“Sana kalemini yuttururum!”

A -
A +
Bugün 27 Mayıs 1960 ihtilalinin yıl dönümü. O karanlık günlere dair yazılmamış bir şey kalmamıştır herhâlde. Fakat darbeci damarın bu ülkede hep var olduğunu bilmek adına tekrar okumak ve hatırlamak lazım. Bir süre önce sahaftan Bedii Faik'in 27 Mayıs'ı anlatan "İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci" isimli kitabını almıştım. 1967 basımı kitap, darbecilerin ayak oyunlarıyla nasıl birbirlerini yediğini, cuntaların nasıl yeni cuntalar doğurduğunu, CHP'nin fonksiyonunu, iktidarı silah zoruyla ele geçirenlerin nasıl krallık kurduğunu ilk ağızdan gözler önüne seriyor. İhtilalciler İstanbul'da darbe sabahından itibaren bulduklarını Balmumcu kışlasındaki cezaevine tıkarlar. Bunlar arasında valiler, kaymakamlar, iş adamları, banka müdürleri de vardır, devlet büyüklerinin elbiselerini diken terzi de Menderes'in haberini güzel okudu diye suçlanan TRT Radyo spikeri de... Otuz günlük gözaltı süresi vardır ama kim takar. Kasım ayına kadar içeride kalırlar. Otuz kişilik ilk tahliye talihlilerinden biri de Şair Necip Fazıl olur. Üstat, Balmumcu'dan çıktıktan sonra durmaz, sert şekilde cuntayı eleştirir. Son Posta gazetesinde "Kırmızı yakalı zindancı, senin peşini bırakmayacağım" diye bir yazı kaleme alır. O gün Harp Akademisinde kızılca kıyamet kopar. Genç kurmaylar "kırmızı yakalı" tabiriyle kendilerinin kastedildiğine inanır ve elli kadarı toplanıp Son Posta üzerine silahlı yürüyüş yapmanın hazırlığına koyulur. Bazı gençler arkadaşlarına tabancalar üzerine yemin ettirmeye başlar. Kendilerine 'Kırmızı yakalı zindancı' diyene bizzat cezasını kesecek ve ona yer veren matbaanın da altını üstüne getireceklerdir. Muhtemel bir hadiseden vahim sonuçlar doğacağından korkan ağabey kurmaylar, Bedii Faik'in kapısını çalarlar. Yazar, Radyoevi komutanının odasında Necip Fazıl'a ağır ve galiz tabirler yerleştirerek cevap yazar. Ama bu cuntayı teskin etmez. Necip Fazıl'ı ayağına getirten cunta liderlerinden General Faruk Güventürk, avazı çıktığı kadar bağırarak şöyle tehdit eder: "Bana bak, senin gırtlağına basa basa o mülevves (iğrenç) kalemini yuttururum. Şimdi oturacak ve hemen 'Ben gardiyanları kastetmiştim' diye yazacaksın!" Kısakürek denileni yapar, ateşin üstü küllenir. Ama ne Necip Fazıl bildiğinden şaşar ne de ihtilalciler bu kötü huylarından vazgeçer... 12 Eylül olur, tehditleri fiiliyata geçirirler. 28 Şubat olur parmak sallarlar. İktidara gözdağı vermek için tanklar yürütülürken tepki gösteren vatandaşı niye vuramadık diye yakınırlar. Bırakın halkı, hedeflerinden biri doğrudan İçişleri Bakanı olur. Dönemin kudretli paşalarından Orgeneral Çetin Saner, kadın bakan Meral Akşener'e "İleri geri konuşmasın" der ve kazığa oturtmakla tehdit eder. Ne hazin ki her şey unutuluyor. Aynı Akşener, bugün YSK'nın İstanbul seçimlerinin iptaliyle ilgili verdiği kararı "ikinci 28 Şubat'a" benzetiyor. İnsan yaşadıkça neler görüyor...     Hangisi doğru?   İstanbul'da seçimleri yenileyen Yüksek Seçim Kurulunun gerekçeli kararını herkes kendine göre yorumladı. Bir gazete "Gerekçeli karar usulsüzlüğü deşifre etti" diğeri "Gerekçeli karardaki ayrıntılar, AKP’nin iddialarını çökertti" diye yazdı. Bir gazete "Sandığınızdan çok çalmışlar" manşetini attı, diğeri "YSK kararında oyların çalındığına ilişkin tek bir tespit yok" ifadesini kullandı. Bir gazete "108 sandıkta 30.281 oy buhar oldu" dedi, öteki "İptal sebebi olarak gösterilen 754 sandıkta ne tür bir usulsüzlük yapıldığı ortaya konulamadı" diye yazdı. Oysa metin aynı metin, karar aynı karar. Bir şey aynı zamanda nasıl hem doğru hem de yanlış olabilir ki? Seçimi Binali Yıldırım önde bitirse ve YSK iptal kararı verse, CHP bugün itiraz ettiklerine sarılacaktı. Bizim medya "Oyların çalındığına dair tespit yok" diye yazacaktı. Burası Türkiye. Herkesi memnun etmek zor.     Grekçeli karar!   Yunan gazetesi Ethnos, CHP'nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu için "Şehri Erdoğan'ın elinden alan Pontuslu" manşetini attı. Pontuslu ifadesi tartışma konusu olunca İmamoğlu "Adı sanı bilinmeyen kıytırık bir internet sitesi. Yerel bir Yunan gazetesi. Ciddiye alınacak bir yayın organı değil" diyerek küçültmeye kalkıştı. Oysa Yunan muhabirin, İmamoğlu ile bir gün geçirdiği ortaya çıktı. Yunanistan vatandaşı bir turist rehberi arkadaşa sordum "O gazete kıytırık mı?" diye. "Hayır, Atina'nın en çok okunan gazetesi" dedi. YSK'nın gerekçeli kararına türlü türlü kulp takan Ekrem İmamoğlu "Grekçeli" (Yunanca) kararda ise çamura yattı.     Biz Türkler…   Geçen hafta Kudüs’teydim. İlk kıblemiz Mescid-i Aksa’da namaz kılmak nasip oldu. Mukaddes mabedin ihtişamı karşısında ağzım açık kaldı. Oturup hem camiyi hem ibadet edenleri seyrettim. Buradaki Müslümanlar inanılmaz rahat. Namaz kılarken cep telefonuna gelen çağrıya bakanı gördüm. Biz Türklerin de çok disiplinli bir millet olduğumuzu söyleyemeyiz. Fakat iki yerde kaidelere çok dikkat ederiz. Birincisi namazda, ikincisi askerlikte. Ayrıca iki şeye hürmet gösteririz. Birincisi mukaddes kitabımız Kur'ân-ı kerim, ikincisi mezarlıklar. Bizi biz yapan en önemli özelliklerimiz kışlada, camide ve mezarlıktaki tavrımız.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.