Ramazan yazıları -2-

A -
A +

Evet; Allah anlaşılamayan ve anlatılamayandır. Bunun için denilmiştir ki, 'idrakin aczini idrak; idrakin ta kendisidir!' Yani, O'nu (Allah'ı) anlayamamayı anlamak, anlamanın ta kendisidir. Sen, Allah'ı anlayamayacağını anladın; o hâlde sen, Allah'ı anladın!

Yine Muhyiddin-i Arabi bakınız; Allah'ı bilmemiz konusunda ne buyuruyor: "... Mümkünlerin en bilgilisi Yaratıcısını sadece O'nun açısından bilendir. Söz konusu kimse nefsini ve kendisinden var olduğu kimseyi bilir, başka bir şeyi bilmesi geçerli değildir. Bir şeyi bilmek onu kuşatmaya ve tüketmeye imkân verir. Böyle bir bilgi tarzı ilahi katta imkânsızdır. O hâlde, O'nu bilmek imkânsızdır. 'O'ndan bilmek' de (kısmi bilgi) geçerli değildir, çünkü parçalara bölünemez. Demek ki sadece 'O'ndan olan şey' hakkında bilgi söz konusu olabilir. O'ndan olan sensin. O hâlde bilinen sensin.

O'nu bilseydin O, O olmazdı; O seni bilmeseydi sen olmazdın. Binaenaleyh Allah bilgisiyle seni var etmiş, sen de acizliğinle O'na ibadet etmişsindir. O, O'dur; O'na aittir, sana değil. Sen sensin, kendine aitsin ve O'na aitsin: Sen O'nunla irtibatlısın, fakat tersi doğru değildir. Genel anlamda daire noktayla irtibatlıdır ve fakat nokta aynı anlamda daireyle irtibatlı değildir Dairenin noktası daire ile irtibatlıdır. Aynı şekilde Mutlak Zat da seninle irtibatlı değildir..."

"... Beni belirli bir suret ile sınırlayan, kendi hayaline ibadet etmiştir. O, kalbine yerleşmiş örtülü hakikattir. Halbuki bana ibadet ettiğini zanneder, gerçekte ise, beni inkâr eder..."

"... Nasıl eşit olabilirsiniz ki? Beni sizden başkası kalbine sığdıramamış, sizin mananızın dışında hiçbir şeyde yetkin bir surette tecelli etmemişim. Artık size verdiğim yüce şerefin kadrini ve kıymetini biliniz! Ben büyük ve yüceyim. Tanım beni sınırlayamaz. Ne efendi bilir beni, ne köle!.."

Şimdi gelelim âriflerin ışığı, velilerin önderi, İslamın bekçisi ve Müslümanların baş tacı; ikinci bin yılın yenileyicisi İmam-ı Rabbanî hazretlerinin tespitlerine:

"... Hak teala bizim akıllarımızdan, anlayışlarımızdan, ilimlerimizden ve idrakimizden vera'ül veradır (ötelerin ötesidir). Hak teala ötelerin ötesidir; yine ötelerin ötesidir. Bu ötelerin ötesi olmak kurb yönündendir. Uzaklıkta değildir. Her ne tasavvur olunur ise, hatta bir kimsenin zatından dahi ziyade ona yakındır. Aklın ondan haberdar olması zordur. Uzaklık cihetiyle ötelerin ötesi olması vehmin anlayacağı şeydir. Halbuki yakınlıkta olan bir vera'iyyeti vehim ve hayal anlayamaz ve kendine, kendinden ziyade yakınlığı tasavvur eylemeye kadir değildir.
Hak tealanın en çok sevdiği şu kimsedir ki, Allahü tealanın kullarına muhabbetine sebep olan ve kulların dahi O'na muhabbet eylemelerine vesile olandır. O kimse, tebliğ ve davet sahibidir.
Hak tealanın kendi zatına ve sıfatına ve ef'aline muhabbeti vardır. Ve bu muhabbetin çokluğundan, her birinde iki itibar vardır ki, muhibbiyyet ve mahbubiyyettir. Ve mahbubiyyet-i zatiyyenin zuhuru kemalat-ı Habibullahdır (sallallahü aleyhi ve sellem).
Hak tealanın hukuku, bütün hukuklardan öncedir."

İnsanın yaratılış sebebinin (kulluğun; nasıl olması gerektiğini yine İmam-ı Rabbani efendimiz özetliyor:

"Ubudiyyet (kulluk), Hak tealaya muhabbet ve bunun alameti, ahkam-ı islamiyyeyi yerine getirmektir. Ubudiyyet, kendi iradesinden kurtulup, Hak tealanın muradı ile olmaktır."
Hele böyle fesad zamanında...

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Fesad zamanında ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir."
İbadet ve taattan maksadın ne olduğunu da yine İmam-ı Rabbani hazretlerinin şu veciz ifadesinden anlıyoruz:

"İbadet ve taattan maksat, kendi yokluğunu bilmektir!"

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.