SELÇUKLU VE OSMANLI’NIN İSLÂM AKÂİD ESASLARI

A -
A +
Küresel Oryantalistler, Müslümanları ayakta tutan, birlik ve beraberliğini sağlayan temellerin, Akaid esasları olduğunu keşfetmişlerdir. Onun için Sünni Müslümanların imanlarına yönelik çalışmalara öncelik vermişlerdir. Hatta inanmadıkları İslam’da imanın şartlarının üç olduğunu iddia etmişlerdir. Şu anda üniversitelerimizdeki bazı ilahiyatçılar da bu temelsiz ve batıl görüşe katılmaktadırlar.
Peki, ecdadımız Seçuklu ve Osmanlıda İslam Akaid Esasları nelerdi? Bunlar şöyle sıralanabilir:
 
Yüce Allah’a iman
 
Allahü teâlâ, vardır, birdir, benzeri ve ortağı yoktur. Doğmamıştır ve doğurmamıştır.
Hak teâlânın, zâtî ve subûtî sıfatları vardır. Sıfatlar, zâtının ne aynıdır, ne de gayrıdır.
Zâtı ve sıfatları, ezelîdir (kadîmdir), başlangıcı yoktur ve ebedîdir (bâkîdir), sonu yoktur (dâimîdir).
Her şeyin hâlikı/yaratıcısı Allahü teâlâdır. İnsanı ve fiillerini, evrende canlı cansız, atomdan gezegene kadar her varlığı, O yaratmış ve yaratmaktadır. Hak teâlâ mutlak irade sahibidir. Dilediği her şey olur. Açık ve gizli, olmuş ve olacak, her şeyi bilir, işitir ve görür.
İnsanın iradesi, bilgisi, gücü ve ömrü sınırlıdır. Kul, bir şey yaratacak güce sahip değildir, ancak yaratılanları bir araya getirmek ve onlara şekil vermek suretiyle yeni şeyler yapabilir ve üretebilir. Buna yaratma değil, Ehl-i sünnette kesb/kazanma denir.
Ehl-i sünnetin dışındaki fırkalar, başta Mu’tezile olmak üzere yüce Allah’ı yanlış tanımaktadırlar. Mücessime, Müşebbihe, Muattıla, Kerrâmiyye, Şia’ın kollarından Gulât ve İsmâiliyye, Hak teâlânın zât ve sıfatları konususnda bozuk ve bâtıl itikadlara sahiptirler.
Ehl-i Kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar), yüce Allah’a oğul isnat ederler. Hıristiyanlar, “teslis”e inanarak, üçlü ilâh inancını savunurlar.
İbn Teymiyye, “istivâ” kavramını açıklarken, Allahü teâlâya mekân isnadında bulunur. Bütün Selefiyyeciler de aynı görüştedirler.
Filozoflardan dehrîler ise, ilâhî kaynaklı hiçbir bilgi ve varlığı kabul etmezler.
Müsteşriklerin/Oryantalistlerin hiçbiri Allah’ın vahdaniyetine inanmaz. Müslüman ismi taşıyan Fazlurrahman gibi Oryantalist bağımlıları, küresel Oryantalistlerin İslâm, Kur’ân, Vahiy ve Peygamber ile ilgili batıl inançlarını, aynen, hiçbir şerh koymadan ve üstelik “bilimsel çalışma” yaftasıyla naklederler.
 
Meleklere iman
 
Melekler; cismanî, lâtif, nuranî, akıllı, diri, günah işlemez, yemez, içmez, evlenmez, erkeklik ve dişilikleri olmayan mübarek varlıklardır. Melekler, Allah’ın kullarıdır, ortakları, kızları değildirler. Kiliselerde, bazı mecmua ve filimlerde, melek diye gösterilen kanatlı kadın resimleri, hayalîdir, gerçeği yansıtmaz ve yanlıştır.
Melekler, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine itaat ederler, asla isyan etmezler. Her güzel şekle girebilirler.
Göklerde, yerlerde, çimenlerde, yıldızlarda, canlılarda, cansızlarda, yağmur damlalarında, ağaç yapraklarında, her atomda, her molekülde, her reaksiyonda, her harekette meleklerin görevleri vardır. Cebrâil, İsrâfil, Mikâil ve Azrâil, meleklerin büyüklerindendir.
Kur’ân-ı kerimde şeytan ve cinlerin de var olduğu bildirilmektedir.
Müşrikler, melekleri, Allah’ın kızları olarak düşünmektedirler.
Felsefeciler, melek, cin ve şeytanı, zihnin bir hayal ürünü olarak görmektedirler. Ateistler, dine inanmadıkları gibi melek, cin ve şeytanın varlığına da inanmazlar.
 
