Devletleşme mecburi istikamet mi?

A -
A +
Türkiye'de önceleri sol, uzunca bir süredir de ulusalcı ve milliyetçi kesimlerin sert eleştirilerine maruz kalan liberaller, şimdilerde de muhafazakârlarla ciddi bir uzlaşmazlık yaşıyorlar. Bu aslında doğal bir durum, zira liberaller tarihin hiçbir döneminde diğerleri tarafından pek sevilen düşünceler öne sürmemişlerdir. Sürekli bitmeyen bir özgürlük arzusu ve değişim zorlaması ana karakterleri olduğu için, iktidarla ve devletle sorunlu bir ilişkileri olması şaşırtıcı değildir. Düzene olmasa bile, düzenleyene karşı muhalif bir duruş liberaller açısından kaçınılmazdır. Bu nedenle devlet seçkinleri tarafından hiçbir dönemde makbul bir görüş olarak sayılmazlar. Tolere edilebilirler ama asla benimsenmezler.
Bir yandan iktidara giden yolların açık tutulmasını öngören, diğer yandan da iktidarın mutlak hale gelmesini engellemeye çalışan böyle bir görüşün, diğerleri tarafından bazen sahiplenilmesi, sonra da bertaraf edilmeye çalışılması bu bakımdan normaldir. Zira iktidara muhalefet aşamasında iken diğer muhaliflerin de entelektüel olarak faydalanabilecekleri müthiş bir kapasite sunarlar. Devlete karşı insanı öne sürdükleri için, ana damarı yakalamak konusunda diğer görüşlerden daha fazla avantaja sahiptirler. Zaten ana fikri özgürlük olan hangi teori zayıf olabilir ki?
Devlet, millet, toplum, birey üzerinden geliştirilen türlü muhalefet eksenlerinin içerisinde "kutsal devlet" fikrini en fazla tartışmaya açanlar da liberallerdir. Nitekim geçtiğimiz hafta bu konuda çıkan bazı yazılar Türkiye'de verimli bir düşünce ortamına zemin hazırladı. İhsan Dağı ve Mümtazer Türköne arasında geçen entelektüel tartışma kanımca önümüzdeki dönemde yeni tartışmaların kapısını da aralayacak. Zira bir süre olumlu seyreden liberaller ile muhafazakâr entelektüeller arasındaki ilişki AKP'nin iktidarı pekiştikçe bozulmaya başladı. Liberaller AKP'yi sistemi demokratikleştirmek, askerî vesayeti kırmak ve devletin sınırlarını daraltmak için bir araç olarak kullanmak arzusundaydı. AKP ise liberalleri iktidara yürüyüşünde, sisteme entegre ama muhafazakâr olmayan kesimleri yatıştırmak ve Batı kamuoyundaki meşruiyetini tesis etmek maksadıyla kullandı. Doğrusu bu oldukça başarılı bir ittifak modeli oldu. Her iki taraf da amacına ulaştı. Lakin artık AKP iktidarı devleti dönüştürmeye çalışan muhalif bir güç değil, aksine 3 dönemdir iktidarını güçlenerek sürdüren ve sistemi sahiplenmek zorunda olan tek muktedir. Gücü milletten geldiği için devletle milletin buluşmasını sağlayan bir yapıştırıcı. Buradaki sorun şimdilerde milletin, en azından bir kısmının, kendi temsilcisi olarak gördüğü iktidarı doğru yanlış her şeyiyle sahiplenmesi ve eleştirel duruşu hem devlete hem de millete düşmanlık olarak görmesi. İhsan Dağı bunu muhafazakârların, yani değişimin öncüsü olan sivil gücün devletleşmesi ve eleştirelliğini yitirmesi olarak tanımlıyor. Yazıda Şükrü Hanioğlu'nun şu tezine de atıf yapılıyor: "Özgürlükçü söylem kullanan seçkinci statü gruplarının gerçekte özgür bir toplum değil, kitlenin 'aydınlatılma' yoluyla kendilerine dönüştürüldüğü bir baskıcılığı hedeflemesi ve bunun aracı olarak da 'devlet'i kullanması, Mısır ve Türkiye benzeri toplumlarda muhafazakârlığı demokrasi savunucusu durumuna getirmiştir..." Muhafazakârların yıllarca mustarip olduğu, "diğerine dönüştürülme baskısı" bu aralar toplumun eski egemen, şimdi muhalif kesimleri tarafından sıkça dillendiriliyor. Yoksa özgürlük ve demokrasi söylemi sadece iktidara yürümenin bir aracı mı? Devleti dönüştürelim derken, devlet hepimizi dönüştürüp bir şekilde kendine benzetmeyi başarıyor mu? Belki de bu yolda devlete en büyük yardımı, geniş kitleye iktidarın yolunu açan, milleti devletleştiren liberaller yapıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.