Pazar yazıları -9-

A -
A +
Mübarek Hocamız merhum Hüseyin Hilmi Işık hazretleri, kimya dersini 15-20 dakikada bitirir; kalan zamanı, teneffüsleri ve öğlen teneffüsünü talebelerden gelen sualleri cevaplayarak değerlendirirlerdi. O, 15-20 dakikalık kimya dersinde; kimyayı size âdeta yutturur. Orta üçüncü sınıfta onlardan gördüğüm organik kimya bilgimle; İmam-Hatip Lisesi ile dışarıdan bitirme suretiyle girdiğim klasik lise bitirme imtihanlarında kimyadan tam not alarak mezun oldum.Konuşmalarında kendilerinden hiç ama hiç bahsetmezler; devamlı (hocası olan) Seyyid Abdülhakim Efendi hazretlerinden anlatırlardı. Seneler sonra; Hocamızın gençlik arkadaşlarını tanıdım; uzun seneler onlarla ahbaplık ettim. Onlar da Efendi Hazretlerinin talebeleri idi ve kendi hocalarını bizim gibi; kendisini görmeyen gençlerden işitince, hem çok mutlu oluyorlar ve hem de hayret ediyorlardı.
Efendiyi görmeden, onunla yaşamadan bütün bu anlatılanları nereden bildiğimizi sorduklarında; "kimya hocamızdan" demiştim. Nasıl bilemezdik ki; zira her cümlesinde o vardı.

Hocamızın arkadaşları da aynı tespiti yaparak şöyle derlerdi:"Hilmi ağabey aramızda çok farklı idi. Çok zeki idi ve Efendi'nin en ufak bir hareketini ve sözünü; kendinden geçercesine izler, dinler ve not ederdi...
Efendi bize çeşitli dersler okuturdu; bunlardan birisi de İsaguci Mantık dersiydi. Doğrusu, bu dersten çok sıkılırdık. Hilmi Ağabey ise, her dersi olduğu gibi, mantık dersini de pürdikkat dinler ve iki saate yakın dizlerinin üzerinde kıpırdamadan, gözleri yumuk şekilde otururdu... Sonra kalkılır, namaz kılınır, yemek yenilir ve tekrar derse oturulurdu.
Bu defa, Efendi Hazretleri; 'Hilmi, önceki dersi tekrar et bakalım', derdi. Hilmi ağabey yine gözleri yumuk bir halde; tahiyyatta oturur şekilde anlatmaya başlardı. Plakta hata olabilir; Hilmi ağabeyde olmazdı. İki saatlik dersi, kelimesi kelimesine ve üstelik; efendinin vurgularını aynı şekilde yaparak dersi tekrar ederdi..."
Bir gün; Yeşilköy'deki eczanelerinin arka bölümünde; emekli bir paşa ile sohbet ederken; yine devamlı olarak Seyyid Abdülhakim Efendi hazretlerinden bahsediyor. Paşa dayanamıyor ve;
-Hilmi Bey, ben sizi dinlemeye geldim; siz ise hep Efendi'den dem vuruyorsunuz; ne sorsam hep ondan misaller veriyorsunuz. Doğrusu pek merak ettim; hep Hocam, Hocam diyorsun; senin bu Hocan sana ne öğretti?
-Bana bir şey öğretti ve o bana yetti; bana ne doğru ne yanlış, yani kim sevilir kim sevilmez, bunu öğretti...
Hocamız buyurdular ki: "Dünyada en zor şey; neyin doğru neyin yanlış olduğudur. Sevgili Peygamberimiz bile dualarında; (Ya Rabbi! Bana doğruyu doğru olarak, yanlışı yanlış olarak tanıt) diye yakarışta bulunmuştur."
Hocamızın, Efendisine karşı sonsuz bir muhabbeti ve melekleri imrendiren bir edebi vardı! Mübarek kalpleri incinir endişesiyle; ömrü boyunca bir kere olsun mübarek yüzlerine bakmadılar, bakamadılar. Bakamadıkları o mübarek gözlerin hasretiyle ve delice aşkıyla bir ömür yandılar.
Ve yine onlardan işittikleri şu dizeleri, inleyerek terennüm ederlerdi:
"Zi hicr-i dositan hun şud, derun-i sine can-ı men. Fırak-ı hemnişinan soht magz-ı üstühan-ı men." (Sevdiklerimin ayrılığı ruhumu kan ağlatıyor. Dostlarımdan ayrı kalmamın hasreti iliklerimi yakıyor...)
Bunları, ehline yadigâr kalsın diye yazıyoruz. Sırası gelmişken bir sırrımı da ben vermiş olayım: Hiçbir zaman olmadığım ve olamayacağımı bildiğim için; onlar sağ iken, talebeleri olduğumu asla söylemedim; utandım ve imtina ettim. Vefatlarından çok az önce; Said Arvas ağabey ile ziyaretlerine gidip ellerini öpmek ve uzunca süre sohbet etmek nasip oldu. Dua etmek için tanımak istediklerinde; "Gazeteden Fuat Bol abi" demekle yetindik.
Onlar "Silsile-i zeheb"le (Altın Halka) buluşup hasret gideriyor, biz ise kendi derdimize yanalım!Ve illa ki; onların şefaatlerini; ehil ve na-ehil olarak umalım ve bekleyelim.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.