Kitaplara iman
 
Semavî “Kitaplar”dan biz insanlara bildirilenler, 104 adettir.
Tevrât kitâbı, Hazret-i Mûsâ’ya; Zebûr, Dâvud peygambere; İncîl, Hazret-i İsa’ya ve Kur’ân-ı kerîm, Muhammed aleyhisselâma gönderilmiştir.
Kur’an-ı kerim, Allah kelâmıdır, mahlûk/yaratılmış değildir. Müslüman; bozulmayan, içinde  insanların kattığı bir söz bulunmayan hakikî Zebur, Tevrat ve İncil ile diğer bütün semavî kitaplara inanmakla mükelleftir. Ancak, semavî kitapların hepsi sonradan değişitirilerek tahrif edilmiş, Allah kelâmı olmaktan çıkarılmıştır. Yalnız Kur’an-ı kerim böyle değildir. O’nun bir âyeti, hatta bir kelimesi, bir harfi bile değişmemiştir, hepsi Allah’ın kelâmıdır, sözüdür. İçinde insanların kattığı, ilâve ettiği bir kelime yoktur. Hazret-i Peygamber’in sözleri de değildir. O, ilâvesiz, eksiksiz ve kusursuz, Hak ve ilâhî bir Kitap’tır.
Yüce Allah’ın son kitabı Kur’ân-ı kerim, bütün semavî kitapları neshetmiş, yürürlükten kaldırmıştır.
Ehl-i kitaptan hiçbiri Kur’ân’ın hak ve ilâhî bir kitap olduğuna inanmaz. Her vesile ile Kur’ân’ın beşerîliğini iddia eden Oryantalistlerin de Kur’ân’a inanmaları düşünülemez. Müslüman görünümlü Oryantalist mukallitleri ise, Tarihsellik gibi çeşitli gerekçelerle Kur’an’a “vahyi ve tertibi” itibariyle ilâhî bir kitap olduğuna inanmazlar.
İslâm ülkelerinde Batı’nın değerlerini, İslâm dininin üstünde akılcı ve çağdaş gören sözde Müslümanlar, Kur’ân’a şartlı ve fakatlı inanırlar (bkz.Bakara,85). Hâlbuki iman ve teslimiyette, şartın olamayacağı çok açıktır.
 
Peygamberlere iman
 
İslâm’ın en önemli rukünlerinden biri, Peygamberliktir. İnsanlık tarihi, vahiy ve peygamberlikle başlamıştır. İlk insan ve ilk peygamber, Hazret-i Âdem’dir. Âdem peygamberden, Hazret-i İbrahim’e ve son peygamber Hazret-i Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberlerin bildirdikleri din, semavîdir, tevhid dinidir.
Bütün Peygamberlerin isimleri biz insanlara bildirilmemiştir (bkz.Nisa,164;Mü’min,78). Ancak 28’inin ismi, Kur’ân-ı kerimde geçmektedir. Bunlardan Lokman, Uzeyr ve Zülkarneyn’in, ancak bir veli, mübarek bir kişi olduğunu söyleyen âlimler de vardır. 
Peygamberler, çok akıllı, adalet sahibi, kendilerine güvenilir, ilâhî vahiy ve ilhamla aldıklarını insanlara ulaştıran, peygamberlikten önce ve sonra günah işlemeyen müberek insanlardır. Ahkâm konusunda, yeni bir din/şeriat tebliğ eden peygambere resûl; yeni bir din bildirmeyip, insanları önceki dine davet eden peygambere de nebî denir.
Peygamberlik, kesbî/kazanılmış değildir; çok çalışmakla, açlık ve sakıntı çekmekle, kahramanlık göstermek ve çok ibadet etmekle elde edilmez. Ancak, Hak taâlânın seçmesi ve bildirmesiyle olur. Bu da O’nun ihsanıdır. Yüce Allah, peygamberlerin, doğru söylediklerini göstermek için, onları mucizelerle donatmıştır. Peygamberi kabul edip, ona inanan kimselere, o peygamberin ümmeti (ümmet-i icabet) denir.
Peygamberlik, geçici değildir; verildikten sonra alınmaz. Bir peygambere tam tabi olup velilik rütbesi kazananlardan ise, bu rütbe alınabilir.
Müslüman için, bütün peygamberlere inanma mükellefiyeti vardır. Onun için Hazret-i İsa ve Musa peygamberlere de inanılır. Yahudi ve Hıristiyanlar ise, son peygamber  Muhammed aleyhisselâma inanmıyorlar. Bundan dolayı Müslüman olamıyor, ehl-i kitap, gayr-ı müslim oluyorlar.
Müslüman ismi taşıyan Oryantalist mükallitleri ile Felsefeciler, Hazret-i Peygamber’e İslâm Akâidi’nde açıklandığı şekilde inanmazlar. Çünkü bunların vahiy ve peygamberlik algıları son derece yanlıştır. FazlurrahmanHasan Hanefî ve Muhammed Arkoun ile Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd, bunlar arasında yer alır. İmam-ı Gazalî, Felsefecilerin Vahiy, Peygamberlik ve İslâm’ın iman esaslarıyla ilgili inanç ve fikirlerinin yanlış olduğunu açıkladığından dolayı, ülkemizde ve İslâm dünyasındaki Modernist ilâhiyatçılar, İ. Gazali muarızıdırlar.
 
