Benim için 28 Şubat: Bir ahlaki panik hikâyesi

A -
A +

28 Şubat olduğunda, oturduğum şehrin sokaklarından tanklar geçerken, durumu epey karışık duygularla izlediğimi hatırlıyorum.
Bir yanda bu işte bir yanlışlık var duygusu hakimdi. Menderes'çi dedemden öğrendiğim ilk siyaset dersi, darbenin mutlak bir suç olduğu bilinci idi. 1980 darbesi hakkında duyduklarım, darbenin sadece demokrasiye karşı değil insanlığa karşı bir suç olduğunu aklıma kazımıştı. Zaten bu hissiyat beni o tarihlerde Yeni Yüzyıl gazetesi ile tanıştıracak ve Kemalizm ile hiç bitmeyecek kişisel hesaplaşma sürecimi başlatacaktı.
Ama bir yandan da çevremde yoğun başka bir duygu vardı. Cumhuriyetin 75. yıl kutlamalarının nasıl militer seküler bir şova dönüştüğü, o kitlesel ayin töreninde nasıl kolektif bir rahatlama yaşandığını da unutamıyorum.
Türkiye sekülerlerinin 28 Şubat sürecinde takındıkları tavır ideolojikten ziyade duygusaldı. Mahçup bir zevkle izlendi bu süreç. Çoşkulu destekleyenler kadar renklerini açık etmese de, bir çok "aydın" amalar ile meşrulaştırdı olanları.
Bu tümden anlaşılmaz bir durum değildi, cevap aslında psikolojikti.
1994 seçimlerini çok net hatırlıyorum. 9-10 yaşında sabaha kadar süren Siyaset Meydanlarını, dindarların seçim zaferlerinin seküler mahallede oluşturduğu korku havasını hala dün gibi hatırlıyorum. Etek giydiği için bacaklarına kezzap atılan kadınların hikayelerinin bir şehir efsanesi olarak yayılmasını, devleti ele geçirerek Türkiye'yi İran'a dönüştürecek İslamcılar anlatısına şüphe duymadan keskin bir inancın olduğunu çok net hatırlıyorum. O dönemki korkuyu, endişeyi çok net hatırlıyorum.
"Onlar" geliyordu. "Onlar" iktidara yürüyordu.
Kimdi "onlar"?
Hakkında bu kadar keskin yargılarımız olan "onlar" kimdi. Sürekli aleyhlerinde ahkam kestiğimiz "onlar" kimdi?
O zaman tanımadığım ama haklarında yürütülen propaganda yüzünden korktuğum "onlar" ile ileride tanışacağım ve dost olacağımı bilmediğim zamanlardı o zamanlar.
Tanımıyorduk aslında "onlar"ı. Tanımak da istemiyorduk. Bildiğimiz şey bizden olmadıkları idi. Hakaretlere varan lakaplar taktığımız bu kişilerin gerici olduğuna dair keskin inancımız bize yeterdi. "Onlar" sadece bizden değildi, aynı zamanda bize tehditti.
Oysa ki, göremediğimiz bir şey vardı. Tanımadığımız onlar en az bizim kadar bu ülkenin sahibi idi. Onlar en az bizim kadar bu ülkenin asli unsuru idi. Biz ne kadar Türkiye isek, onlar da o kadar Türkiye idi. Ve aslında onlar bizden sayıca daha çok idi.
Ve bu yüzden, Türkiye için Türkiye'ye rağmen yapılan bu proje tutmadı.
"Türkiye'nin bugün yaşadığı büyük dönüşümün başlama, eski rejimin ise kırılma noktasıdır. Eski rejim uzun müddet, 90 sene, varlığını sürdürebildi, Bu arada çeşitli darbeler yaptı. Fakat bir biçimde geri dönüşümler de yaptı. Mevcut siyasi partilerle bir biçimde uzlaşarak ve onlara iktidarı paylaştırarak bu rejimi sürdürmeyi becerebildi. Ama yaptığı darbelerde genellikle toplumun küçük bir kesimini hedef alıyordu. Mesela 12 Mart'ta dar bir sol kesimi, 12 Eylül'de sağda ve solda vuruşanları hedef alıyordu. Geniş kesimleri hedef alması gibi. İlk defa 28 Şubat'ta çılgınca bir biçimde toplumun büyük çoğunluğunu, yani sadece bir siyasi iktidarı, bir kliği ya da o kliğin etrafında örgütlenmiş aktif politize olmuş kesimleri değil, toplumun yüzde 60'ını hedef alan bir darbeye kalkıştılar. Bu, sonun başlangıcı oldu vesayet rejimi için"[1] diyor Gülay Göktürk. 28 Şubat'a büyük riskler alarak karşı çıkan cesur liberallerden biri idi Göktürk ve haklıydı.
Sonun başlangıcı olduğu kesindi. Ancak 28 Şubat yaşanırken, failleri için "1000 yıl sürecek" bir vesayet rejimi gibi görünüyordu. Bunun muhtemel sebebi, 28 Şubat'ın sekülerler arasındaki meşruiyeti ve popülerliği idi.
Yaşadığı ülkenin başkentinin sokaklarında tankların geçmesi bu ülkede özgül ağırlığı sayılarından ve temsil güçlerinden yüksek olan sekülerler tarafından rahatlatıcı bir gövde gösterisi olarak izlendi. Derin bir oh çekildi.
Neden? Bu ülkede sekülerler doğuştan darbe sever olduğu için mi? Bu ülkede sekülerler demokrasiye kategorik olarak düşman olduğu için mi?
Sanmıyorum.
