Bu vebal kimin?

A -
A +
Seçim öncesinde iki ayrı şirketin Türkiye’deki din ve dindarlıkla ilgili çarpıcı araştırmasını görmüş ancak malum atmosfer sebebiyle yazamamıştım.
Turgut Özal döneminde seküler bir araştırma firması vatandaşa “Aniden bir yere gitmek durumunda kalsanız çocuğunuzu hangi komşunuza teslim edersiniz?” sorusunu yöneltmiş. Sonra da değişik meslek gruplarını sıralamış. Doktor, mühendis, öğretmen vs...
Verilen cevapların ilk sırasında ‘imam, müezzin ve Kur’ân kursu hocası’ gibi din adamları çıkmış.
Aynı soruyu yakın zamanda MAK Danışmanlık şirketi sormuş.
Ne hazindir ki ilk 10’a din ile anılan tek bir meslek grubu girememiş.
Bir başka araştırmayı da yine yakın dönemde KONDA yapmıştı. Buna göre 15-29 yaş arasında kendini ‘dindar muhafazakâr’ olarak nitelendiren gençlerin oranı, on yılda yüzde 28’den yüzde 15’e inmiş. Dindar gençlik oranı yarı yarıya azalmış yani.
İki araştırma da çok çarpıcı.
Peki, dindarlara güven niye azaldı?
Neden dindar gençlik hülyası çöktü/çöküyor?
Bu soruları izah edecek birçok sebep var elbette.
Birincisi; içinde bulunduğumuz dijital çağın gerekleri. Sosyal medyanın bütün kalıpları, inançları eritip insanları tek tipleştirmesi ve yeni ucube kimlikler ortaya çıkarması.
İkincisi; FETÖ gibi sefil, rezil bir oluşumun toplumun mukaddes bildiği bütün değerleri tarumar etmesi ve dindarlara güveni ortadan kaldırması.
Üçüncüsü; bir asırdır kafasındaki ideal düzeni deneme imkânı bulamayan bir toplumun ‘dindar iktidar’ı tecrübe etmesi; adaletsizlik, çürümüşlük, kayırmacılık, kibir, tamah gibi dinin yasak ettiği 'hastalık'ların kendi bünyesinde de zuhur ettiğini görüp sukutuhayale uğraması. Din ve dine dair her şeyin içinin boşaltılması. Dindarların temsiliyetinin yara alması.
Dördüncüsü; dindarların para ile arasına mesafe koyamaması... Maddiyatın dindarları dönüştürmesi... Bu yüzden kalıpların yıkılması…
Beşincisi; dinin magazin aracı hâline getirilmesi. İlahiyatçıların temiz İslami inanışı sabote edecek, zihinleri bulandıracak eylem ve sözlerde bulunması.
Altıncısı; bir kısım medyanın, iktidarı hedef almak adına kötü örnekleri, sinsice muhafazakârların geneline mal edip, dindarlara ‘tacizci, tecavüzcü, istismarcı’ yaftasını vurması. Ve buna yeteri kadar itiraz edilmediği için iftiranın yapışması.
Yani, bu vebal herkesin…
 
 
Kabullenme süreci
 
Psikolojide “kabullenme süreci” diye bir şey var. Bir travma ile karşılaşanlar bu süreçten mutlaka geçer. Engelli bir çocuğu dünyaya gelen ailenin yaşadığı buna iyi bir örnektir.
Bu süreç “inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme” diye sıralanır.
Beklemediği bu durumla karşılaşan kişi önce şok yaşar. Ardından inkâr eder “olamaz böyle bir şey” der. Akabinde “Olan oldu ama belki çaresi vardır” düşüncesi belirir. Sonra depresyona girer. Karışık duygular yaşar, ailede herkes birbirini suçlamaya başlar. Sonra kapı kapı dolaşıp akıl danışır, durumu düzeltmenin yoluna bakar. Bu safhadan sonra kabullenme başlar. Kişi, kendinin zayıf ve kuvvetli taraflarını öğrenir. Sonra rehabilitasyon süreci devreye girer. Erken teşhis varsa problem çabuk düzelir. Teşhis ve tedavide ne kadar gecikilirse o kadar büyük problem çıkar. Ve gerçeği kabul edip problemle baş etmesini öğrenenler, uzun vadede herkesten daha güçlü hâle gelir.
AK Parti’deki ‘İstanbul şoku’nu görünce aklıma bu psikolojik süreç geldi.
Parti, güçlenerek mi çıkacak yoksa daha büyük problemlerle mi karşılaşacak. Göreceğiz.
 
 
Ekmek darbesi
 
Sudan’da bir süredir ekmek fiyatlarındaki artış protesto ediliyordu.
Ve sokak gösterileri darbe ile neticelendi. Asker devreye girdi. Ekmek mekmek unutuldu!
Anlaşılan birileri sokakta yaptığı hasadın ekmeğini yiyecek!
Dünyanın kuralı böyle…
Ekmek, açlık ve gıda darlığı iktidarlar için en tehlikeli şey.
Mesela dünyada yeni bir çağı başlatan 1789 Fransız İhtilali'nin tetikleyicisi kadınların saray önünde yaptığı ekmek protestosuydu. Rusya’da 1917 Bolşevik İhtilali'nde Çar’ı deviren slogan “ekmek, toprak, barış” idi.
Türkiye’de de ekmeği bir dönem karne ile dağıttığı için CHP iktidar yüzü göremedi...
 
 
Gazetecinin seçimi
 
İki haftadır seçimlerle yatıyor, seçimlerle kalkıyoruz.
Ekranlarda analizcilerden geçilmiyor.
Meslektaşlarımız siyasetçilere akıl satıyor.
Ama terzi kendi söküğünü dikemiyor.
Bu hafta Türkiye Gazeteciler Cemiyetinde seçim var.
Ben yine "oy kullanmama hakkı"mı kullanacağım.
Ne zamana kadar?
Ne zaman ki adil, hakkaniyetli, ilkeli, sadece mesleğinin geleceği için mücadele edecek ve her kesimi buluşturan bir liste çıkana kadar...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.