlie Hebdo krizini, bir Müslüman "Batı" ülkesi gibi yaşadı.
Karikatürler yayınlandı, demokratik tepkiler dile getirildi, kimsenin
burnu kanamadı.
Hâlâ eski Türkiye'ye özlem duyuyor musunuz?