28 Şubat'a gelindiğinde tüm sekülerler bu acı reçeteye hazır olduğu için.
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi gazetecilerinden Mehmet Ali Birand'ın 28 Şubat belgeselini Turgut Özal'ın ölümünden ve Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesinden başlatmasının bir nedeni vardı. Güçlü ve karizmatik bir liderlik ile vesayet rejiminde bir gedik açan Özal'ın ölümü ile vesayet rejiminin tüm gücüyle geri dönmesi için bir yol açılması lazımdı.
O yol bir "ahlaki panik" ortamı oluşturarak açıldı. Kavram bana ait bana değil, ünlü sosyolog Stanley Cohen'e ait. "Toplumlar ara sıra ahlaki paniğe maruz kalırlar. Bir hastalık, insan, veya grup toplumun değerlerine ve çıkarlarına tehdit olarak tanımlanır, merkez medya tarafından ön yargılı şekilde sunulur," ahlaki paniği üreten "ideolojik girişimciler" yani siyasetçiler veya medya bu tehdit algısını uydurur ve abartılı bir propaganda ile sunar.
Cohen'e göre "ahlaki panik" mutlaka bir günah keçisine ihtiyaç duyar. Toplumun korkusu ve fantazisi bu "şeytanlaştırılmış" gruba yansıtılır. Türkiye'de bu dönemde seçilen günah keçileri Kürtler ve dindarlar oldu.
28 Şubat'ı mümkün kılan ve meşrulaştıran ulusalcılık fenomeni aslında bir ideolojiden çok ahlaki panik idi.
Madımak'tan, Gazi mahallesi olaylarına, Fadime Şahin'den PKK'ya her mesele bu ülkede bir terör havası estirmek için kullanıldı. 28 Şubat ile dindarlar ve Kürtler bu ülkeye tehdit, Türk kimliğini "bozan" unsurlar olarak sunuldu.
1997 yılına gelindiğinde o tarla çoktan sürülmüştü. Tüm darbelerde olduğu gibi "uygun koşullar" hazırlanmıştı.
Vurucu darbe ise bu toplumun ataerkil kodları nedeniyle vurmaktan en hazzettiği grup oldu: kadınlar. Dindar, başörtülü kadınlar.
Lacivert dergisinin enfes 28 Şubat medyası dosyasından iki manşet örneği: "Türbanın altındaki pislik" ve "Vatandaş Merve Hanıma soruyor, Zenciye neden meraklısınız?"[1]
Sahi, Merve Kavakçı'dan bu manşetleri atanlar özür diledi mi? Tek suçu başörtüsü ile meclise girmek olan o genç kadına iade-i itibar yapıldı mı?
Sekülerler öfkelerinde de samimiydi, korkularında da... Mağduriyet hislerinde de samimiydiler, mutlak haklılık duygularında da. Fakat samimiyet, adalet ile taçlanmadığında, kötücüllüğe giden bir yolun taşlarını da döşeyebilir. Ve olan tam da buydu.
Rasyonalitenin ve etik davranışın unutulduğu, kitlesel bir linç ayininde düşüne atılan tekmelerin sayılmadığı, ahlaki panik içinde türlü ahlaksızlıkların yapıldığı bu dönem büyük utançları arkasında bırakarak son buldu.
1000 yıl süremezdi, sürmedi de. Fakat etkilerini hala gördüğümüz bir gettolaşmayı sağladı 28 Şubat. Türkiye medyasında, entelijansıyasında hala yaygın bir İslamofobiyi mümkün kıldı 28 Şubat...
Son zamanlarda Türkiye'de yeni bir 28 Şubat sürecinin yaşandığı iddiasında Türkiye'deki özellikle muhalif çevreler.
Kısmen katılıyorum bu tespite. Fakat muhtemelen bu tezi ifade edenlerden tam aksi sebeplerle.
Gezi olaylarından sonra oluşan dalganın yeni bir "ahlaki panik" süreci olduğunu görmek mümkün.
Dindarları İrancı olmakla suçlamak out, IŞİD'ci olduklarını söylemek in.
Gerici demek out, hüloğcu demek in.
Şeriat geldi a dostlar demek out, dindarlaşıyoruz diye feveran etmek in.
Batı düşmanı demek out, bizi uluslararası sistemden izole ediyorlar demek in.
Ümmetçi demek out, pan-İslamcı demek in.
Biri bu kadına haddini bildirsin demek out, biri AK Parti'ye haddini bildirsin demek in.
Tarihle yüzleşmek şık durduğu için ihtiyaç duyulan bir pratik değildir. Geçmiş günahları mümkün kılan, bu günahlara sebebiyet veren (ve çoğu zaman epey insani olan) duygularla, reflekslerle mücadele etmek için gereklidir yüzleşme. Spekülatif de olsa şunu düşünmek lazım: 1915 ile zamanında yüzleşilse belki de Kürtler'e yapılan gaddarlıklar engellenebilirdi.
28 Şubat ile yüzleşilse belki bugün içinde bulunduğumuz nefret hali engellenebilir miydi?
Zira 28 Şubat'ta neredeydiniz sorusuna muhatap olanların mevcut koordinatları pek farklı bir yeri göstermiyor...
.....
[1]    http://www.lacivertdergi.com/dosya/2015/02/04/28-subat-bir-darbenin-gunlugu

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.