Ahiret gününe iman
 
Yüce Allah tarafından yaratılan kâinat/evren, bir gün yok edilecek ve Ahiret hayatı başlayacaktır. Kıyamet’in ne zaman kopacağı bilinmemektedir. Ancak, alâmetleri, Kur’ân-ı kerim ve  hadis-i şeriflerde açıklanmaktadır. Onun için, gerçekleşeceğine şüphe ile bakılamaz.
Müslüman; kabir hayatına, orada, Münker ve Nekir adında iki meleğin gelip sual soracaklarına; Allah’ın bütün canlıları diriltip mahşer yerinde toplayacağına; hesap, mizan, cennet ve cehennemin hak olduğuna inanır.
İşte mümin; gaybe, ahiretle ilgili dinin bildirdiği her şeye inandığından dolayı, dünya hayatını iyi değerlendirir; daima faydalı işler yapar.
Mutezile’nin bazıları, Felsefeciler ve Modernist ilâhiyatçılar, Kabir azabına inanmazlar.
 
Kadere iman
 
İnsanlara gelen; hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allah’ın takdir etmesiyledir. O’nun bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader; kaderin (varlığı dilenilen şeyin) var olmasına kaza denir. Kaza ve kader kavramları, birbirinin yerinde de kullanılır.
Kadere iman konusunda iyi bilmelidir ki, Hak teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irade etti, dilediyse, az veya çok olmaksızın, dilediği gibi dilediği yer ve zamanda var olur. Olmasını dilediği şeyin var olmaması ve yokluğunu dilediği şeyin var olması düşünülemez.
Bütün hayvanların, bitkilerin, cansız varlıkların (katı, sıvı, gaz; atom, molekül, elektron, elektro magnetik dalga; dağ, taş, yıldızlar, vb.) hareketi, her şey, ezelde, yüce Allah’ın ilminde idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu.
Yüce Allah, kulların ihtiyarî, yani istekli hareketlerini, işlerini yaratması için, kullarında irade yeteneği yaratmış, bu iradelerini, dilemelerini, işlerini yaratmasına sebep kılmıştır. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Hak teâlâ da dilerse, o işi yaratır. Kul istemezse, Allah da dilemezse, o şeyi yaratmaz.
Fakat tabiattaki hareketlerolaylar, kulların dilemelerine bağlı değildir. Bunlar, yalnız Cenab-ı Hak dileyince, başka sebeplerle yaratılmaktadır.
Her şeyin (gezegenlerin, damlaların, hücrelerin, mikropların, atomların...) özelliklerini, hareketlerini yaratan yalnız O’dur. O’ndan başka yaratıcı yoktur.
Mutezile, Felsefeciler ve Modernist ilâhiyatçıların hiçbiri Kader’e inanmaz.
Not: “Modernist Müslüman”, Sünnî Müslüman olmayan demektir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.