Pazar yazıları -66-

A -
A +
Peygamberlerden (aleyhimüsselam) sonra en büyük insan sevgili Ebubekir (radıyallahü anh) efendimizdir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin çocukluk ve gençlik yıllarında en yakın arkadaşıydı.
Efendimizden iman hakikatlerini duyar duymaz, tereddütsüz iman etmiş; Mi’rac hadisesinde bir kısım Müslümanların dahi imanları sarsılmışken; müşriklerin, akıllı insan diye başvurup yalanlamasını bekledikleri Hazreti Ebubekir efendimiz; "O söylediyse doğrudur!" buyurarak "Sıddık-ı ekber" makamına ulaşmıştır.
Başta canı ve malı olmak üzere, sahip olduğu her şeyini, Resulullah (aleyhisselam) efendimiz uğruna feda etmiş, böylece; "ölmeden evvel ölenler" taifesinin başını çekmiştir. Onun sokaktaki, başı öne eğik ve düşünceli yürüyüşünü gören sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) Eshab-ı kiram (rıdvanullahi teala ecma’in) efendilerimize dönerek; "canlı cenaze görmek isteyen Ebu Kuhafe’nin oğluna (Hazreti Ebubekir) baksın!" buyurdu.
Sevgili Peygamberimizin (aleyhisselam) büyüklüğünü ve Cenâb-ı Hakk’ın katındaki değerini ve Mahbubiyyetini en ziyade anlayarak; "Resulullah’ın bir sehvini (hafif yanılmasını, küçücük bir hatasını) kendi sevabımdan (bütün ibadet ve taatlarımdan) daha iyi bilir ve O’nun sehvini talep ederim" buyururdu. (Yani; "Keşke Muhammed aleyhisselamın bir sehvi olsaydım" demiştir.) Mektubat-ı Rabbani, 1. Cilt, 305. Mektup.
Başta sevgili Ebubekir efendimiz olmak üzere bütün Sahabe-i kiram efendilerimizin şemail-i şerifesi geçmiş Peygamberlerin kitaplarında gelmiştir. (… Onların hâlleri, şerefleri, böylece Tevrat’ta ve İncil’de bildirilmiştir…) Mektubat-ı Rabbani, 3. cilt, 23. Mektup.
Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam); "Yanında olanları bana getir!" buyurduğunda, Hazreti Ebubekir efendimiz malının hepsini getirip O Server’e teslim etmiştir. Hazreti Ömer (radıyallahü anh) efendimiz ise, malının yarısını getirmişti. Sevgili Peygamberimiz herhangi bir ölçü belirtmemişti; şayet belirtseydi, kimse o ölçü sınırını aşmazdı. İbn-i Arabi (kuddise sirruh) hazretlerinin tespitine göre; sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam), sadece insanların nezdinde onların mertebelerini ayrıştırmak istemişti.
Hazreti Ebubekir efendimize; "Ailene ne bıraktın?" buyurunca; "Allahü tealayı ve O’nun sevgili Peygamberini bıraktım" demiştir. "Ve Peygamberini" diyerek edebin son noktasını gözetmiştir… Sevgili Peygamberimiz, onun malından bir kısmını kendisine iade etseydi, Hazreti Ebubekir efendimiz onu, O’ndan alır ve kabul ederdi. Çünkü sevgili Peygamberi (aleyhisselam) ailesine bırakmıştı. Bir malda ancak mal sahibinin vekil tayin ettiği kimse tasarrufta bulunabilir. Hazreti Ebubekir efendimizin işlerin mertebelerini ne kadar iyi bildiğine ve ne kadar hikmetli olduğuna bakınız!
Hazreti Ömer efendimiz o gün, Hazreti Ebubekir efendimizi geçtiğini zannetmişti. Çünkü getirdiği malının yarısını kıymetli saymıştı.
Sonra Sevgili Peygamberimiz aleyhisselam, Ömer bin Hattab’a (radıyallahü anh) şöyle sormuştu: "Ailene ne bıraktın?" Hazreti Ömer efendimiz; "Malımın yarısını!" deyince; sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: "İşte; aranızdaki fark, sözlerinizin arasındaki fark kadardır!" Bunun üzerine Hazreti Ömer efendimiz şöyle buyurmuş: "Anladım ki, Hazreti Ebubekir’i (radıyallahü anh) hiçbir zaman geçemeyeceğim!..’’  Dikkat ediniz; bu sözü söyleyen Ömer (radıyallahü anh) hakkında sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) "Benden sonra Peygamber gelmeyecektir; şayet gelse idi, Ömer (radıyallahü anh) Peygamber olurdu!" buyurdu. Hazreti Ebubekir (radıyallahü anh) efendimizin büyüklüğünü, Allahü teala ile sevgili Peygamberimizin indindeki değerini buradan anlamalıdır.
Ve yine, bu yüzden olsa gerektir ki; Ebubekir (radıyallahü anh) hakkında, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Ömer’in tekmil hasenatı, Ebubekir’in bir hasenesidir." Yani Hazreti Ömer’in (radıyallahü anh) bütün iyilikleri, Hazreti Ebubekir’in (radıyallahü anh) yalnızca bir tek iyiliğine ancak denktir.  Mektubat-ı Rabbani, 1. Cilt, 251. Mektup.
Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz de, Hazreti Ebubekir’in bu üstünlüğünü bildiği ve gördüğü için şöyle buyurmuştur: "Hak tealanın bana ihsan eylediği, esrarın tamamını Sıddik’ın kalbine döktüm!"
           ***
İbn-i Arabi, kanaat sırrı hakkında buyurur ki: "...Mahlukat, Allahü tealanın yoksullarıdır. Başka bir ifadeyle O’na muhtaçtırlar. Allahü tealadan başkasından isteyen kimse kanaatkâr değildir ve öyle birinin başarısız ve mahrum olmasından korkulur. Çünkü isteyen kişi, istediği kimseye eğilir. Allahü teala ise, 'Zalimlere eğilmeyiniz, yoksa ateş size temas eder, sizin Allahü tealadan başka dostunuz yoktur, sonra yardım alamazsınız’ buyurur. (Hud Suresi, 133. Âyet meali)
Hemcinsine yönelen kimse bir ‘zalim’e yönelmiş demektir. Çünkü Allahü teala insan hakkında ‘zalimdir’ buyurdu, zira o ‘emaneti üstlenmiştir’. İnsanlardan her biri ise, emaneti üstlenmiştir. Öyleyse Allahü tealadan başkasına eğilme ve isteğinde Allahü teala ile yetin ki, Allahü tealanın izniyle mutlu olasın!..." (Fütuhat-ı Mekkiyye, 7. Cilt.
Halbuki Müslüman, kıldığı namazların her rek’atinde okuduğu "Fatiha" suresinde, Cenab-ı Hakk’a şu sözü verir: "Ancak sana ibadet (kulluk) eder ve ancak senden yardım dileriz!"
Müslümandan, Müslümanlığının gereği olarak istenen ve beklenen ise; sürekli verdiği bu sözünde durması, gereğini yerine getirmesidir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.